02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 3 15/2/07 15:23 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 18 ŞUBAT 2007 / SAYI 1091 3 EDİTÖR’DEN Evde kalan ölürmüş Ufuk Uras, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin yeni başkanı. ÖDP’yi neoliberal ve ırkçı politikalardan usananların siyasi adresi olarak gösteriyor. Soldan ve Türkiye’den umutlu. Bu sıkıştırılmış coğrafyada esen sol rüzgârın Latin Amerika’yı da ayakta tutacağını düşünüyor. Yeter ki sokağa çıkılsın. A Ö zgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) beşinci kongresinde genel başkanlığa yeniden akademisyen Ufuk Uras’ı taşıdı. ÖDP bir ilki de başardı ve parlamentoda ancak yüzde 4.4 oranında temsil edilen kadınların parti yönetimindeki söz hakkını yüzde elliye çıkardı. İhtimal bir sonraki kongrede başkanlığı bir kadına bırakacak Uras. “İnadına Aşk, İnadına Devrim” sloganıyla yola çıktığında, eski, yeni bütün devrimcilerin siyasal düşlerini kışkırtmıştı ÖDP. Bu yeniden yakalanabilecek mi? Uras umutlu, yanıtlıyor: Eskiden, biraz da solu tiye almak için “Ne olacak bu Türkiye’nin hali” denilirdi, şimdi “Ne olacak bu solun hali” diye soruluyor. ÖDP kongresinden buna bir yanıt çıktı mı? Öncelikle hatırlatmalıyım ki, biz bu memleketin mağdurlarının, işsizlerinin, yoksullarının, ayrımcılığa tabi tutulanlarının sesi soluğu ve kürsüsü olmaya, solun değişik görüntülerini bir araya getirmeye çalıştık, çalışıyoruz. Kongrede gördüğümüz yoğun ilgi bile bizden çok şey beklendiğini gösteriyor. Hrant Dink cinayetinin sonrasında, bu ülkenin vicdansızları, ırkçı milliyetçileri ile bir arada yaşamı savunanları ayrıştı. ÖDP bu ayrışmanın karşısındaki siyasi adres olarak duruyor. Bu siyasi adreste ne var, ne istiyor, ne vaat ediyorsunuz? ÖDP’ye katılın demiyoruz, gelin ortak iradeyi birlikte kuralım, birlikte siyaset yapalım istiyoruz. Bu çağrınız sosyal demokratları da kapsıyor mu? Sosyal demokrat camiada önemli bir kesimin Baykal’ın, 301’i savunan, linç kültürünü yurttaş tepkisi olarak değerlendiren anlayışına tepki gösterdiğini biliyorum. Yapmamız gereken, toplumu yoksullaştıran neoliberal politikalar ile insanların etnik kimliği temelinde bölen ırkçı, milliyetçi politikalar karşısında, çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı Türkiye mozaiğini savunmak. Bu hat, önümüzdeki süreçte solun önünü açacak. Sizin politikanızı kurarken temel aldığınız mağdurlar ya köktendinciliğe ya da milliyetçiliğe yöneliyor. Bu büyük ölçüde siyasi seçeneksizlikten oluyor. AB ile ABD arasında sıkışmış Anadolu coğrafyasında milliyetçiliğe yönelmenin nedeninin neoliberal politikalar. AB “demokratikleşmediniz” diye bir tokat atıyor, ABD kafanıza çuval geçiriyor, Doğu Berat Günçıkan doğalgazınızı kesiyor. Bu bir milliyetçi travma oluşturuyor. Bunun alternatifini Hrant Dink cinayetinden sonra gördük, insanlar bir başka Türkiye’nin, bu coğrafyanın doğasında bir arada yaşamak kültürünün olduğunu ortaya koydular. Bunu siyaseten taçlandırmak gerektiğini düşünüyorum. Dink’in cenaze törenini bir milat olarak mı görüyorsunuz? Bence Türkiye’nin geleceği orada. Halk kendisiyle yüzleşiyor, kendi vicdanını, aklı selimini, solunu arıyor. Siyasi cinayetlere karşı çıkan insanlar artık ellerini taşın altına koymak istiyorlar. Onlara ortak bir irade, ortak bir adres yaratmamız, ortak bir siyasal zemin tarif ederek, yan yana gelmemiz gerek. ABD’NİN TAŞERONU HALİNE GELDİK Bu çok zor değil mi? O gün yürüyen binlerce kişi evlerine döndü. Bunu 96’da, Susurluk olayından sonra da yaşadık. Vicdan insanları ileriye taşımıyor… Doğru, ama ben bu insanların politikaya çekilebileceğini düşünüyorum. Çünkü günü birlik bir tepki değildi, insanlar hâlâ bu cinayetin sızısını yaşıyorlar. Esas itibarıyla egemen siyasetin, halkı en iyi biz yönetiriz tarzının duvara vurduğunu görüyoruz. Türkiye’de A’dan Z’ye her şey çürüdü. Sorunun palyatif tedbirlerle çözülmediğini herkes görüyor. Türkiye devrimci bir dönüşüm ihtiyacıyla karşı karşıya. Dink’in cenazesine katılan kalabalık bu dönüşümün gerçekleşebileceği umudunuzu mu tazeledi? Evet. 70’li yıllarda siyasetini yaşama adama vardı, bugün bu yok. Bir tür hafta sonu solculuğu, masa başı solculuğu türedi. Oradan da bir yere varılamayacağını gördük. Belki bunun bir ortasını bulmalıyız. Ya karşımızdaki hayata teslim olacağız ya da dönüştüreceğiz. Türkiye'de nicel bir birikim var, nitel olarak da eşikteyiz. Bir sloganınız vardı, “Özel sektörü özelleştireceğiz”. Vardı, çünkü Türkiye’de burjuvazi kapı kulu burjuvazisidir, devletçiliğe karşıdır ama devletten bütün fonları alarak sermaye biriktirir. Bunun faturasını da biz ödüyoruz. AKP de yüzünü bırakın Türkiye sermayesini, uluslararası sermayeye döndü. 2007 yılının bütçesi, çok yıllı. IMF, siz kimi seçerseniz seçin, ben üç yıllık bütçeyi belirledim, diyor. Buna karşı çıkmayan bir siyasi irade bu oyunu kabullenmiş demektir. Vahim olan bunun dış politikada da yaşanması, Ortadoğu batağında tamamıyla ABD’nin taşeronu haline gelmemiz. Biz de ya bu oyunun bir parçası ya da oyunbozan olacağız. Biz oyunu bozalım, bunun sosyal faydasını toplumun bütün kesimleri görecektir. Bu oyunu bozarken dünyanın diğer oyunbozanlarıyla nerede, nasıl buluşulacak? Türkiye’de bir antiAmerikan hassasiyeti var. Bizim, BAK (Küresel Barış ve Adalet Komisyonu) ile başlattığımız hareketin çeperini genişletmemiz gerek. Dünya dengeleri açısından bakarsak, Latin Amerika solunu yalnız bırakırsak uzun süreli dayanamazlar. Ne yapıp edip bu coğrafyada bir sol dalga yaratmalıyız ki ABD emperyalizmi sadece tek cephede, Güney Amerika’daki dostlarımıza karşı değil, çok cephede savaşmak zorunda kalsın. Belki şimdi boşuna konuşuyoruz, küresel ısınma diye bir şey var, başta Kyoto sözleşmesi olmak üzere küresel kapitalizmin tahribatına karşı hemen şimdi bir şey yapmazsak zaten on yıl sonra iş işten geçmiş olacak. Güney Amerika, Türkiye solcularını, Türkiye’de yapılan eylemlerden, çabalardan daha çok heyecanlandırıyor. Chavez, Morales, Marcos birer ikona dönüştürülmüş durumda. Bu biraz enternasyonalizmi aşan bir heyecan değil mi? Bu arkadaşlar film starı değil elbette. İktidara gelmelerinin nedeni işsizler, topraksızlar hareketi gibi çok önemli toplumsal dayanaklarının olması. Böyle bir zeminden hareket etmekte fayda var, ÖDP modeli de öyle bir şey. Bizdeki liderlik, Çingene krallığı gibidir, kendi doğal liderini çıkarır. Çingenelerin tek bir atasözü var, “Evde kalan ölürmüş”. Evde, televizyon önünde devrim yapılmaz, devrim yapmak için sokaklara çıkmak lazım. Latin Amerika’da da 12 Eylül tahribatına benzer olaylar yaşandı, ama oradaki 78’liler geri döndü. Bizde yas uzun mu sürdü? Bizde ise bir mazeret kültürüne dönüştü, ama artık benzer bir geri dönüş zemini var. nnelik sürekli yeniden üretilen bir kavram. Kutsamaların ağdalı örtüsü kaldırıldığında insan doğasının, genel doğayla uyumu denilebilecek kadar basit, sıradan. Bir kadının anne olabilmesi için, ömrü boyunca, taş çatlasın beş yüz ihtimal var. Bir kadın ömrü boyunca beş yüz kez yumurtluyor, bazen tercih kullanıp yumurtasının birini bile anne olmak için kullanmıyor, bazen yumurtalarının bereketinden usanıyor. Kimi zaman da yumurta kadına küsüyor, bazı kadınların gövdesi yumurta üretemiyor. Bazısının da döl yatağı, döllenmiş yumurtayı taşımıyor, taşıyamıyor… Her ne olursa olsun, kadınlık işte bu yumurtayla, yumurtayı taşıma ya da taşıyamama haliyle ölçülüyor! Doğurmayan, doğuramayan kadın köşeye sıkıştırılıyor, “eksik” görülüyor. Kadın çoğu zaman gerçekten bir çocuk doğurmak istediği için değil, “eksikli” olmadığını “üretebildiğini” gösterebilmek için anne olmanın peşine düşüyor. Yoksul hâlâ türbelere gidiyor, bir yerlere çaputlar bağlıyor, zengin yumurtası yoksa yumurta satın alıyor, taşıyamıyorsa kendisi yerine taşıyacak bir başka kadını kiralıyor… İkisinin kederi sadece “fiyatlandırmada” kesişiyor… Televizyon dizisi “Bebeğim”le başlayan taşıyıcı annelik tartışması Türkiye’de bu yöntemin yasak olduğu düşünüldüğünde, erken ya da gereksiz gelebilir, ama iş bu kadar basit değil. Çünkü yurtdışında bu yöntemi uygulayan kadınlar var, hatta doğumu Türkiye’de yapanlar da. Candeğer Muradoğlu bu hafta taşıyıcı annelik konusunu araştırdı, hukukçularla, jinekologlarla, psikologlarla konuştu, hatta ancak bu yöntemle anne olabilecek genç bir kadına ulaştı. Bazı çekinceler, uyarılar var, ancak yönteme tümüyle karşı çıkan yok. Elbette böyle birileri var ve başka yerlerde seslerini duyuruyorlar. Bu, “soy”un gücüne, devamlılığına, “tek”liğine inananların sesi. Aslında taşıyıcı annelik de tam burada tehlike oluşturuyor, çünkü ihtimal kiralık bir rahimden daha fazlası aranıyor, ya da aranacak, taşıyıcı annenin soy özelliklerine bakılacak… Şimdilik, çocuğun kimin olduğu, olması gerektiği sorusu etrafında oyalanılıyor, taşıyan mı, ısmarlayan mı çocuğu hak ediyor? Gücünü, iradesini tümüyle teknolojiye bırakan, doğayla inatlaşan insanın travması da saklı taşıyıcı annelikte. Uzayan ömrü doldurmanın, renklendirmenin yolu olarak anneliği kullananlar da, dünyada her yıl milyonlarca çocuğun yoksulluktan ve yoksunluktan öldüğüne kulaklarını tıkayıp bu yönteme el atacaklar. Dahası, İngiltere’de doğum yaparken ölen taşıyıcı anne Natacha Caltabiano’nun yasını kim tutacak sizce? Berat Günçıkan [email protected] Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] BİR ARADA YAŞAMI SAVUNALIM Can yakıcı bir başka konu: Barış. Aydınların girişimleri, “Ankara Barışını Arıyor” konferansı barışa doğru bir adım, ama Kürt sorununda nihai bir çözüm hep geciktiriliyor… Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda kolaylaştırıcı, etkin bir güç olabiliriz. Sizin söylediğiniz süreçlerde biz de yer aldık. Kürt siyasi hareketini ve Kürt yurttaşlarını dışlayan yaklaşımları sakıncalı buluyorum. Bu tür yaklaşımlar soldan da var, o yüzden “Bir arada yaşamı savunalım” kampanyamızın Türkiye’nin geleceğinin teminatı olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu AB’ye ya da ABD’ye havale ederek çözemezsiniz. Bunu çözeceksek, biz, Anadolu topraklarında çözeceğiz. Dağdan ovaya inme lafı çok ediliyor, ama önce ovayı, siyaseti sivilleştirmeliyiz. Siyaseti sivilleştirecek bir irade ortaya koyacak adres bugün görünmüyor. ÖDP’yi, süpürge gibi naif sayılabilecek eylemlerle tanıdık, bundan sonraki eylem haritasında neler olacak? Ben eylemlerimizi naif bulmuyorum, sağlıklı işler yaptığımızı düşünüyorum. En son Bursa’da, çiftçilerin de desteğini alarak Cargill’e karşı çok düzgün bölgesel mitingler yaptık. Bunları yaygınlaştıracağız. Fındık yürüyüşü gibi, değişik alanlarda uluslararası şirketlerin yol açtığı tahribata kadar çalışmalarımız var. Zaten siyasal solun başarısı sosyal bir sol inşa etmekten geçiyor. Peki, nasıl bir ÖDP’li, ya da ÖDP’li kim? Dondurmam Gaymak filmini izlediniz mi? Hayır. O filmde ÖDP’li bir insan profili var, oturuyor ve habire eleştiriyor. Bir de dondurmacı var, uluslararası dondurma tekellerine karşı mücadele ediyor. Gerçek ÖDP’li işte o.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle