22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 EYLÜL 2006 / SAYI 1067 7 Barış mümkün eğer istenirse... smail Gülel, doğduğundan beri Korkuteli’nde yaşıyor, ancak son yıllarda yaşamı çok zorlaştı. Neden ne enflasyon, ne de para. Neden, ilçede yükselen milliyetçilik. Korkuteli’nde yaklaşık bin beş yüz Kürt yaşıyor. Bir hafta önce, gündüz biri Türk, biri Kürt iki kişinin şahsi sorunlarıyla başlayan kavgada 10 kişi yaralanıyor. Akşam olduğunda meydanda toplanan 1500 kişi, 18 işyerini talan ediyor. Üstelik bu gerginlik yılda biriki kez tekrarlanıyor, ancak son zamanlarda iş çığırından çıktı. Gülel’e göre, özellikle 80 sonrasında ekilenler biçiliyor, "16 bin nüfuslu ilçede, bir bakıyorsunuz gün ortasında iki bin kişi toplanmış, nerede etnik kökeni farklı bir insan buldularsa ona saldırıyorlar" diyor. Neden mi? Kimi zaman halay çekilmesi, kimi zaman iki küçük çocuğun kavgası. "Özellikle Türk aydınlardan bu soruna sahip çıkmalarını bekliyoruz" diyor, "Ben ilçemde kendimi ifade edemiyorum, mücadelemi vermeye kalktığımda hemen başka yöne çekiliyor." İ Esra Açıkgöz 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü. Birkaç gün öncesinde Korkuteli’nden İsmail Gülel aradı, ilçede yaşamanın giderek zorlaştığından yakındı, aşırı milliyetçilerin soluk aldırmadığından… Telaşlıydı, oysa barış birkaç kez denenmiş, aynı acıların İsmail Gülel. yaşandığı keşfedilmiş ve sükunet korunmuştu. Şimdi yine insanlar elleri tetikte bekliyor ve Gülel “Lütfen bir şeyler yapın”diyor. dur’a getirmiş. Oradan da kamyonlarla Korkuteli ve Elmalı başta olmak üzere farklı yerlere dağıtmış. Başlarda o köylerden çıkmaları bile yasakmış. Bu 500 hane belli merkezlerde toplanarak, koloniler şeklinde yaşamışlar. Birer göz evleri kiralayarak ya da birilerinin yanına ırgat girerek yaşamaya çalışmışlar. Babamın babasının Korkuteli’ne geldiğinde dört çocuğu varmış. Babam da bunlardan biri. Altı yaşındaymış. Aileler genelde kahveci, kamyoncu ya da lokantacı olmuş. Dedem, 40 yaşından sonra Korkuteli’nde bel küreği ile ırgatlıkla hayata sıfırdan başlamış." Bundan sonraki hayatı, Elmalı’da geçiyor Kinkuş’un. Altı çocuğuna, kumasının altı çocuğu da ekleniyor. Bir de sürgün döneminde annesiz kalan dört bebeği büyütüyor. Elmalı’da Ayşe ana olarak çağrılması biraz da bu yüzden. Onca yaşadıklarına rağmen içinde nefret büyütmüyor. Kinkuş'un 40 torunundan biri İsmail Gülel, ailenin de ilk yüksekokul bitireni, bu yüzden de onu diğer torunlarından ayırıyor. Gülel, "Elmalı’da bir yokuşun tepesinde dayımın üç katlı bir evi vardı, anneannem onun alt katında 114 yaşına kadar yaşadı. Orada gün aşırı ekmek yapar, tereyağını, peyniri ekleyip sokaktan kim geçerse, hiç ayrım gözetmeden onu doyururdu. Son 34 sene elden ayaktan düştü. Mezar taşına ‘Kinkuş doğdun, Ayşe ana olarak öldün’ yazdırdık. Bu coğrafyayı en iyi o ifade ediyor. Kimse doğduğu gibi ölemiyor" diyor. kiyle, hepsi Demokrat Partili oluyor. Sonraki yıllarda da aynı çizgi sürdürülüyor, Adalet Partisi, Anavatan ve DYP... 70’lerden sonra, İsmail Gülel’in kuşağıyla, yerli halkla kaynaşıyorlar. Yine de çocukluğunda kuyruklu Kürt diye dalga geçildiği zamanları da yaşıyor. "Onurumuza dokunurdu, küserdik. Daha sonra okulda başarılarımız, doğru duruşumuz pek çok arkadaş edinmemizi sağladı" diyor. Zamanla iki taraf arasında kız alıp vermeler de başlıyor. İlk evlenenlerden biri de Gülel. Ancak bu o kadar da kolay olmuyor, önce karısının ailesini ikna etmek gerekiyor! Sorunlar, 1985’te Güneydoğu’da çatışmalar yoğunlaşıp ilçeye de cenazeler gelmesiyle başlıyor. Her iki tarafın birbirini kolladığı, sokaklara çıkamadığı bir süreçten sonra, 1995’te bir ilçeye gelen Kürt bir askerin cenazesi bıçakların kınına sokulmasını sağlıyor. En azından geçici bir süre… "Erzurum’da askerlik yapan bir akrabamızın çocuğu, çatışmada öldürüldü. Bir anda dengeler bozuldu" diyor Gülel. "Akrabamız cenazede ‘Bu memleket için bir oğlum öldü, dokuzu daha feda olsun’ diye konuşunca MHP ve en aşırı milliyetçi kesimlerde şapkalar öne düştü, Türkiye gerçeği ortaya çıktı. Herkes 56 yıl suspus oldu, gelen cenazeler birlikte kaldırıldı". 2000’de tekrar huzursuzluklar başlıyor. Bu, Gülel’in büyük kızının okula başladığı dönem. Okulda dışlanıyor. "İlkokulu bitirince, durumumuz iyiydi, bir özel okula verdik. Her şeye rağmen o baskının kişiliğindeki etkisi sürüyor" diyor. Sonraları ortam bir geriliyor, bir yumuşuyor. Gülel bugün yaşananları şöyle anlatıyor: tiler. Geçen yıl 8 Eylül’de bir cenaze geldi. Hakkâri’de bir çatışmada, bir Korkutelili çavuş ve Bitlisli er ölmüştü. Biri Türk, biri Kürt olmasına rağmen, Korkuteli’nde yine huzursuzluklar başladı. En son çatışmalar, kavgalar üç gün sürdü. Çok hunharca, insanlık dışıydı. Sadece halay çektiği için bir Kürt’ün evi basıldı, kerpiç binanın duvarlarını, kapı, pencerelerini söktüler. Jandarma zor durdurdu. Biri Zeybek oynamış, biri halay çekmiş, biri Horon tepmiş. Bizim coğrafyamızın zenginliği bu, ne olmuş?" Korkuteli, refahın yüksek olduğu bir ilçe. En büyük gelir kaynağı ise, meyvecilik ve kültür mantarı üretimi. DENGELER BOZULUYOR... Oysa 1936’dan beri Korkuteli’nde yaşıyor Gülel ailesi. 1940’tan beri de aynı mahalledeler. "Ben tam bir mozaiğim" diyor Gülel, haksız da değil. Anneannesi Kinkuş Ermeni, babası Sasonlu bir Kürt, annesi Korkutelili, anadili Türkçe olan bir Kürt. Kinkuş, İsmail Gülel’in tahmine göre, 1890 doğumlu. Adını, Güneydoğu’da iki bin metre yüksekte yetişen bir çiçekten alıyor. Silvan’da çok zengin bir ailenin kızı. Babası, 1900’lü yılların başında ilk Ermeni çatışmaları başladıktan sonra, zenginliği yüzünden öldürülüyor. Kardeşleri Suriye’ye kaçıyor. Kaçarken, annesi ve annesinin sırtında taşıdığı kardeşi vu BEN DEĞİLSEM, KİM KORKUTELİLİ? Bu yüzden de göç alması aşırı milliyetçi kişileri rahatsız ediyor. "Yaşanacak bir tane Korkuteli var, yaşanacak bir tane Türkiye Cumhuriyeti coğrafyası var" diyor Gülel, "Bu coğrafyada kardeşçe yaşamak varken, neden kavga edelim, neyi paylaşamıyoruz, anlamıyorum. Doğup büyüdüğüm topraklarda üstüme düşeni fazlasıyla yerine getirdiğimi düşünüyorum. Kazandığım parayı, ilçeme yatırıyorum. Dedemin, amcalarımın mezarı Korkuteli’nde. Babam da, ben de askerlik yaptık. 25 yıldır devlete vergi veriyorum. Özellikle Akdeniz sahilinde müthiş bir silahlanma var. Niye bu silahlar? Benim toprağım değilse, ben Korkutelili değilsem, kim Korkutelili?" ruluyor, Kinkuş’un hayatta kalmasını ise, arkasına saklandığı çalılar sağlıyor. Kardeşleri onu bulup çok güvendikleri bir Kürt ağasına emanet ediyorlar. Böylece Kinkuş, Ayşe oluyor. Sonra da ağanın oğluyla evleniyor. Sürgünden kurtuluyor, ama 1936’da tarihe Sason isyanı diye geçen olay yüzünden Kürtlerle birlikte yola çıkıyor. "Namus olayı yüzünden köyde, devlet güçleriyle bir çatışma çıkmış" diyor Gülel, "Bu giderek büyümüş ve aylarca sürmüş. Çatışmadan sonra 1936’da devlet o bölgede isyana katılan bütün köyleri boşaltıp Kürtleri trenlere doldurup Bur GEÇEN YIL 8 EYLÜL’DE... "Belediye başkanlığını MHP’li Adnan Uğurlu kazanınca, herkes olumsuz şeyler olacağını bekliyordu, ancak, olmadı, tersine Kürtlerle çok sıcak ilişkiler kurdu. Hatta ikinci seçimde Kürtlerin büyük bir kısmı ona oy verdi. Korkuteli ilçe başkanı da aynı duyarlılığa sahipti. Bundan önceki olayları yatıştıran da oydu. Bu defa MHP içinde bir hazımsızlık gelişti. İkisi de istifa edip, AKP’ye geç YERLİ HALKLA KAYNAŞMA Sürgünü tek partili dönemde yaşadıklarından CHP’ye duydukları tep PAZARIN PENCERESİNDEN Astorya ve Waldorf... G ece yarısı, ateşböcekleri, havuzun çevresini tavaf ediyorlardı. Waldorf yavaş, aksak adımlarla komşu bahçenin duvarının dibine kadar yürüdü. Az sonra Astorya duvarın tepesinde belirdi, oradan Waldorflar’ın bahçesine kayıverdi. Geciktim, dedi, kusuruma bakma. Ay tepsi gibi, bu gece ortalık aydınlık... Hem görecekler diye ödüm koptu, hem de bir sürü yarasa uçuşuyor... Onlardan korktum! Son zamanlarda biraz gergindin! Evet. Bu ara bir gebelik testi daha yaptırdım... Sonuç yine olumsuz! Birimizin kısırlıkla ilgili bir sorunu olmalı. Ben bunu düşünmek dahi istemiyorum... Elâlemin yüzlerce çocuğu varken benim bir tane bile olmaması kahredici! Waldorf, denizaltı periskopunu andıran gözlerini, Astorya’ya çevirdi: Denemediğimiz öneri, uymadığımız tavsiye kalmadı: Bahçede lahana bırakmadık, bütün havuçların yapraklarının ucunu kemirdik, artık para biriktirip bir kadındoğumcuya, bir de üroloğa görünmeliyiz! İşin berbat yanı, ikimizin de bu iki uzmana gitmemizin gerekmesi... Düşünüyor musun: İlk adım, bize dört doktor muayenesi masrafına yol açacak! Neden? Çünkü biz iki cinsiyetliyiz de ondan! Her felaket gelir, beni bulur! Saçmalama; sülalende böyle iki cinsiyetli, hermafrodit olmayan var mı? Ondan babana da “babaanne” demiyor musun? Ama garajın orada yaşayan kardeşim benim “babaanne” dediğime “Annebaba” diyor... Çünkü kardeşin oluşurken, senin baban döllenen, anan da dölleyen olmuş! Astorya, ayışığında nefis gerdanı, ucunda simsiyah gözlerinin yer aldığı hassas uzantıların dibindeki dokumaçları ile öyle güzel görünüyordu ki Waldorf dayanamadı, “Gel bu güzel gecede bir kez daha canı gönülden deneyelim... Belki tuttururuz da bu kadar fazla doktor parası vermek zorunda kalmayız!” dedi. Ama ben bu gece regl oldum! Öyleyse bu akşam sen, baba ol! İki evsiz, kabuksuz, orta gelirli sümüklüböcek duvarın dibinde uzun uzun öpüştüler. Astorya, Waldorf’un şevkini arttırmak, döl bereketini çoğaltmak için neler söylemedi ki? Yumuşakçaların en yumuşağı Waldorfum benim! Sen bu memlekette başbakan olmalıydın! Fındık yetiştirenlerin sorunlarını bir günde çözer, ordudan uzaklaştırılma kararlarına ne güzel şerhler koyar, bizlere çağ atlatırsın! Bu sözler, Waldorf’u olumlu etkileyeceğine, ucunda göz, emeç, tutamaç vb. olan tüm uzantılarının boyunlarını büktü, baba adayının keyfi kaçtı. Astoria bu feci durum karşısında hemen “b” planını yürürlüğe koyarak sevgilisini çağdaş değil tarihi büyükleri anarak yüreklendirmeye çalıştı: Sen Sezar gibisin: O Roma’daki her erkeğin karısı ve her kadının kocasıydı... Sen de bu bahçenin her salyangozunun... Öyle deme Astorya, sen varken gözlerim başkasını görmez! Kıpırtaları algılayıp o yöne bakan bir kirpi, kimin kime ne yaptığını anlamadı, havuzun kenarında duran bir kurbağaya sordu; o da işin içinden çıkamadı. “Sen ki,” dedi Astorya, “Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadoluhisarı’nın, Sütlüce’nin, Beykoz’un ve Kuzguncuk’un, Yemen’in, Dülkadir Beyliği’nin soyu sopu cengâver dolu hükümdarısın; gel beni içinde bulunduğum bu kötü durumdan kurtar!” Bu sözler Waldorf’u etkiledi: Astorya’yı dörtbaşı mamur kavradı: “Fransuvam benim!” *** İki hafta sonra bir gece o bahçelerin sakinleri o güne dek duymadıkları bir şakımayla uyandılar. Çoğu bülbül sandı. Oysa, bu şarkıyı söyleyen, sevdiğinin hamile olduğunu öğrenmiş olan Waldorf’tan başkası değildi. CUMHURİYET 09 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle