02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 9 CMYK 24 EYLÜL 2006 / SAYI 1070 9 İstanbul, biraz büyü, biraz kaos otoğraflarda gördüğümüz kent manzaraları, içimizde gidip oraları görmek için şiddetli bir istek uyandırır. Fotoğraflardaki cazibeli sokaklarda yürüdüğümüzde, büyü kendi kendini imha eder. Birbirine kornayla küfreden otomobiller, taşkın tavırlarıyla, gruplar halinde gezinen ergenler, yürüdükçe nemlenen alınlar, kollar, boyunlar... Kaosla, hatta sıradan ifadesiyle ‘keşmekeş’le yüzleşiveririz. 31 Ekim’e kadar sürecek 1. İFSAK Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali Türkiye’den ve yurtdışından birçok sanatçının katılımıyla işte bu kent tahayyülünü konu ediyor. Bienal’e İngiltere’den katılan Vehbi Koca, Hırvat fotoğrafçı Bianca Kadic, Çek fotoğrafçı Michal Macku, Rus fotoğrafçı Gueorgui Pinkhassov ve Bienal’in düzenleyicilerinden Loris Medici’ye kenti ve fotoğrafı sorduk. F Ebru Karacan MICHAL MAKU Kent size ne ifade ediyor? Kenti sevdiğim söylenemez, insanı ve doğayı seviyorum. Peki insanın kaosunu fotoğraflıyor musunuz? Benim ana motifim kaosun dışındaki insana ulaşmak. Kaos hep yüzeyde gerçekleşir. Ben ise, daha derini arıyorum. Aslında bunları İngilizce anlatmaya çalışmak zor hatta anadilimde bile anlatamam. İşlerimin başladığı yerde artık sözcükleri kullanmak anlamsız geliyor. İstanbul’u nasıl buldunuz? İstanbul’u ben bulmadım, o beni buldu. İstanbul kaosunun kaynağı nedir sizce? Çok fazla değişik kentte bulundum, ama bunlar çoğunlukla Avrupa ve Batı kültürüne ait şehirlerdi. İstanbul’da daha doğuya ait bir sistem var, bana bu kaotik geliyor. Türkler kaotik mi? Türkler Avrupalılara göre daha sakinler. Türklerin ayakları daha çok yere basıyor, daha kendini bilen insanlar. M. Maku. L. Medici. Vehbi Koca’nın çalışması... LORIS MEDICI Ben, bienal düzenleme kurulundayım, dört sergilik bir organizasyon düzenledim. Temayı seçerken eski ve alternatif baskı teknikleri kullanan sanatçıları bir araya getirmek istedim. Günümüzde her şey sayısal yöntemlerle basılıyor, ben büyü temasından yola çıkarak fotoğrafın büyüsünü yeniden anımsatmak istedim. El işi içeren sergiler toparlamaya çalıştım. Örneğin, Michal Machu’nun dışavurumcu güzel işleri var. Sandy King karbon baskı tekniğinde dünya çapında üstat. Galina Manikova yerleştirme işleri yapıyor, seramik ve kumaş üstüne çalışıyor. Keith Gerling, alanında bir numara, Gum Dichromate baskı türü yapıyor. Ayrıca, bu işlere meraklı olanlar için üç workshop düzenliyoruz. Bence kenti kaotik yapan ondaki dinamizm. İstanbul’un kaosu ise özellikle çeşitlilikten doğuyor. Bir sistem içinde yaşanması bekleniyor ve arzulanıyor. O sistem aslında o kadar karmaşık ve değişkenler öyle çok ki, sistem hiçbir zaman kendini kuramıyor. Kaos orada oluşuyor. İstanbul ilk kez bir fotoğraf bienaline ev sahipliği yapıyor. Konu: Kent: Kaos ve Büyü. Sergilerin mekânları Darphanei Amire, Kargart, Karşı Sanat, İFSAK salonları, Şehirhatları Barış Manço vapuru, Taksim, Kadıköy, Sultanahmet, Bakırköy meydanları, KadıköyPendik minibüsleri... Çok sayıda uluslararası fotoğraf sanatçısını ve işlerini de ağırlayan bienal, kentlerin kaotik hallerine dikkat çekiyor. Peki, İstanbul ne kadar kaotik? İşte bienale katılan sanatçıların gözünden İstanbul... V. Koca. otik hali seviyorum, çünkü yarayıcı olmak için insana çok şey katıyor. Kaotik olanı sevmeyen insanlar zaten banliyölerde, çiftliklerde yaşıyorlar, kendilerini yalıtıyorlar, dağlara çıkıyorlar. Ben kaosa bayılıyorum. İstanbul nasıl bir şehir sizce? Çok Akdenizli bir şehir. Bütün şartlar, koşulları görebiliyorsunuz, çok hareketli, çok ışıklı. İstanbul tevazu demek benim için. Bienal’de Tokyo’da çektiğiniz fotoğraflar sergileniyor. Tokyo ile İstanbul’u karşılaştırır mısınız? Şüphesiz Tokyo da çok kaotik bir metropol. Japonlar son derece mükemmeliyetçi insanlar, Japonya çok steril bir ülke, her şeyin kusursuz ve etik olması gerektiğine inanılıyor. Tokyo’da bazı şeyler gizli, İstanbul’da ise her şey biraz daha açık görünüyor. Tokyo’da bazı şeyleri keşfetmem gerekti. İstanbul’da ışıklar çok farklı. Aslında ben işin kaos yanıyla daha çok ilgilendim. Londra bana pek büyülü gelmiyor. Orada görsel ve yapısal bir kaostan çok, psikolojik bir kaos yaşanıyor. Londra’daki tren bombalamaları olduğunda toplum çok değişti. Yabancıların, oradaki etnik toplumların konumu tekrar sorgulanmaya başlandı. Irkçı birtakım davranışlar ortaya çıktı. Londra, orada yaşayan bir yabancı olarak, size karşı yabani mi? Kent, içinde demokratik yapılanmasıyla sosyal oluşumlarıyla insanı mutlu eden, insanı içinde rahat ettiren bir yapılanma olmalı. Londra çok daha kaotik oldu artık, yabancıların rahat edebildikleri, çağdaş, modern bir kent görünümünden çıktı. Bunu sokakta, özellikle metroda görebiliyorsunuz, yabancı olduğunuzun farkına varıldığında yüzünüze daha dikkatli bakılıyor. Bunu hissetmek için orada olmak gerekiyor. Peki ya İstanbul? 29 yaşıma kadar İstanbul’da yaşadım. İstanbul’u bildim bileli kaotik bir kent, ama ben bu kaotiğin içinde ayrı bir dinamizm ve estetik bulurum. Beni rahatsız eden tek şey trafik olsa da İstanbul mistik kaosuyla beni hep çekmiştir. Londra, New York, Berlin, Paris birçok yer dolaştım, ama İstanbul çok farklı. BIANCA KADIC Bienal için kentin kaosu ve büyüsüyle bağlantılı sekiz fotoğraf getirdim. İşlerim kaos, yabancılaşma, bireysellik ve büyü gibi konular hakkında. Çıkış noktam ise insanların büyük kentte yaşadığı yabancılaşmayı, bir yandan da bireyselliklerini dışa vurma yollarını göstermek. Şehrin bazen acı veren bir yanı olan anonimliği, aynı zamanda insanlara kendi olma özgürlüğünü de veriyor. İstanbul’a dair ilk izlenimim açık bir şehir olduğu. Atmosfer çok hoş, insanı buyur ediyor, kucaklıyor sanki. Kentin yıllar, hatta yüzyıllar içindeki gelişimini ilk bakışta görmek çok hoşuma gitti. Bana göre bir şehri kaotik yapan, deli insanlar... Şaka bir yana şehir planlaması bana göre şehri kaotik yapan en önemli öğe. Bence İstanbul Paris gibi diktatoryal bir biçimde gelişmemiş, Londra gibi organik biçimde gelişmiş. Birbirinden çok farklı insanların bir arada özgürce yaşaması da bir başka önemli etken. B. Kadic. GUEORGUI PINKHASSOV Kent kaos mudur? Evet, çünkü hayat da kaotiktir. Fotoğraf çekmek yaşamın ve kaosun içinde birbirleriyle uyumlu türleri görmek ve seçmektir, onları bir araya getirmeyi öğrenmektir. Ka VEHBİ KOCA Siz Bienal’in Londra ayağının küratörüsünüz... Londra büyülü bir kenti mi yoksa kaotik mi? “Kâğıt Gemi”yle Lyon yolculuğu Özlem Altunok N oland Projesi, farklı ilgi alanlarına sahip üç arkadaşın, kendi halinde, ortak bir çalışma alanı. Esra Yurttut, Burak Kolcu ve Emre Nişancı, 2004’ten beri müzik, dans, video, performanstan oluşan gösterilere imza atıyorlar. Son projeleri “Kâğıt Gemi”yle Lyon Dans Bienali’ne davet edilen ekibe, bu gösteride dansçı Kerem Kelebek de eşlik ediyor. Kent hayatının açmazlarını, keşmekeşini anlattıkları “Kâğıt Gemi”nin koreografisi Esra Yurttut’a, videoları Burak Kolcu’ya, müzikleri ise Emre Nişancı ve Özgür Kurcan’a ait. Noland Projesi’yle Lyon yolculuğu öncesinde konuştuk. Noland Projesi nasıl bir oluşum? Esra Yurttut: Sabit kadromuz üç kişiden oluşuyor; ben, Burak Kolcu ve Emre Nişancı. İlgi alanlarımız ve yaptığımız işler paralelinde içinde dans, müzik, performans, video çalışmalarının yer aldığı projeler oluşturuyoruz. Kadro ise projeye göre daha kalabalık olabiliyor. Öyleyse size bir dans topluluğu demek doğru olmaz... Burak Kolcu: Şimdiye kadarki işlerde hep dans ön plandaydı, ama bu, başka işler yapmayacağız anlamına gelmiyor. Ben sinematelevizyon okudum, Esra bale ve mo dern dans eğitimi aldı. Emre de performans ve müzikle ilgileniyor. Noland Projesi de 2004'ten beri birlikte ürettiğimiz çeşitli işlerin ortak adı. E. Yurttut: Aslında yakın zamana kadar bir adımız ya da grup kimliğimiz, daha doğrusu böyle bir isteğimiz yoktu. Bu sene itibarıyla, yani Lyon Bienali’ne davet edilince Noland Projesi adını aldık. Tarifi, kalıbı belli bir grup değiliz. Fazla plan yapmadan, kendi akışımızda ortak işler üretiyoruz. Şimdiye kadar hangi işleri yaptınız? E. Yurttut: İlk işimiz “Saat Kaç” zamanı sorguladığımız dans, müzik, performans ve videodan oluşan bir çalışmaydı. Daha sonra bendir ve viyolonsel eşliğinde, mum ışığında dans ettiğim “İki” ve bir de “5’i 1Yerde” diye bir projemiz oldu. Son olarak da “Kâğıt Gemi”nin ilk versiyonu diyebileceğimiz “Dürbün”ü yapmıştık. “Dürbün”, “Kâğıt Gemi”ye nasıl dönüştü? B. Kolcu: Kent üzerine bir çalışma olan “Dürbün”ü geçen yıl Fransız Kültür Merkezi’nde sahneledik. Fransız Kültür Merkezi’nin kültür başkanı Arnaud Littardi, gösterinin kaydını Lyon Dans Bienali'ne gönderdi. Bienalin konseptinin kent olması da işimizi kolaylaştırdı. Siz bu çalışmaya nasıl dahil oldunuz? Kerem Kelebek: MSÜ modern dans bölümünden mezunum, son bir yıldır da Fransa Ulusal Çağdaş Dans Okulu’nda burslu okuyorum. “Dürbün”de de birlikte çalışmıştık. “Kâğıt Gemi” gündeme geldiğinde önceki kayıtları izleyerek ve yeni eklemeler yaparak ortaya daha oturmuş bir iş çıkarmaya çalıştık. KENT VE TEKDÜZE HAYATLAR Diğerleri gibi “Kâğıt Gemi”nin koreografisi de size ait. Nedir bu projelerin ortaklığı? E. Yurttut: Şu ana kadar içimle olan dertlerimi anlattım. Henüz kendimin ötesine geçebildiğimi düşünmüyorum. Yine de her işte farklılaştığımı görüyorum. “Kâğıt Gemi”de tekdüze hayatlara dair tespitlerimi anlatmak istedim. İyi hayatlar yaşadığımızı sanıyoruz, ama bir döngünün içinde yuvarlanıp duruyoruz. Kentin karmaşasından kaçmak çözüm olmayabilir, ama en azından günün içinde farkına varacağımız çok şey var. K. Kelebek: Beni dansta ya da oyunda tatmin eden şey, kaçırdığım, atladığım bir şeyi hatırlatması. “Kâğıt Gemi” de süreci, o sürece tanıklığı anlatan bir gösteri. Anladığım kadarıyla tüm bu çalışmalardan değil para kazanmak, sahnelemekte bile zorlanıyorsunuz... Geleceğinize dair bir B planınız var mı? E. Yurttut: Benim tek işim dans. Geçen yıl Zeynep Tanbay Dans Topluluğu’nda çalıştım. Bu bir şanstı, ama bir oluşumda kendini iyi hissetmediğinde geriye fazla seçenek kalmıyor. Şu anda dans dersi vererek geçinmeye çalışıyorum, sonra ne olur, bilmiyorum. K. Kelebek: Benim bu işten beklentim, beslenmek ve çalışabilmek. En azından şimdilik, yani daha henüz gençken tercihlerimin arkasında durabilmeyi istiyorum. Sahnede bir kadın ve bir erkek, kalabalığın içinde çırpınıyor, koşturuyor, çıkış arıyor. Arkadaki projeksiyonda ağaçlar, dağlar, kuşlar, bir dere... Ellerinde kâğıt bir gemi var. Atlayıp gitmek mümkün mü? Noland Projesi, son çalışması “Kâğıt Gemi”de kent hayatının karmaşasını anlatıyor. Ekip, bu dans gösterisiyle dün Lyon Dans Bienali’ndeydi. Soldan sağa: Esra Yurttut, Burak Kolcu ve Kerem Kelebek... (Fotoğraf: UĞUR DEMİR)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle