22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 7 CMYK 24 EYLÜL 2006 / SAYI 1070 7 SALIF KEITA Mali’nin altın sesli albinosu... Zekeriya S. Şen enegalli Youssou N’Dour ve Baaba Maal, Malili Salif Keita ve Beninli Angelique Kidjo... “Afropop” olarak kategorize edilen Afrika müziği dünyaya birçok sanatçı tanıştırdı, ama en çok ünlenen bu dört müzisyen oldu. Gerçek adı Salifou Keita olan Salif Keita’nın son albümü “M’Bemba/Soy” DMC/Universal etiketi ile piyasa çıktı. Kral soyundan gelen Salif Keita, müzik aşkını kovalamak için hayatında çok şeyden vazgeçti. Kral Soundjata Keita’ye (1240’ta Mali, Senegal, Gine, BurkinaFaso, Fildişi Sahili ve Moritanya ülkelerini kapsayan Mali İmparatorluğu’nun kurucusu) kadar uzanan bir soy ağacına sahip olan sanatçı, hayatına müzik yolunda ilerleyeceğini açıkladığı an babası tarafından aileden uzaklaştırıldı. O yine de müzikten vazgeçmedi. 25 Ağustos 1949’da doğan sanatçının ilk dikkat çeken özelliği albino olması. Kabilesindeki batıl inanca göre beyaz tenli doğan bir zenci, kötülüğün simgesi, tanrıların laneti olarak kabul edilir. Bir Mansa (ruhsal savaşçı/lider) bekleyen baba, karşısında albino çocuk görünce ailesinin lanetlendiğine inandı ve utancından dolayı hayatı boyunca Salif Keita ile doğrudan konuşmamaya yemin etti. Baba şefkatinden mahrum olan Salifou tüm gençliğini külkedisi olarak geçirdi. Dışlanmanın verdiği yalnızlıkla kendini klasik ve çağdaş edebiyata adayan sanatçı, insanların yüreklerini, kalplerini ve ruhlarını müzikle kazanabileceğini keşfetti. KEMANIM VE BEN Ali Deniz Uslu urcu Göker küçük yaşta müziği keşfetmek için ailesinden ayrılarak zorlu bir yolculuğa çıktı. Çalışmalarını Paris ve New York’ta sürdürdü, şimdi de Lawrence Üniversitesi’nde. Fransa Gençlik Orkestrası’nı kazanan ilk yabancı. Pek çok birinciliği ve uluslararası başarısı olan Göker Türkiye’deki ilgisizlikten şikâyetçi, ama pes etmeye niyeti yok, çünkü müziğe inanıyor. Klasik müziğin biraz destek ve emek ile haz alınabilecek bir alışkanlığa dönüşebileceğine inanıyor. Tatili için İstanbul’a gelen Burcu Göker’le hayatını ve müziği konuştuk. B başıma, hem de küçük yaşta zorlu bir yolculuğa çıktım. Farklı ülkelerden gelen, müziğe inanan insanlarla beraber yaşadım. Ben istediğim dengeyi sağladım, kısıtlamalarım olmadı. Çocukluğumu doyasıya yaşadım. Felsefe okudum, sosyal açıdan kendimi geliştirdim. Yalnızca enstrümanından ibaret bir müzisyen olmadım. Müzisyenler için enstrümanları özeldir. Keman da sizin için öyle olsa gerek? Ben kemanla büyüdüm, tam 18 yılımı onunla geçirdim. Onunla uyudum, uyandım. Mutluluğumu ve hüznümü paylaştım. Yurtdışına çıktığım ilk zamanlar, yalnız kaldığımda en iyi dostum oldu. Sahneye çıktığımda yalnızca o ve ben varım, kendimi onunla ifade ediyorum. verdiniz. Türkiye’den destek alıyor, ilgi görüyor musunuz? Yok denecek kadar az. Son iki yıldır konserler için başvurularda bulundum, ama hepsi olumsuz cevaplandı. İki yılda yirmi yere başvurdum, yalnızca iki yerden davet geldi. Pek çok yere mail atıp, bilgilerimi ve uluslararası gazetelerde çıkan haberlerimi yolladım, mesajlarım okunmadan silindi. Yurtdışında ne kadar tanınsanız ve iyi işler çıkarsanız da buradaki kapalı ortam sizi kısıtlıyor. O zaman da Türkiye’deki yetenekli müzisyenler yurtdışına kaçıyor. Türkiye’de klasik müzik sanatçılarının isteklerini gerçekleştirme imkânı maalesef yok. Yine de vazgeçmiyorum ve bu müziği, müziğimi insanlara ulaştırmak için çalışmaya devam ediyorum. S Burcu Göker kimdir? 1982 yılında İstanbul’da doğdum. Sekiz yaşında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda keman eğitimine başladım, liseyi sınıf atlayarak 14 yaşında bitirdim ve hemen ardından Paris’e gittim. 1993’ten beri Paris Ulusal Konservatuvarı öğretim görevlisi Prof. Sylvie Gazeau’nun master clas çalışmalarına katılıyorum. 1996’da Paris Paul Dukas Konservatuvarı’nda Gazeau’nun superiour sınıfına kabul edildim. 1998’te Paris Konservatuvarlar Birliği’nin merkezi sınavında oda müziği ve solfej dallarını, 1999’da da “Premiere Prix avec Felicitations” ile konservatuvarı birincilikle bitirdim. Daha sonra Prof. Jose Alvarez ile tanıştım ve “Ecole Nationale de Musique d’Aulnay sous bois”da solistlik eğitimine başladım. 2001 ve 2002 yıllarında da Juilliard Music School New York Dekanı Stephan Clapp ile New York ve Leipzig’de çalışmalar yaptım. 2003 yılında New York’ta Juilliard Music School’da Stephan Clapp ile çalışırken, Lawrence Üniversitesi’nden aldığım bir davet sayesinde Stephan Tran Ngoc’la solistlik eğitimine başladım. Şu an bu eğitimime devam ediyorum ve hocamın asistanı olarak Lawrence Akademi’de keman öğretmenliği yapıyorum, Lawrence Senfoni orkestrasının da baş kemancısıyım. Burcu Göker dünyanın tanıdığı bir müzisyen. Fransa’da gençlik orkestrasına kabul edilen ilk yabancı, Amerika’da öğretmen, baş kemancı... Henüz 24 yaşında. Müzik için vazgeçtiklerinden pişman değil. Kemanı en iyi dostu ve kendini ifade aracı olarak görüyor. “Ben” diyor, “yalnızca enstrümanından ibaret bir müzisyen değilim”... Öğretmenlik kemanla aranıza giren bir mesafe mi, yakınlaşma mı? Lawrence Akademi’de, yaşları beş ile altı arasında değişen altı öğrencim var. Kemanı onlara öğretirken hepsine farklı yaklaşıyorum. Beş yaşındaki öğrencim çalışmamızı bir oyun gibi algılıyor, ben de ona öyle yaklaşıyorum. Daha olgun olanlara kemanı ve müziği daha profesyonel bir biçimde sunuyorum. Amacım kemanı benim kadar sevmelerini sağlamak, çünkü bu temel koşul. Her şey sevmekle başlar. Onların geliştiğini görmek bana büyük keyif veriyor. Fransa’da gençlik orkestrasını kazanan ilk yabancısınız. Hatta oradaki performansınızla Fransa’yı temsilen İrlanda gençlik orkestrasıyla konserlere katıldınız. Bunun gibi pek çok uluslararası konser Klasik müzikle pek de ilişkisi olmayan bir topluma müziğinizi sevdirmeye çalışmanın zor, hatta boşa bir çaba olacağını düşünüyor musunuz? Klasik müziği sevdirmek o kadar da zor değil. Toplumun müziğe yakınlaşması bu kültürün oluşmasını sağlayacaktır. Klasik müziğin halkın bulunduğu yerlerde, örneğin toplu taşıma araçları, alışveriş merkezleri vb. dinlenir hale gelmesi bence çok önemli. Böyle olunca insanlar klasik müziğe alışacaktır. Zamanla hoşlarına gidip ondan haz alacaklar. Medya da bunu desteklerse neden olmasın? Kulaklar klasik müziğe aşina olur. Çocuklar da küçük yaşta klasik müziğe yönlendirilebilir. Özellikle sokakta klasik müziği görmek çocukları daha güçlü bir şekilde etkileyebilir. İlkokulda da buna yönelik bir eğitim verilebilir. 18 YILIMI KEMANLA GEÇİRDİM Keman çalmaya çok küçük yaşta başlamışsınız. Enstrümanınızı siz mi seçtiniz? Konservatuvarın piyano, bale ve keman bölümlerine başvurmuştum. Üçünü de kazandım. Bale ile kemanı seçtim. Hocalarım parmak yapımın kemana çok uygun olduğunu söyleyerek beni yönlendirdi. Baleyi de sürdürdüm, amatör olarak hâlâ da bale yapıyorum. Erken yaşta müziğe başlamak, sizi zorladı mı? Çocukken daha çok çalışmak gerekli. Çünkü gelişmek için çok önemli bir dönem, ama ben hayatı bir puzzle olarak düşündüğüm için her şeyi dengeli yaşamaya çalıştım. Yurtdışına gittiğimde 14 yaşındaydım ve bir idealim vardı. Yedi yıl Paris, üç yıl Amerika olmak üzere on yılımı ailemden uzakta geçirdim. İdealim için tek Müjde, yine geliyorlar! 1967’de başkent Bamako’ya taşınan sanatçı kısa bir süre sonra gece kulüplerinde şarkı söyleyip çalmaya başladı. İki yıl içerisinde devlet sponsorluğunda olan “Rail Band” adlı bir otel orkestrasına, solist olarak davet edildi. 1973 yılına kadar grubu ile tüm Afrika’yı turlayan sanatçı “Rail Band”dan ayrılıp, Kante Manfila’nın “Les Ambassadeurs Internationaux/Uluslar arası Diplomatlar” adlı grubuna dahil oldu. Grup, Küba, Zaire ve Mali müziğini kusursuz harmanlayarak çok büyük bir ilgi uyandırdı. Arka arkaya gelen başarılar ve ödüller sayesinde dünyada da tanınmaya başlayan sanatçı solo olarak yoluna devam etmeye karar verdi. 1984’te Paris’e taşındı. Yaklaşık 15 bin Malilinin yaşadığı kentte, üç yıl sonra ilk solo çalışması “Soro”yu çıkarttı. Afrika, caz, funk, Avrupapop ve R&B temaları taşıyan albüm, sanatçıyı dünyaya tanıttı. Böylece kâhinlerin mistik kehanetleri gerçekleşmiş oldu: Djoliba köyünün dışlanmış albinosu, Salifou Keita, dünyayı fethetti. Sırasıyla KoYan (1989) / Amen (1991) / Folon (1995) / Seydou Bathili (1997) / Papa (1999) / Sosie (2001) / Moffou (2002) albümlerini çıkartan sanatçı her çalışması ile övgüler aldı. Bunun en büyük nedenlerinden biri, öz müziğine ve diline sadık kalmasıydı. Sekiz albüm ve sayısız dünya turundan sonra, Salif Keita artık Afrika’nın yaşayan müzik efsanesi. Mali’deki yeni stüdyosunda kaydedilen son albümü “M’Bemba” Keita’nın köklerinin yoğun hissedildiği bir çalışma. Gitarda Kante Manfila, vurmalı çalgılarda Mino Cinelu ikilisiyle büyüleyici bir atmosfere sahip olan albüm diğer çalışmalara göre daha cafcaflı, dolgun ve iyimser bir müzik sentezi. Afrika’nın acısının ve umudunun sesi Keita’nın dünyayı dolaştıktan sonra köklerine döndüğü bir haykırış. Açılış parçası “Bobo”, sessizlikten yükselen konjonktürel gitar motifleri ile dinleyeni bırakmamak üzere kucaklıyor. Kongo rumbaları ile yükselen “Laban” parçası içinizdeki dans etme hırsını ön plana çıkartıyor. “Yambo” parçasındaki gitar ve ngoni’nin (banço benzeri bir enstrüman) karşılıklı etkileşimi uluslararası karmanın en güzel örneklerinden biri. “M’Bemba” sanatçının eski çalışmalarına kıyasla bombalar patlatacak bir proje değil ancak, akıllılığı, köklere uzanan vizyonu ve özellikle Salif Keita ile ilk kez tanışacak Türk dinleyici için yeni keşfedilecek bir müzik kıtası. muzik@tikabasamuzik.com Zekeriya S. Şen abylon, yeni sezonu Laço Tayfa ile harmanladıkları “In The Buzzbag” albümleriyle tanınan New Yorklu “Brooklyn Funk Essentials /BFE”la başlatıyor. Bu defa yanlarına Hüsnü Şenlendirici’yi alan ekip, 28, 29 ve 30 Eylül akşamları Garanti Caz Yeşili etkinliği kapsamında konser verecek. 1993’te yapımcı Arthur Baker ve basçı Lati Kronlund ikilisi tarafından kurulan BFE, her zaman organik bir yapı olmayı hedefledi. Bunu manifestoları olarak kabul eden ikili, öncelikle stüdyoda doğaçlama acidcaz sentezleri üzerine yoğunlaştı. Daha sonra bu oluşuma dahil olan yeni sanatçılarla birlikte 12 kişilik bir orkestra formatına geçildi. “Büyük Elma”da farklı kültürlerle yoğrulmuş, dönemin en B enerjik genç müzisyenlerini bir araya toplamayı başaran grup, müzik kolunu Jamaika’dan New Orleans’a, İsveç’ten Surinam’a kadar uzattı. Uluslararası bir kimyaya kavuştu ve karışık kültürler arasında sorumlu ve sürdürülebilir bir birleşim oluşturdu. BFE’nin “Cool and Steady and Easy” adlı ilk albümü 1995’te Groovetown etiketi ile çıktı. SoulFunkReggae ve acid caz temaları üzerine yapılandırılan albüm, özellikle tromboncu Joshua Roseman ve saksofoncu Paul Shapiro’nun katkısı ile beklenmedik bir ilgi çekti. Bir Phaoah Sanders klasiği “The Creator Has A Master Plan” parçasının yeni yorumu ilk 45’lik oldu ve listelerde 20’ye kadar yükseldi. Diğer dikkat çeken parçalar arasında “Big Apple Boogaloo”, “Dilly Dally” ve “Bop Hop” vardı. Bir anda gelen yoğun ilgi karşısında grup, Jamiroquai, Ben Harper ve James Brown gibi sanatçılar ile birlikte turneye çıkmaya baş ladı. Böyle bir turne sırasında yolu zamanın Fuji Dünya Müziği Festivali ile kesişen BFE, İstanbul’da hiçbir yerde olmadığı kadar büyük bir ilgi ile karşılandı. Yoğun talep ve ilgi karşısında ekip, Laço Tayfa (Hüsnü Şenlendirici’yi ilk defa bizimle tanıştıran Türk/Romen çingenelerinden oluşan grup) ile birlikte bütünüyle İstanbul’da kaydedilen “In The Buzzbag” adlı albümünü 1998 yılında piyasaya sürdü. Tamamen Türk eserlerinden esinlenerek oluşturulan albüm, BatıDoğu kimyası, gizemli ve cesur yapısı ile her müzikseverin rafında kendine bir yer edindi. Klasik Türk ezgilerini tamamen farklı olan Brooklyn funk/hiphop sentezi ile dinleyen Türk müzikseverler albümü dört kolla kucakladı. Benzer projelerin arasında bir kilometre taşı olan bu albüm, aynı yıl Grammy Ödülü’ne aday gösterildi. YENİDEN YOLCULUK ZAMANI... 2000 yılında BFE “Make Them Like It” adlı üçüncü çalışmasını çıkarttı. Birinci albümün kaldığı yerden devam eden ekip, funk, Latin, caz, house, dub, elektro ve Reggae gibi evrensel müzik türlerinin bileşimi olarak müziğin kültürel yönünde önemli bir adım attı. Bu albümden çıkan “I Got Cash” ve “Woman Thing” özellikle dikkat çeken parçalar arasında yer aldı. Dünya turnesinden sonra, 2001 yılında, ekip üyelerinin bireysel çalışmalara olan ilgisinden dolayı BFE bir duraklama dönemine girdi. Herkesin kısa sürmesini umduğu bu ara, ne yazık ki 2005 ortasına kadar sürdü. Ekibin orijinal üyeleri tekrar bir araya geldiklerinde yola BFE Soundsystems olarak devam etme kararı aldılar. Bu yeni oluşum eskisine kıyasla daha akıcı bir yapıya sahip. Elektrodub ve şuursal melodilerden arınmış olan ekip en son 22 Temmuz 2006’da Babylon Alaçatı’da, Hüsnü Şenlendirici ile birlikte Türk seyircisinin karşısına çıktı. Bizler için ayrı bir yeri olan BFE Soundsystems en sonunda çok gecikmeli olarak İstanbul’daki randevusuna geliyor. Şu sıralar yıl sonunda çıkması hedeflenen yeni albümlerinin üzerine çalışan ekiple randevunuzu kaçırmayın, eminim pişman olmayacaksınız, benden söylemesi! Tam sekiz yıl geçti aradan. 1998’de İstanbul’a geldiklerinde, bir albümle geri dönmüşlerdi: In The Buzzbag. Laço Tayfa ile Brokklyn Funk Essentials’ın birlikte yarattığı bu albüm Grammy’ye de aday oldu. Sonra grup dağıldı, şimdi yeni bir isimle, BFE Soundsystems olarak İstanbul’dalar... Eşlikçileri bu kez Hüsnü Şenlendirici...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle