Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 11 HAZİRAN 2006 / SAYI 1055 Bir mikrotarih filmi... Bugün, Yazı Tura ya da Babam ve Oğlum gibi yakın tarihi ele alan filmlerin yapılmasının ya da Muharrem Gülmez’in bir başka 12 Eylül filmine hazırlanmasının bir ortaklığı yok mu? Ö.Uğur: “Eve Dönüş”ü, 12 Eylül filmi değil de, 12 Eylül’de geçen bir film olarak tanımlıyorum. İçinde işkence var, ama işkence üzerine kurulu bir film de değil. Dangalak bir kahramanımız var ve onun yolu, o tarihten geçiyor. Karakterin özelliği ise siyasetle hiç ilgisinin olmaması. Kafka’nın Dava’sındaki gibi başına gelenleri anlamakta zorlanıyor. Her şeyden önce hikâyesiyle, oyuncularıyla iyi ve izlenebilir bir film yapmaya çalışıyoruz. Bunun dışındaki her şey, daha sonra geliyor. Yine de diğer filmlerin varlığı, yapımcıların iknası açısından etkili olmuş olabilir. Yine de son zamanlarda yakın geçmişi anlatan küçük ölçekli, bireysel hikâyelerin sinemaya yeniden taşınmasını açıklamıyor söyledikleriniz... M. Alabora: Bu sadece sinemada değil, her alanda var. Mesela Mor ve Ötesi, yeni albümünde Erdal Eren’le ilgili “Darbe” adlı bir şarkı yaptı. İnsanlar varoluşlarını rahatsız eden durumları bir yerde dile getirmek durumundalar. Bu bir trend değil, ama zaman bazı şeyleri istediğiniz gibi söylemeye şimdi müsaade ediyor. Neden “filmin politik bir söylemi yok” alt başlığına ihtiyaç duyuyorsunuz? M. Alabora: Çünkü bu film, politik bir film değil. Politik film Marksist ya da kapitalisttir ve içinde sloganı vardır. Politik oyun, politik film başka bir zamanın işiydi ve orada amaç devrim yapmaktı. Dünyada da politik film diye bir şey kalmadı ki... Ben bu filmde rol alıyorum, ama Marksist değilim. Ö. Uğur: Ben Marksistim. Bu filmin de bir tavrı, duruşu var, ama slogancı bir film değil. Politik filmlerin en büyük handikapı, söylevler silsilesinden oluşması. Politik bir söyleminin olması neden bu kadar rahatsızlık veriyor. Bir film, hem sanatsal hem de politik olamaz mı? M. Alabora: Çünkü hâlâ kafalar bu tür durumlarda karışabiliyor. Hâlâ, solcular birleşmiş, yine 12 Eylül’ü anlatıyorlar gibi bir sürü önyargı var. Ö. Uğur: 80’lerde yapılan işlerde belki de olayın sıcaklığıyla yangına fazla içinden bakıldı. Bu hikâye, daha dışarıdan bakan bir mikrotarih filmi. Yönetmen Ömer Uğur ve Mehmet Ali Alabora Beykoz’da, “Eve Dönüş”ün setinde... Herkesin kendi 12 Eylül’ü var... Ömer Uğur ve Mehmet Ali Alabora; biri 80’lerdeki sıcak ortamın içinde olmuş, diğeri o günlerin içine doğmuş. Şimdi “Eve Dönüş” filminde, o dönemde geçen bir hikâyeyi anlatmak için bir aradalar. Uğur, darbenin kıyısındakileri ele aldığı filmi için “Darbelerin dokunmadığı konu yoktur. Bu da, benim 12 Eylül’üm” diyor. Alabora’ya göre ise darbenin sonuçlarını yaşayan kuşaktan biri olarak, bu filmde yer almak önemli, dahası bir sorumluluk. Özlem Altunok eykoz’da, Eski Sümerbank Kundura Fabrikası’ndayız. Geniş bir alana yayılmış metruk binaların ana kapısında İstanbul Emniyet Müdürlüğü yazıyor. Kapının önünde beyaz, gri Renault 9 polis arabaları... Binanın içinden çığlık sesleri yükseliyor. Burası takvimin 1980’i gösterdiği bir film seti. Yönetmen Ömer Uğur, başlıca rollerinde Sibel Kekilli ve Mehmet Ali Alabora’nın olduğu “Eve Dönüş”ü çekiyor. “12 Eylül’ü anlatmıyor, 12 Eylül’de geçiyor” diyor filmi için. Hayatın kenarında, sıradan bir işçi ailesinin hikâyesi bu. Yine de “Darbeler ve totalitarizmin el atmayacağı konu yoktur” diyor Ömer Uğur ve filmi anlatıyor... Eve Dönüş dokuz yıldır üzerinde çalıştığınız, ödüllü bir senaryo. Neden bu kadar zaman beklediniz? Evet, senaryosu önce Yunus Nadi, sonra da Montpellier Film Festivali’nde Avrupa’nın en iyi film senaryosu ödülünü almıştı. Filme aktarabilmek için bayağı uğraştım, ama o zamanlar insanların para yatırmak istemediği bir işti. O arada Hemşo’yu çektim ve onun gördüğü ilgiyle, yeniden ele almaya karar verdim, yine kabul edilmedi. Bu üçüncü deneme ve sonunda setteyiz. Kabul edilmemesinin sebebi öncelikle 12 Eylül filmi olmasıydı herhalde. Bugün çekebilmenizi sağlayan ne? Öncelikle, “12 Eylül filmleri iyi gidiyor, bir tane de biz yapalım” düşüncesiyle yapılmadığını hemen söyleyeyim. Film böyle algılanırsa çok üzülürüm... Son Urfalı ve Hemşo trajikomik öğelerin öne çıktığı filmlerdi, Eve Dönüş’te de benzer bir yaklaşım mı olacak? Evet. Hikâyelerimdeki insanların hepsi basit, sıradan insanlar ve genellikle boylarından büyük işlere giriyor, hadlerini aşan şeyler yapıyorlar. Bundan dolayı da yanlış zamanda, yanlış yerlerde oluyorlar. Son Urfalı’da İbrahim Tatlıses gibi olmaya çalışan bir inşaat işçisinin her şeyini kaybetmesini anlatmıştım. Hemşo ise 2002 yılında kanlısını kurtaran, koruyan Cebrail’in hikâyesiydi. Eve Dönüş’te de yanlış za B manda, yanlış yerde olan bir fabrika işçisinin hikâyesi var. Komik mi, trajik mi olduğu karmaşık, ama yaşam biçimi olarak kıyıdakileri ele alan hikâyeler. Nedir “Eve Dönüş”ün hikâyesi? Fabrika işçisi bir karı kocanın küçük dünyasına girerek darbenin hayatın kıyısındaki bu insanlara bile nasıl dokunduğunu anlatmaya çalışıyoruz. O günlerin tam ortasında yaşayanlar 12 Eylül’ün ceremesini hâlâ çekiyor, ama biz, bir de “Kenarda durur, işime bakarım” diyenlerin bile üzerinden silindir gibi geçen bir 12 Eylül’ü anlatıyoruz. Çünkü darbeler ve totalitarizmin el atmayacağı konu yoktur. YARIM HAMİLELİK OLMAZ! Dolayısıyla gözaltı ve işkence sahneleri de olacak filmde. Hemşo’da geri plandaki iki polis karakteri yüzünden bile, film 16 yaşından küçüklere yasaklanmış ve size dava açılmıştı... Hatta davalardan biri hâlâ sürüyor. Filmde polisler esrar içiyor, cinayet işliyorlardı, dava da Türk polisini rencide ettiği gerekçesiyle açılmıştı, ama açıldığı gün, bir polis sevgilisini ve arkadaşlarını taramıştı. Yarım hamilelik olmaz, bir işe giriyorsanız, onu tüm çıplaklığıyla anlatmanız gerekir. Dolayısıyla bu filmde de bunları göreceksiniz. Hemşo’da kalabalık ve popüler isimlerden oluşan bir kadro vardı. Bu filmde ise çoğunlukla tiyatro kökenli oyuncular var. Neye göre belirlediniz tercihlerinizi? Sibel Kekilli ve Mehmet Ali Alabora filmde, işçi karıkocayı canlandırıyor. Hemşo iyi bir filmdi, ama Mehmet Ali Erbil oynuyor diye bazı çevrelerce küçümsendi. Oysa katmanlı, iyi kurulmuş, sözü olan bu filmden izleyenler memnun kaldı ve bir milyonun üzerinde seyirciyle buluştu. Bir film yapmak istediğinizde patronajla ilişki önem kazanıyor. Hemşo’da beni Demet Şener, Mehmet Ali Erbil gibi isimlere ikna eden Ferdi Eğilmez’di. Eve Dönüş’te ise prodüktörle aynı yöne bakıyor, istediğimiz tercihleri yapıyoruz. Sibel Kekilli’nin filme dahil olması nasıl oldu? Sibel’i Duvara Karşı’da izlediğimde çok beğenmiş ve gözümde başörtüsüyle fabrikadan dönen bir işçi kızı olarak hayal etmiştim, tam oturuyordu. Mehmet Ali, ne kadar dalgacı ve fırlama bir tipi oynuyorsa, Sibel de tam tersi, oturmuş, sağduyulu, ama ezilen bir kadını oynuyor. Bizde ya çok güzel ya da yetenekli ama normu olmayan oyuncular ağırlıkta. Sibel basit ve doğal bir oyuncu. Bir de filmin gişesinden büyük beklentilerimiz yok, ama Sibel’in tanınmışlığı da gerekçe oldu. “Eve Dönüş” izleyiciyle buluşabilecek mi? Bence riskli. İzleyicilerin büyük kısmı solcular film yapmış diye izlemeyecek, bir kısmı hafif bulacak, bir kısım Sibel’i izlemeye gelecek, ama bekledikleri Sibel’i göremeyecek ve hayal kırıklığına uğrayacak... Bir de dönem itibarıyla herkesin 12 Eylül’e dair bir fikri var ve daha da önemlisi herkesin kendi 12 Eylül’ü var. Bu, benim bakış açım. En azından tartışılacağını ve bunun da önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Bizim bir travmamız bile olmadı! ehmet Ali Alabora için “Eve Dönüş”te oynamak her şeyden önce bir sorumluluk. “Darbenin yarattığı travmanın sonuçlarını en çok biz yaşadık” diyor kuşağı için. “Artık dışarısı diye bir şey yok” fikrini her şeye “bulaşarak” pekiştiriyor. Bir zamanlar “Yılan Hikâyesi”nin Komiser Memoli’siydi, en son “Maskeli Beşler” filminde oynadı, şimdi “Eve Dönüş”te işkence gören bir fabrika işçisini canlandırıyor... “Eve Dönüş” filmine nasıl dahil oldunuz? Ömer Uğur eve senaryoyu gönderdi, üstüne de “Mustafa rolü için” yazdı, okudum ve şimdi senaryoyla birlikte burada, setteyim... Neden bu kadar kolay oldu? Öncelikle senaryoda anlatılanlar, benim de ruhumu rahatsız eden şeylerdi. Bu ülkede M yaşanmış, sancılı bir zamanı anlatan bu hikâyenin içinde olmalıyım dedim. Bir de Mustafa kadar sıradan ve basit bir adamı oynamak, deliyi ya da devrimciyi oynamaktan çok daha zor. Mustafa, eve ekmek götürmeye çalışan, kahveye takılan, başka kadınlara bakan sıradan bir adam. Ayrıca yaşadıklarından dolayı filmin başı, ortası ve sonunda, aynı adamın üç farklı halini oynamak bir oyuncu için çok cazip. Magazin programlarından popüler dizilere, savaş karşıtı gösterilerden politik filmlere enteresan bir çizgi izliyorsunuz... En son “Maskeli Beşler” filminde oynamıştınız, şimdi bir 12 Eylül filmindesiniz. Tüm bu alanları nerede, nasıl ayırıyor, nasıl yan yana koyuyorsunuz? Ekşi Sözlük’te hakkımda en son şu yazıyordu: “Selahattin Pınar’ın yeğeniymiş kendisi, şu anda radyoda Brahms’tan, Ahmet Hamdi’nin ‘Huzur’undan bahsediyor. Sesi bu kadar benzemese ‘Hababam Sınıfı’ndaki Mehmet Ali Alabora olduğundan şüphe edeceğim”. Dünyanın çeşitli yerlerinden felsefeci dostları olan, klasik müzik dergisinde yazı yazan, sahne hocalığı yapan, yüksek lisans mezunu, ama zaman zaman magazin programlarında da rastlayabileceğiniz bir adamım. Benim için önemli olan, bir sürü yere bulaşıyor olabilmek. Bugün dışarısı olmayan bir zamandayız. Ben de, bu dışarısı olmayan hayatın her yerinde üretimde bulunmaya çalışıyorum. Bu aynı zamanda sizin kuşağınızı da kapsayan bir tanım mı? Siz 77 doğumlusunuz, darbe sonrası ortamda büyümüş bir jenerasyondan... Kesinlikle darbenin etkilerini fazlasıyla biz gördük. İlkokula başladığımızda kitaplarımızda Kenan Evren ve darbe kültürü vardı. Bence bu darbeyi görmekten daha kötü bir etkiydi. Çünkü bizim bir travmamız bile olamadı, bir travmanın sonucu olarak büyüdük. Kuşağınızı nasıl tanımlarsınız? Öncelikle apolitik bir gençlik olduğunu düşünmüyorum. Dünyadaki küreselleşme karşıtı hareketin büyük kısmını bu gençlik başlattı. Karamsar bir zaman diliminde olduğumuza da inanmıyorum. Politika yapmanın ya da politikayla uğraşmanın şekli değişmiş olabilir, ama bu daha az bir şeyler yapıyorlar anlamına gelmiyor. CUMHURİYET 04 CMYK