Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 HAZİRAN 2006 / SAYI 1055 9 Bir fizikçinin politika günlüğü ok değil 24 Ocak 2006’da Teşvikiye Camisi avlusunda Aydın Güven Gürkan’ı uğurlamaya gelenler arasındaydı Erdal İnönü. O günlerde henüz lösemi olduğundan bihaberdi. Birbirlerinden çok farklı kişilik özelliklerine sahip bu iki adamın çok da ortak yönleri vardı. İkisi de bilim adamıydı, biri iktisatçı, diğeri fizikçiydi. İkisi de 12 Eylül’den sonra politikaya başkaları tarafından davet edilmişti. Gürkan, politikacı tipolojisiyle uyuşmayacak ölçüde duygu adamı ve politikayı da duygusallıkla yürüten biriydi, diğeri yapısı itibarıyla duygusallıktan uzaktı ve politikayı da bir fizik problemi çözer gibi ele alıyordu. Ancak her ikisi de kişisel ihtirastan arınmış, toplumsallığı bireyselliğe tercih etmiş ve geldikleri makamları kendi arzularıyla terk etmişti. Birisi ağız dolusu gülmeyi severdi, diğeri güldürmeyi. Her ikisi için de siyasetin olmazsa olmazı olarak görülen taktikleri, stratejileri, ajitatif söylemleri ve protokol kuralları, can sıkıcı ve gereksiz kurallar manzumesiydi. Sol kamuoyu birini yitirdi, diğeri için de ABD’den gelecek umutlu haberleri bekliyor... Ç Güvenilir, sakin, güler yüzlü ve esprili... Erdal İnönü’nün politikada geçirdiği 10 yıl içinde seçmende bıraktığı izlenim bu. Başta babasının vasiyetine uyup “Siyasette yokum” dese de, hem partililerle hem muhalifleriyle hem de seçmenle mesafesini korudu. Sıvas katliamı, HEP’lilere SHP’nin kapısını açması ve İSKİ skandalı on yılın baş ağrıtan olaylarıydı. Geriye “Erdalizma”lar kaldı. Miyase İlknur Erdal İnönü, 1984 yılı ilkbaharına kadar politikadan uzak, fizik problemleri ve idari yöneticilikle haşır neşir bir yaşam sürdü. O yıl, 12 Eylül cuntası siyaset yasağını kademeli olarak kaldırdığını açıkladı. Kapatılan partilerin ne adları kullanılabilecekti ne de bu partilerin yöneticileri yeniden siyasete soyunabilecekti. Solda ilk harekete geçen İsmet İnönü’nün eski Özel Kalem Müdürü Necdet Calp oldu. CHP’lilerin büyük çoğunluğu ise başka bir parti kurmak için üç koldan çalışıyordu, sonunda bu üç kol, hem partilileri küstürmeyecek hem de “Beşi bir yerdeler”in dikkatini çekmeyecek bir başkan üzerinde anlaştı. Bu isim Erdal İnönü’ydü. Önce “Siyasette yokum” diye kestirip atan İnönü ikna edildi ve İsmet İnönü’den 112 ay 23 gün sonra Pembe Köşk yeniden sol siyasetin merkezi haline geldi. İnönü’nün başkanlığındaki SODEP kurucular listesini hazırladı ve konseye gönderdi. Herkes onun veto edilmeyeceğinden o kadar emindi ki, kimlerin veto yiyeceği üzerine oynanan totodan ismi muaf tutuldu. Ancak beklenen olmadı, konsey İnönü de dahil 21 adayı veto etti. Moralleri düzelten yine İnönü oldu, “Veto edilenlerin yerine yeni arkadaşları yazıp yolumuza devam edeceğiz” dedi. Genel seçimlerde yüzde 30 oyla ana muhalefet partisi konumuna gelen Halkçı Parti (HP) bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde yüzde 24 oy alan SODEP’in gerisinde kaldı. Artık HP’de yönetim değişikliği kaçınılmazdı, Calp’in koltuğuna solda birleşme yanlısı Aydın Güven Gürkan oturdu. Önce Ecevitler’in kapısını çalan Gürkan olumsuz yanıt aldı. İnönü ise somut önerilerle karşıladı Gürkan’ı, kollar birlik için sıvandı ve SHP kuruldu. İlk genel başkan Gürkan’dı, altı ay sonra, olağan kurultayda görevi İnönü’ye devredecekti. İnönü politika yapmıyor artık, ama pek çok insanın kafasında solu bir araya getirebilecek isimlerden biri. O ise şimdi hastalığını yenmekle uğraşıyor... OLAĞANÜSTÜ DÖNEMLERİN ADAMI Yakın dostlarından biri Erdal İnönü’nün yaşamını şu cümlelerle özetliyor: “Hayatı pastel renklerle yapılmış bir tablo gibidir. Cırlak renklere asla rastlayamazsınız. Çarpıcı estantaneler yakalamak zordur, ama her dakikası güzel bir fotoğraftır.” Aslında yaşamı göz önüne alındığında renkli ve hareketli bir yaşam sürdüğü pekâlâ düşünülebilir. Türkiye’nin ilk Başbakanı İsmet İnönü’nün ikinci oğlu olarak 1926 yılında Ankara’da doğdu. Evlerinde kurulan sofraların başkonuklarından Mustafa Kemal vasiyetini hazırladığında o 12 yaşındaydı. Vasiyet iki kardeşiyle birlikte onu da ilgilendiriyordu, Mustafa Kemal “İsmet İnönü’nün çocuklarına” diye yazdırmıştı, “Yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır”. Ancak İsmet Paşa çocuklarının eğitim giderlerini Atatürk’ün bıraktığı mirastan değil, kendi kişisel gelirinden karşılayacaktı. İsmet ve Mevhibe İnönü’nün diplomasi eğitimi alması isteğini felsefe tutkusuyla geri çevirdi, ama kendisi de bir süre sonra fen bilimlerine meyletti. Fizik okuyacaktı, ama Ankara’da fen fakültesi yoktu. Bu istek babası tarafından kafasında zaten Ankara’da bir fen fakültesi açma planı olan Hasan Âli Yücel’e iletildi. Okul “Cumhurbaşkanı oğlu için fakülte açtırdı” söylentileriyle birlikte kuruldu. Erdal İnönü, yıllar sonra kendisine bu konuda yöneltilen bir soruya “Cumhurbaşkanı oğluna özel bir elbise yapılmadı ki!” diye yanıt verecekti, “Fizik, kimya okumak isteyen herkesin yararlanacağı bir fakülte kuruldu. Oradan çok önemli mühendisler, bilim adamları çıktı. Fakülte kurulmasına ben neden olduysam, bundan iftihar etmem gerekir”. na SHP’nin kapılarını açması, diğeri Sıvas katliamı, üçüncüsü ise İSKİ skandalıydı. HEP’lileri SHP’dan aday göstermesindeki demokratik siyaset anlayışını kavrayamayanlara “Bugün olsa yine aynı şekilde davranırdım” diyerek demokrasi dersi verdi. 6 Haziran 1993’te, “Siyasette 10 yıl yeter” diyerek genel başkanlığa veda etti. SİYASETTE ERDALİZMA Erdal İnönü kendisinin dışındakilerin anlamakta güçlük çektiği bir espri anlayışına sahipti. Espri yaparken gülmez, doğal bir şey söylüyormuş gibi davranırdı. İnceliği 10 YILDA 10 KURULTAY ABD’de fizik doktorası yapan İnönü mezun olduğu okula asistan olarak döndü, ancak yeniden ABD yolu gözüküyordu. 1960’a kadar Princeton Üniversitesi’nde ve Ridge Ulusal Laboratuvarı’nda çalıştı. Aynı yıl ODTÜ’ye fizik profesörü olarak atandı. ODTÜ’de yıllarca çeşitli dallarda görev aldı. Rektör vekilliği ve rektörlük yaptığı yıllar öğrenci hareketlerinin de dalga dalga yükseldiği dönemdi. ODTÜ yurtlarına DevGenç ve FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) hâkimdi. Bu nedenle güvenlik güçleri sık sık yurtlara baskın düzenliyordu. İnönü öğrencilere de yönetimde temsil etme hakkı tanımıştı ve bu hükümeti tedirgin ediyordu. 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim, çıkışı akademik konseyi lağvedilip emekli generalleri görevlendirmekte bulunca İnönü istifa etti. 1973 Aralık’ında babasını kaybetti, bir yıl sonra da Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda aynı üniversitenin Temel Bilimler Fakültesi Dekanlığı’nı ve TÜBİTAK Araştırma Enstitüsü’nün müdürlüğünü de yürütüyordu. İnönü ailesi bir arada. Sırasıyla Mevhibe, Ömer, Özden, Erdal ve İsmet İnönü (üstte). Erdal İnönü eşi Sevinç İnönü’yle... Erdal İnönü’nün SHP Genel Başkanlığı 10 yıl sürdü. Bu on yıla altısı olağanüstü 10 kurultay sığdırdı. SHP 1989 yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıktı, 1991’de ise DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü parti olarak Meclis’e girdi. DYP ile 1980 sonrasının ilk koalisyon hükümetini oluşturdu. Yerel yönetimde iktidar, merkezi hükümette iktidar ortağı olmak SHP’ye yaramadı. Parti içi çekişmeler, farklı görüşler ve iktidardan nemalanmak isteyenler İnönü’nün başını ağrıttı. İki kez istifaya yeltendi, her ikisinde de ikna edildi, hem de sonraları iki kurultayda karşısına siyasi rakip olarak çıkan Deniz Baykal tarafından... SHP’deki çalkantılar iki parti doğurdu. Önce 1989’da Paris’teki Kürt Konferansı’na “gitmeyin” uyarısını dinlemeyen yedi milletvekilinin ihracıyla başlayan çözülme ile HEP kuruldu. 1992’de ise CHP’nin yeniden açılmasıyla Deniz Baykal ve arkadaşları partiden koptu. İnönü genel başkanlığı sırasında başını ağrıtan üç olay yaşadı. Biri 1991 yılında seçimlere giremeyen HEP’in adayları ancak birkaç dakika sonra anlaşılabilen esprilerine ailesi ve yakınları “Erdalizma” adını taktılar. Kızması ve tepki vermesi beklenen durumlara sesini yükseltmek ve hiddetlenmek yerine “Erdalizma”larla tepki verdi. Seyahatleri sırasında ne karşılama ne de uğurlama töreni istedi. Kimseye haber vermeden tek başına, kimi zaman taksiyle gidip gelmeyi yeğledi. Çantasını başkasına taşıttığına, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanıyken bile kırmızı ışıkta geçtiğine kimseler tanık olmadı. Basınla senli benli ilişki kurmadı. Kendisine “Hint Horozu, Pembe Panter, E.T.” gibi lakaplar takılmasına gülüp geçti. Erdalizma’dan örnekler Mutfakta fare gören Sevinç İnönü, “Erdal yetiş fare” diye bağırdı. Erdal İnönü şöyle yanıt verdi: “Ne diye beni çağırıyorsun kedi miyim ben?” Körfez Savaşı öncesinde Bağdat’ta Devrim Komuta Konseyi üyelerine “Hiç de savaşacak gibi görünmüyorsunuz” diye takıldı. Bu Saddam’ı şoke etti. SHP Genel Başkanlığı sırasında asansör kapısı önünde “MYK benden izinsiz toplanamaz” derken, asansörü kaçırdığını görünce “Ama asansör benden izinsiz gidebilir” diye kendisiyle dalgasını geçti. Bir seçim gezisinde orta yaşlı bir adam elinde bir resimle İnönü'nün yanına geldi. Fotoğrafta İsmet Paşa kucağında bir çocukla görülüyordu. Vatandaş, “Efendim bu resimde babanızın kucağındaki çocuk benim. Şimdi de sizinle bir resim çektirmek istiyorum” deyince İnönü, bir vatandaşa bir resme baktı ve “Ama artık sen kucağıma oturamayacak kadar büyümüşsün” dedi. Başbakana vekâlet ettiği günlerde, üstelik ziyaretçi heyetler varken ortalıktan kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulunamadı. Bir süre sonra Başbakanlık’ın kapısında göründü. Kendisine meraklı gözlerle bakan görevlilere, “Ne telaş ettiniz canım? Param bitmişti, bankamatikten para çekip geldim” dedi. CUMHURİYET 09 CMYK