02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 1/2/07 14:10 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 Ömer Uluç’un dönemleri ve dönüşümleri... Ömer Uluç, dönemlerini eserleri üzerinden şöyle anlatıyor: Kolunu Açan Çıplak mer Uluç, 37 yıllık sanat yaşamını Mac Art Gallery’deki bir sergiyle anlatıyor: “Dönemler Dönüşümler”. Sergi 9 Şubat’a kadar sürecek. Eserlerden aslında Uluç’un hayatının da izini sürmek mümkün, Afrika, Amerika, Fransa ve Türkiye... “Sonuçta hep ‘Ben kimim’ etrafında dolaşıyoruz” diyor Uluç, “Şunu söyleyeyim ki çocukluğum ve gençliğim uzakta, ancak gene de gençliğime ait eski sanat dönemlerim bana çok yakın. Bence bu imgenin gücü”. Ömer Uluç, Mac Art Gallery’de Ayşegül Sönmez’in yaptığı söyleşiyle izleyicilere sanatını anlattı. Biz de Ömer Uluç’la söyleşi sonrası konuştuk. Dönemler ve dönüşümlerinizi anlatma fikri ortaya nasıl çıktı? Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Heves Kuşu Durmaz Döner”i yazarken, bütün geçmiş işlerime baktım, onları dönemlere ayırdım. Tüm bu macerayı ben yaşadığım için, ne zaman ne değişti biliyordum, ama bu hiç kolay olmadı. Kitap bitince Hakan Çarmıklı bir dönemler sergisi yapmayı önerdi. Bu sergi, çok küçücük bir retrospektif sayılabilir. Karışık, atlamalı, sıçramalı, alışılmış ölçüleri olmayan bir kurgusu var. Tarih öncesi kadın Lucy’nin islemlede oturan heykelinin Ahu Tuğba ve Vampir Nü resimleriyle bir “kadınlar köşesi” oluşturması gibi. Sizi dönüştürenler neler oldu? Türkiye’de Tavanarası Ressamları ile çalıştım. Türkiye, çok fazla Paris’e bakıyordu ve Paris’te soyut sanat etkindi, dolayısıyla bizde de biliniyordu. 1950’lerde New York’taydım. Amerikan ve Fransız soyutunu aynı anda görmek benim için bir şok oldu. Birinde başka bir enerji vardı; diğerinde fazla oturmuşluk, bilmişlik. Amerikan soyutu enerjisiyle beni çok daha fazla ilgilendirdi. Kimilerinin köklerinde Amerikan yerli sanatı, kimininkinde Uzakdoğu vardı, ancak asıl kaynak büyük Amerikan espasıydı. Bu beni kendi espasıma, Doğu’ya, Bizans ve Osmanlı sanatına yöneltti. 1965’te Londra’ya gittim. Akrilik hayatıma girdi. Çok renkli, çabuk kuruyan, kendini hemen ifade edebileceğin bir boyaydı. Bu dönemde gördüğüm resimler bana artık karanlık görünenin resimlerimin aksine, renkliydi. Bu karşılaşma benim için şok, depresyon nedeni ve en sert dönüşüm oldu. Bir gece kağıtlara adımın ilk harfi “O”yu çizmeye başladım. Bu, üslubumun da başlangıcıdır. Sonra Hollanda’da bir sergi açtım, olumlu eleştiriler aldım, bu bana çok iyi geldi. Bir süre kaldığım Afrika’nın da sanatımda etkileri oldu. Afrika sanatında, soyut ve figüratif diye bir ayrım yok, hepsi aynı anda var, hepsi aynı anda canlı ve metafizik. Mesela, korkuya karşı güç verici, koruyucu... Bunları görünce benim soyut işlerim de kolayca figüre dönüşebilir gibi geldi bana. İşte bütün bunlar dönemlere ve dönüşümlere yol açtı. Ö Esra Açıkgöz 1969 Yumruğu Uzatmış Nü... Bunlar sarmallar... Bu sarmalların değişik renkteki hareketleri acayip bir anatomi yaratıyor. Bugün baktığımda çok kompleks yoğun bir DNA abidesine benzetiyorum. İçinde renklerin bir araya getirilmesi, bu sıkışma, toplanmada buraya mahsus bir gösterme olayı var. Belki de bu benim için bir ilk armadır. Fotoğraf: Vedat Arık “DönemlerDönüşümler”... Sergi, Ömer Uluç’un 37 yıllık sanatını anlatıyor. Uluç’un sanatının kilit anahtarları sayılan “Lucy” de var sergide, DNA’lar ve “yaratıkları” da. Dopingini “yer değiştirmek”ten alan sanatçı, resimlerinden sızan şiddet ve mizahın adresini de gösteriyor: “Bu ülkenin çılgınlığı”… larla siz de başka yerleri fark ediyorsunuz. Ayrıca, insanların her yerde üç aşağı beş yukarı aynı olduklarını, toplumların her yerde yavaş hareket ettiğini de gördüm. Oysa sergiden de anlaşıldığı gibi sizin resminizde bu yavaşlığın aksine bir hız var… Tabii. Ben sürekli bir şeye yetişmeye çalışıyorum. Benim en büyük sorunum zaman, zamanın azlığı. Zaman bana az geliyor. Ben devamlı yetişmek, yetişmek ve yetişmekle uğraşıyorum. Hızla çalışıyorum, bir resmi yapıp bitirip yenisine başlamak gibi bir derdim yok. Aynı anda pek çok resme başlıyorum. Bu olmazsa, o... Anlatmak istediğimi çıkarana kadar devam ediyorum. Mesela, karga yapmak için başlıyorum, ama ortaya kadın çıkıyor. Günümüzde teknoloji çok gelişti, sanatla iç içe geçti. Mesela video art, hız ve zamana yetişmek adına daha avantajlı. Neden buna rağmen resmi seçtiniz? Ben resim yapacağım başka şey yapmam, demiyorum. Mesajımı verebilmeme yardımcı olacak her şeyi yapabilirim. 37 yılda mesajınızı iletmeyi ne kadar başarabildiniz? Geldiğim nokta burası, bunu sizin söylemeniz lazım. Benim için başarı ya da başaramamak çok önemli bir hikâye değil, yok da böyle bir şey. Mesele devam etmekte. Beni en çok ilgilendiren şey yeni bir şey yapabilmek, yani heyecan. Ben heyecanın peşindeyim. İnsanlar öleceklerini hiç tahmin etmedikleri zaman birden hastalanıp ölüyorlar, yani son tuşu koymaya zaman yok... Totem I Resimlerinizde sezilen bir şiddet ve mizah var. Neyin şiddeti bu? Bu ülkenin çılgınlığının. Sergide heykelleriniz, sık kullanılan tanımla “yaratıklarınız” da yer alıyor. Yaptıklarıma heykeltıraşlar, heykel demiyorlar. Onlara göre, heykel için ölçülerin alınması, planın çizilmesi lazım. Halbuki ben hortumlarla, lastiklerle, kıvrılan malzemelerle üç boyutlu figürler yaptım. Satıhlarda da yeni malzemenin dokuları yeni figürler veriyor. Bu bir nevi dokuyla anlaşma, oradaki tesadüfler üzerine gidiyorum. O bana çok büyük bir heyecan veriyor. Bunlar bana bir buluş olarak geliyor. Başka kimsenin yapmamış olması sanki bana ait bir alan açtı. Ben rastlantılara çok şans tanıyorum. Bir röportajınızda, “Bir sanatçının günlerce ya da aylarca çalışarak yaptığı bir resim hakkında bir seyirci 1.5 dakikada önünden geçip karar veriyor” demişsiniz. Eleştireye ne kadar açıksınız, eleştiriler sizi ne kadar etkiliyor? Çok açığım, çünkü benim resmimi beğenmeyen bir adama ben hiç kızmam. Bir gün yolu benim sanatıma gelir ya da belki hiçbir zaman gelmeyebilir, bambaşka bir dünyası vardır, olabilir... Ama eleştiriye fazla da önem vermem. Resimlerinizle ilişkiniz nasıldır? Bazı resimlerimin daha iyi olduğunu ya da iyi olmadığını sergide keşfediyorum. Bazılarını başta sevmesem de zamanla sevmeye başlıyorum. Bazen de müdahale etme isteği duyabiliyorum. Birkaç kere basılmış resimleri bile değiştirdim, şimdi o resimler yoklar. Düzenli çalışan bir sanatçı mısınız? Bu sergiler dolayısıyla biraz tembellik yapıyorum. Bunlar dışında hemen her gün dörtbeş saat çalışıyorum, eskiden sekizon saate kadar çıkardı. Ahu Tuğba 1980’li yıllar... Resimde bir “gençlik ve hafiflik” var. O dönem yaptığım resimlerin çoğunda telefon, kürk, divan ve benzeri olurdu. Bu büyük bir dergi fotoğrafından alınma, renkler birbirine giriyor. O zaman çok kötü baskılar yapıyorlardı. Beyoğlu’na asılan bu koca fotoğraflar o kadar çok resimseldiler ki... Beyoğlu buydu. Kalın bir kâğıda basılmış yıpranmış bir imge... Hızla yapılmış bir resim. Hızla tüketilen bir dönem. Hızla eskiyen fantastik bir şehir. YER DEĞİŞTİRMEK, BENİM DOPİNGİM... Bu, aynı zamanda sizin kendinizi anlatmak zorunda da kalacağınız bir sergi. İnsanın kendini anlatması ve anlamlandırması zordur, hele de bir ressam için resimlerini anlatmak zorunda kalmak daha da zor olmalı… Evet gerçekten çok zor. Ben çok röportaj verdim. Aslında bu normal değil, Batı’da insanlar, hayatlarındaki çok önemli bir noktada röportaj verirler, çünkü daha bilgili, alışkan bir seyirci var. Ancak burada devamlı anlatmak zorundasınız. Mesela, şu meşhur BizansOsmanlı sanatının ne kadar büyük bir kaynak olduğu meselesi gibi, sürekli aynı şeyleri söylemek zorunda kalıyorum. Yine de bir şey değişmiyor. Akademi bir gün bile bana yanıt vermedi. Toplumlar kolay dönüşmüyorlar, artık onu anladım. Toplumların kendi gidişleri var. Her sanatçının bir dopingi vardır, diyorsunuz. Sizin dopinginiz nedir? Yer değiştirmek... Bugün şuna eminim ki, zamanında bazı yerlere gitmeseydim, ruh olarak bazı işlerde çoktan iflas etmiştim. Bu yer değiştirme halinden, devam etme gücünden başka size ne kaldı? Az kalırsanız sadece oraya bakıp geliyorsunuz, çok kalırsanız onların da başka yerlere baktığını görüyorsunuz ve on Killing ve Dört Kuş 1990’lar... Artık imgeler tuvalden kırılarak, bükülerek çıkmaya çalışıyorlar. Ortada bir ufak figür var. Tuvalin çerçevesinden mekânsal olarak çıkma arzusu, büyük bir arzu... Malzemeler de bükülebilir, kıvrılabilir malzeme... Bu dönemde hem mekân içinde genişlemesine bir hareket hem de üst üste gelerek derinlemesine bir boyut, zaman boyutu kazanma isteği var. Sonunda tuvalin dışına atlayıp üç boyutlu figürleri oluşturuyorlar. 2000 başı... Üç boyutlular... Lucy üç boyutluların en önemlisi. Batı Afrika’da bulunan ilk kadın. İsmi Beatles şarkısından geliyor. Boyu 1.20, bronz tenli bir kadın. Milattan üç milyon yıl önce yaşamış bir kadın. O bir prehuman... İlk ayağa kalkanlar onlar. Ayağa kalkıyor ve kendi avlanma alanlarını görmeye çalışıyorlar. Ressamın da kendi avlanma alanı vardır. Onun ayağa kalkıp o alana bakması lazım. Orada o alana hakim olduğu zaman tekilliğini bulur. Lucy'nin de olayı bu. İlk desenlerimden çıkmış birisi. 2006 Nisan’ı... Burada problematik, malzemenin kendisinin bir figürü verebilmesi, onun direnci. Burada örneğin polyester öyle bir doku veriyor ki üzerine bir çizgi çizemiyorsun. Kayıyorsun. Bütün özelliği bu. Tasarladığım şeyi yapamıyorum. Anlaşmak zorundayım. Başka insanların yaptığı, başka nesnelerin verdiği dokuları kullanmak istiyorum. Lucy En Son Yaratıklar ve DNA IV
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle