02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 3 EYLÜL 2006 / SAYI 1067 Keşfettiğim en güzel şey yalnızlık Aşk, acı, suç ve ceza... Bunlar Zeki Demirkubuz'un filmlerinin vazgeçilmezleri. Onu bu konulara çeken ise, anlaşılamayana duyduğu ilgi. Filmlerini yanıtlardan çok sorularla doldurmasının nedeni de, bu. Popüler kültür karşıtı olarak algılanmaktan rahatsız. Çünkü ona göre bu, bir bedel meselesi. Kendisi mi? "Belki kibirli biriyim, bu yüzden böyleyim" diyor. Demirkubuz 17 Kasım'da son filmi "Kader" ile sinemaseverlerin karşısına çıkacak. Blok, Masumiyet, Yazgı, İtiraf, Bekleme Odası... Hepsi birer Zeki Demirkubuz filmi... Ortak noktaları içsel hesaplaşmalar yapan ve aşk acısı çeken kahramanlar. Demirkubuz, bunlara bir yenisini daha ekledi: "Kader". Bekir ve Uğur'un gençlikleri, yani Masumiyet'teki kişiliklere dönüşmeden önceki halleri. Masumiyet'i izleyenler için bir geri dönüş, izlememiş olanlar için de başlı başına bir aşk hikâyesi. Film,16 23 Eylül'de 43. Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne gidecek, 17 Kasım'da da sinemalarda gösterime girecek. Zeki Demirkubuz'la filmi, yönetmenliği ve hayatı üzerine konuştuk. Demirkubuz'un tatlı bir telaşı daha var: "Yazgı". Filminden değil, daha bir ayını doldurmamış kızından bahsediyoruz. "Kader"in çekimleri bitti. Seyirciyi ne bekliyor? "Kader", "Masumiyet" filmindeki kahramanların, Bekir ve Uğur'un 25 yıl önceki durumlarını anlatıyor, birbirlerini görmelerini, âşık olmalarını, Masumiyet’teki Bekir ve Uğur’a dönüşmelerini... Genelde ikinci film devam niteliğindedir, ama siz başa dönüyorsunuz. Neden? Filmlerimi, belli bir programla yapmıyorum. O zamanlar "Kader"in senaryosunu becerememiştim. Aradan geçen zaman, "Masumiyet" gibi bir referans olması, giderek beni buna yakınlaştırdı. "Masumiyet"i bilenler, onun başlangıcı olarak seyredecek, onu izlemeyenlerse, bir aşk hikâyesi olarak. "Kader"in diğer filmlerimden bir farkı var, bu zamana kadar yaptığım en yüksek bütçeli film. Hatta bütçesi, üçdört filmimin bütçesi kadar. Bütçenin büyüklüğü riski arttırıyor, bu da gişe kaygısı yaratmıyor mu? Yok, yok… Gücüm, olanaklarım vardı, kullandım. Zaten gelirgider meselelerini hesap edebilecek kapasitede bir insan değilim. C Esra Açıkgöz Sinemayı para ve şöhret için yapmadığınız ortada. Sizi sinemaya yönelten nedir? Rahip de değilim tabii... Her insan gibi benim de beklentim var, yoksa Allah için de yapmıyorsam, niye çekeyim bu kadar filmi? Kimse de film çeksin diye beni beklemiyor. Ancak bunların bir amaç haline gelmesini, film yapma duygusunun önüne geçmesini ahlaki bulmuyorum. Seyircinin istekleri doğrultusunda film yapmam, ama beğenilsin isterim. Şunu oynatayım, göz önünde olur, diye kılımı kıpırdatmam, ama filmlerimin satmasını da isterim. Bu iki zıt şey bir arada olmayacağına ve kişiliğim, gururum, ahlaki sorunlarım da önemli olduğuna göre, kendime göre davranırım. Bu biraz militanca bulunuyor. ACI İÇSEL BİR ŞEY... Şimdiye kadar hiç ödün verdiğiniz olmadı mı? Olmadı desem, kahraman portresi çıkar, ama istemediğim hiçbir şey yapmadım, inanmadığım tek kare çekmedim. Bu övünülecek bir şey değil, sadece ben çok bencil, kibirli biriyim, onun adına söylüyorum. Aksini yapmaya sıkılırım. Sanki hiç hırsınız yokmuş gibi konuşuyorsunuz... Şöyle söyleyeyim, insanların bütün kötü yönleri bende de var, ama bunları kendi dünyamda yaşamayı, dizginlemeyi, kimseyi rahatsız etmemeyi, kendimi utandırmamayı öğrendim. Sadece filmlerim ortadadır, onlar tartışılır. Filmleriniz ne kadar sizsiniz? Onları toplayan, bir mantığa, kurguya tabi tutup aktaran ben olduğuma göre, büyük ölçüde. Filmlerinizde hep bir acı çekme hali var, acıyı fazla yüceltmiyor musunuz? Kader. Gelelim, oyuncu seçiminize... Popüler kültürden uzak durmaya çalışan biri olmanıza rağmen, "İki Genç Kız" filminde çok konuşulan Vildan Atasever'i neden seçtiniz? Vildan’ın popüler kültürdeki karşılığını bilmiyorum, "İki Genç Kız"daki hayat duygusu bana iyi gelmişti, ses tonundaki tuhaflık, canlılık "Kader"deki karakterle örtüşüyordu. Oyuncu seçerken ilk duyguyu alırsam, kim olursa olsun oynatabilirim. Üstelik popüler kültürün karşılığı biri değilim, böyle tanımlanmaktan hoşlanmıyorum. Ben film yapmaya kültürel sistemle savaşmak için değil, kendimi ifade etmek, derdimi anlatmak için başladım. Popüler kültürle uğraşanlar iyi ya da kötü bana bir şey ifade etmez. Bu bir bedel meselesi. Onlar bunun bedelini ödüyorlar. Belki ben kibirli biriyim, bu yüzden böyleyim. Film, Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne katılacak. Festivalden ne bekliyorsunuz? Başkalarının iradesi altındaki bir şeyden, bir şey beklememeyi öğrendim. Bence bir filmi gerçekleştirme ve değerlendirme süreci var. İlki iradenizin geçtiği bölüm, film çıktıktan sonra, sadece sonuçlara katlanmak kalır. Bu sizi kızdırıyor mu? İlk filmlerimde, sinemaya ait beklentilerim, ideallerim olduğu dönemde sinir bozucu oluyordu, ancak uzun süredir olmuyor. İşin kuralı bu. Üstelik bir insanın nerede varolup, nerede sınırlara tabi olacağını öğreneli epey oldu. Beklenti denilen duyguyla da uğraştıktan sonra hâlâ bu konularda ısrar etmem. Benim için acı daha içsel. Filmlerime gelince, evet, kahramanlarım genel olarak bir inancın, beklentinin acısını çekiyorlar. Özellikle de aşk acısını. Doğru bir kişilikse, varoluş derdi varsa, acının insana bir anlam verdiğine inanıyorum. Dostoveyski’nin dediği gibi, "İnsanlık eylem yoluyla değil, acı yoluyla kurtuluşa ulaşacaktır". Tabii bunu mazoşist bir mutlakiyetçiliğe getirmemeli. Neden özellikle aşk acısı? Bilinmeyene, anlaşılmayana duyduğum ilgi, anlaşılamayanı anlatmaya çalışmak, filmimi cevaplardan çok sorularla bezemek... Politik filmler çekmememin, dönemsel konularla ilgilenmemin nedeni de, biraz bu. Sanki politikadan özellikle uzak duruyorsunuz. Hayır, ama taraf olup, bunun üzerine film yapmayı kendime yakın bulmuyorum. Yoksullar filmlerimde zaten var, ama yoksul, yoksul olduğunu biliyor, zengin onu sömürdüğünü. Bu bir güç savaşı, sinema yardımcı olamaz. Bence politik olmak bir tür dogma, inanç insanın gücünün bittiği yerde başlar. Ben inançsız, her şeyi sorgulayan biriyim. 17 yaşımda hapse girdiğim, kendimi Marksist olarak tanımladığım ve öyle yargılandığım dönemde bile, içimde bir inanç yoktu, ancak hayatta bazen gücünüze, deneyiminize göre taraf olmak zorundasınız. Bu büyük bir yalnızlık getirmiyor mu? 42 yaşımdayım ve keşfettiğim en güzel şey yalnızlık. ZEKİ DEMİRKUBUZ OLUNCAYA KADAR Masumiyet. Isparta’da beş yaşında, galiba "Jilet Kazım"ı izlerken üzerime doğru gelen araba perdeyi geçip beni ezecek sanmıştım. O sahnede, insanların tabanca çekip perdeyi vurduğunu duymuştuk. İçimi acıtan ilk filmler ise, Yılmaz Güney’in "Baba"sı ve "Hayat mı Bu?" filmiydi. Aşk duygusunu ilk defa onla hissetmiştim. Cüneyt Arkın'ı çok severdim, filmde 50 adam öldürürdü, ben 500 diye aktarırdım. İzlemeyen arkadaşlara filme yeni sahneler ekleyerek anlatırdım. Böylece, zor duruma düştüğümde iyi yalan söylemeye başladım. Hayat duygusu geliştikçe, Yılmaz Güney’in filmlerinin değeriyle tanıştım. Sosyalist olmamın tek nedeni gururumdur. Hep sosyalistler haksızlığa uğrar, acı çeker, dövülürdü. Ben de inandığım için değil, onları daha iyi insanlar olarak gördüğüm, sevdiğim için hep yanlarında yer aldım. Bu, kaderim oldu. CUMHURİYET 08 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle