Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 7 15/2/07 15:29 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 18 ŞUBAT 2007 / SAYI 1091 7 ??? Faslı ve Amerikalıların yaşamlarını altüst eden bu kesişmede, Iñárritu kamerasını beklenmedik zor bir durumla karşılaşınca Batılıların kolayca düşüveren uygarlık maskelerine odaklıyor. Richard ve yerli rehberin yaralı Susan’ı yaşlı bir kadının odasına taşıdıkları köyde, Batı’dan gelen turistler yerel halktan korkuyor, yemek önerilerini bile reddediyorlar. Köyün insanları ise Batılıları utandırmak istercesine onlara, özellikle Susan’a yardım etmek için güçlerini birleştiriyorlar. Yine de filmin sonunda bu yardımsever adsız kahramanlar Susan’ı almaya gelen helikopterin çıkardığı toz bulutu içinde unutuluşa terk ediliyor. Batılı turistler, turist otobüslerinin yüksek, güvenli camları ardında oldukları sürece kendilerini güvende, ayrıcalıklı hissederler. “Ötekinin” egzotik yaşamını bu şekilde “deneyimlemekten” de hoşnutturlar. Film, bu noktada “biz” ve “onlar” düşüncesinin tarihsel kaynağı olan oryantalizme güçlü bir eleştiri yönlendiriyor. Babil aynı zamanda Batılı medyayı, insanları kışkırttığı için eleştiriyor ve böylece Said’in günümüz dünyasında gerilim yaratmanın, anlayış ve empati göstermekten ne yazık ki daha kolay oluşuna dair sözleriyle buluşuyor. Filmde Susan’ın kaza sonucu vurulması ABD’de hemen ilgi uyandırıyor ve insanların nefretine bir hedef yaratmak için köktenci İslami terör teması çevresinde hikâyeler uyduruluyor. Hükümet olaya dahil oluyor; resmi sorumlular durumu halk desteklerini artırmak için fırsat biliyor; medya trajediyi metalaştırmak ve öç duygularını yükseltmekte bir dakika duraksamıyor. Hepsi gerçek hayatta ABD’nin gelişmemiş “ötekine”, “demokrasi” götürmesi adı altında savaşçı hegemonik stratejilerini haklı çıkarmaya yarıyor. Tıpkı Irak savaşı, Saddam’ın idamı gibi... Var oluş bir alışveriştir “Hırsız”, Juliette Binoche’un son filminin adı. Bosnalı bir sığınmacının, Amira’nın yaşadıklarını anlatıyor. Binoche, Amira rolü için belgeseller izledi, Bosna’ya gitti, Bosnalı annelerle görüştü. Bu rol ona çarpan bir sınavdı, bir sorumluluk üstlendi, oynadı… Aslı Selçuk nthony Minghella’nın yönettiği, Fransız oyuncu Juliette Binoche’un oynadığı “Breaking and Entering/Hırsız” gösterime girdi. Binoche ve İngiliz yönetmen Minghella, İngilizlerin Hırsız’ı izledikten sonra yaşamlarında zorlanan Doğu Avrupalı sığınmacılara daha hoşgörüyle yaklaşacaklarını düşünüyorlar. Polonya’dan Fransa’ya göçen bir ninesi olan Binoche (43) Bosnalı sığınmacı Amira rolü için uzun bir araştırma yaptı, Bosnalı annelerle görüştü, Bosna’ya gidip Sarayevo kuşatması ve Srebnica katliamıyla ilgili belgeseller izledi. Bunlardan öyle etkilendi ki, oyunculuğu bırakmayı bile düşündü. “Bu çarpan bir sınavdı” diyor, “Vatandaşlık sorumluluğumu duydum, her kampın arkasındaki tarih, düşünce yıkıcı olsa da bunları insanlara ulaştırmalıyım dedim”. Binoche, “Londra’da görüştüğüm Bosnalı annelerin çoğu on yıldır yaşam savaşımı veriyorlar, ülkelerine artık dönmek istemiyorlar, ama Londra’da iş bulmaları da çok zor” diye ekliyor “Kendilerini tek umutları olan çocuklarına adamışlar, bu olağanüstü ama o denli de hüzünlü bir durum. Her şeyinizi bırakıp yabancı bir yerde yeniden bir düzen kurmak inanç ve yoğun bir güç gerektirir”. Hırsız, oyuncunun Minghella’yla Juliette Binoche “Hırsız” filminde... BATI VE GERİ KALANLAR... Filmdeki olaylar gerçekle bir hayli örtüşüyor; tekelci medya aracılığıyla tehdit yanılsamasının sürekli pompalanmasıyla Amerikan halkının paranoyası yoğunlaşıyor ve kültürel açık genişliyor. Batılı politikacıların ve Papa’nın ayrımcı konuşmaları, Muhammet’le alay eden karikatürler, polisten kaçarken Paris’in banliyölerinde vahşice ölen göçmen gençler vb. Olaylar neredeyse Batılı politikacıların ve medyanın bu gibi gerilimlerden çıkar sağladığını düşündürüyor. Üzücü olan Batı’nın içişlerine karışmasıyla Batılı olmayanların kendi içlerinde bölünmeleri. Filmde Fas polisinin Faslı şüphelileri vahşice avlaması bu gerçeğe işaret ediyor. Babil’de Iñárritu, teknolojik ilerlemelere karşın acılarımızın, sevinçlerimizin ve gereksinimlerimizin aynılığının da altını çiziyor. Dünyanın diğer ucu Japonya’da annesi gözlerinin önünde intihar eden, sağır dilsiz genç kız Chieko, kendi küçük toplumsal halkası içinde “öteki” hissini yaşıyor. Son teknolojiyle erişilmiş ekonomik zenginlikle çevrili de olsa o hâlâ sevgiye muhtaç. Filmin sonunda, Chieko intihar etmek yerine babasının kollarında şefkat arıyor. Faslı ailenin yaşamı Abdullah’ın oğlunun polis tarafından öldürülmesiyle mahvoluyor. Göçmen işçileri temsil eden Meksikalı yardımcı Amelia sınır dışı ediliyor ve Santiago sınır polisinden kaçarken karanlıklara karışıyor. Aşırı olumsuz tonlamaya karşın, Amerikalı kahraman Susan yabancı topraklarda çok eziyet çektikten sonra iyileşiyor. Sonunda mutluluğa erişen tek karakterin Amerikalı olması sadece bir rastlantı olabilir mi? Babil, Huntington’ın durağan ve kapalı kültür görünümüne karşıt olarak, kıpırdayan, akan, kayan, geçen, dünü bozan, bugünü kuran kültürlere bir kanıt. Peki, acaba Huntington’ın uygarlıklar çatışması acaba onun ve benzer düşüncedekilerin kendini gerçekleştiren kehaneti mi? A ikinci çalışması. İlki “İngiliz Hasta”da (1997) canlandırdığı Kanadalı hemşire Hana karakteri. Bu rol ona yardımcı kadın oyuncu Oscar’ını getirdi. Binoche’ye göre Hana, bir hastayı iyileştirirken kendi içindeki yarayı da iyileştiriyor, “Yaşamda vermeyi de almayı da bilmeli. İlişkiler esneklikle sürmeli, bazen etken bazen edilgen olunmalı. Var oluş bence sürekli bir alışveriştir” diyor. Binoche’un amacı yıldızlık değil, hatta Hollywood’un çok başka bir dünya olduğunu, orada bir tür tutukluluk yaşandığını söylüyor. Annesi ??? Kevkeb’le görüşüyor musunuz? Filmi izledi mi? Görüşüyoruz. Şu anda kocasıyla birlikte Erbil’de yaşıyor, bebeği oldu ve bir insan hakları kuruluşunda çalışıyor. Kevkeb de, ailesi de filmi gördü. Kevkeb balayını geçirmek üzere kocası ile beraber Türkiye’ye geldiğinde, belgeselin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki özel bir gösterimine katıldı ve sorulara cevap verdi. Irak’tan dönerken ne hissettiniz? Irak’ta evsiz kalmış, çadırda yaşayan, yiyecek içecek zar zor bulan genç bir kız elime gizlice bir şeker tutuşturmuştu. İkram edecek başka bir şeyi yoktu. Ben de dönerken böyle zor şartlarda bile bana insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatan bu kişilere karşı büyük bir sorumluluk hissettim ve iyi bir film üretmek zorunda olduğum hissi ile geri döndüm. Belgesel başka ülkelerde de gösterildi mi? Fransa, İtalya, Almanya, Amerika, Kanada ve Tayland'daki film festivallerinde gösterildi ve çok ilgi gördü. 2005’te Antalya’da jüri özel ödülü aldı, fakat Türkiye’de maalesef hiçbir televizyon kanalında gösterilmedi. Yeni kurulmuş bir belgesel kanalı filme 100 dolar teklif etti, kabul edemedim. Türkiye’de bağımsız belgesel yapımında büyük bir yükseliş var. Zor şartlarda, farklı şeyler üretmeye çalışıyoruz, başarılar kazanıyoruz, filmlerimiz yabancı kanallarda gösteriliyor, fakat Türkiye’de belgesellerimize ancak yüz dolar veriliyor. Kültür bakanlığı belli bir destek sağlıyor, ama yetersiz. Kendi belgeselcisini desteklemeyen bir ülkede biz de kendi aramızda birbirimizi desteklemek ve ortak projeler üretmek üzere altı kişi birleşip “Filmist” adlı bir grup kurduk, ilgilenenler www.filmist.org’dan daha fazla bilgiye ulaşabilir. Yeni projeniz ne? Yeni projem “Ziyaretçiler”. New York’ta yakınlarını hapishanede ziyarete gitmek üzere her hafta sonu toplam 24 saat süren otobüs yolculuğuna çıkan kadınları anlatıyor. Amerika dünyada en çok mahkum sayısına sahip ülke. Sadece New York eyaletinde 70 hapishane var. Hapishanelerin çoğu şehrin yedi sekiz saat dışına, ücra kasaba ve köylere kurulmuş, oysa mahkumların çoğu şehirli. Her hafta sonu yaklaşık 800 kadın bu hapishanelere doğru yolculuğa çıkıyor. Hacca gider gibi bir şey bu. Bu yolculuğu 24 yıl yapan kadınlar tanıyorum, işte film bu kadınlardan bazılarını anlatıyor. İlgilenenler www.visitorsdocumentary.com’a bakabilirler. Monique ve babası JeanChristophe’un tiyatrocu olmalarından dolayı çocukluğu Paris’te ebeveynlerinin çalıştığı tiyatronun kulisinde geçen oyuncu, komünist babasıyla alanlarda gösterilere de katıldı. On yedisinde Paris Dramatik Sanatlar Ulusal Okulu’nu bitirince tiyatroya başladı. Sinemada da şansını denedi, Liberty Belle/1982’de, “Sizi Selamlıyorum Marie/1984”de küçük rollerde gözüktü. “O zamanlar benim için önemli olan saatte kazandığım 4.50 franktı” diyor, “Bir oyuncunun ilk öğrenmesi gerekenin tüm enerjisini çekime saklamak olduğunu anladım”. Binoche’u ilk fark eden Andre Techine oldu, erotik dram “Randevu”daki (1985) yorumuyla “Romy Schneider en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldı. Bunu Leos Carax’ın dramı Kötü Kan (1986) izledi. Uluslararası üne Milan Kundera uyarlaması “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ndeki (1988) taşralı Tereza’yla ulaştı. Binoche, bu rolden nasıl etkilendiğini şöyle anlatıyor: “Anne yanım Polonya’dan Fransa’ya gelmişti. Tereza’nın aniden kökenlerini terk edip yabancı bir ülkeye gelmesi bana gerçekten dokundu. Yazgısıyla karşı karşıyaydı... Ne pahasına olursa olsun kendi yolunu çizme teması benim hep ilgimi çekmiştir”. Carax’la yeniden bir araya geldiği “Köprü Üstü Âşıkları”nın (1989) çekimi üç yıl sürdü. Bu arada Elia Kazan’la “Ege Denizi’nin Ötesinde” projesinin mekânlarına bakmak için Türkiye’ye geldi. Binoche bu kısa geziden şöyle söz ediyor: “Kazan’ın bana verdiği ‘Bir Yaşam’ adlı otobiyografisini okudukça onun pis bir herif olduğunu, McCarthy dönemindeki muhbirliğini, kadınlara haince davrandığını gördüm ve ona birlikte çalışamayacağımızı söyledim”. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ndeki cesur sevişme sahnelerinden sonra Damage’de (1992) canlandırdığı nişanlısının politikacı babasıyla ilişki kuran dengesiz genç kadın rolünde de başarılıydı. Kieslowski’nin “Üç Renk: Mavi”sinde (1993) oynamak için Spielberg’in “Jurassic Park”ını geri çevirirken, “Schindler’in Listesi”nde hamileliğinden ötürü oynayamadı. Oyunculuk yelpazesi çok geniş olan Binoche’u izleyici hemen hemen her tür filmde izledi: Yüzyılın Çocukları (1999), Saint Pierre’in Dulu (2000) gibi tarihi dramlar, New York’ta Bir Çılgın (1996), Çikolata (2000), İki Yabancı (2003) gibi romantik komediler, Bilinmeyen Kod (2000), Saklı (2005) gibi psikolojik dramlar, In My Country (2004) gibi politik dramlar... Binoche, Godard, Techine, Malle, Kieslowski, Minghella, Haneke, Boorman gibi önemli yönetmenlerle çalıştı, Daniel Day Lewis, Ralph Fiennes, Jeremy Irons, Johnny Depp, Richard Gere gibi usta oyuncularla karşılıklı oynadı. “Oyunculuk karanlık bölgelerde gezinmek yürekliliğini getirir, gölgeden ışığa ulaşmak için gerekli dalışları yapmalısınız. Oyunculuk bir anlamda kendini unutmak, çiçek değil, çiçeği saklayan vazo olmaktır” diyor Binoche. İnandığı öykülerde oynamayı seçtiğini belirtirken “Aktris olmak sadece bir yanılsamadır, filmlerse açık kapılardır, her kapı geçişiyle karakter ve yaşam değiştiririm” diye ekliyor. 1995’te Lancome’un yüzü olan, D. Day Lewis, Carax, Olivier Martinez’le gönül ilişkileri yaşayan, Andre Halle’den Raphael (1993) adlı bir oğlu, Benoit Magimel’den Hana (1999) adlı bir kızı olan Binoche için tiyatronun yeri ise ayrı. “Tiyatronun kokusu, gıcırdayan sahne, enerjinin yoruma dönmesinden önce tüm oyuncuların toplandığı soyunma odası öylesine bambaşkadır ki” diyor, “Topluluk düşüncesini seviyorum, tiyatro ortak bir dinginlik sağlar. Benim için önemini hep koruyacak”.