Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 11 HAZİRAN 2006 / SAYI 1055 Yaşama sevincine sansür Ataol Behramoğlu Dünyanın en zeki kadını... Ali Deniz Uslu ağıstan Devlet Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi ve edebiyatçı Prof. Nadia Camukova fotografik bir hafızaya sahip. Üç yüz sayfalık bir kitabı birkaç saatte, anlayarak bitirebiliyor ve üç binden fazla kitabı harfi harfine hafızasında taşıyor. İki yaşında okuma ve yazmayı öğrenen Camukova, 14 yaşına geldiğinde iki üniversiteyi birden bitirmiş. Profesörlük unvanını en genç alan isimlerden. Sahip olduğu zekâ ile yaşamaya alışmanın zaman aldığını, çocukluğunun kitaplar arasında geçtiğini, ama hiç iletişim sorunu yaşamadığını söylüyor. “Farklılığının” farkında olmadığı için rahat bir çocukluk geçirdiğini söyleyen Camukova, şimdi tüm zekâsını bilime ve üstün zekâlı çocukların gelişimine adamış. Prof Dr. Nadia Camukova ile hayatını ve çalışmalarını konuştuk. IQ’nuz 140200 aralığında 199.37 gibi şaşırtıcı bir seviyede. Bu test nerede yapılmıştı? İki yıl önce Moskova’da bir beyin araştırma enstitüsünün kalabalık bir bilim adamı kadrosu beni davet etti. IQ ve EQ başta olmak üzere mantık ve düşünce testlerin Prof. Dr. Nadia Camukova 199.37’lik IQ derecesiyle dünyanın en zeki insanı unvanına sahip. Binlerce kitabı noktası virgülü ile aklında tutabilen ve yedi dil bilen Prof. Dr. Nadia Camukova, bir kez okuduğunu bir daha unutmuyor. İstanbul’a ilk geldiğinde kendini evine gelmiş gibi hissetmiş, iki ay sonra kentten ayrılırken Türkçeyi de bildiği dillere eklemiş. Şimdi ise Türkiye’de birçok farklı projede yer alıyor. “Zekâ”yı nasıl tanımlarsınız? Zekâ, yapacaklarını en iyi şekilde yapmak için sahip olduğun kapasitedir. Kadın ve erkekler arasında zekâ üstünden üstünlük kurma hevesi her dönem yaşanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Dünyayı dengede kadın ve erkek tutuyor, yani biri hafif diğeri ağır değil. Yalnızca birinin güçlü olduğu yerde diğeri belki biraz daha zayıf. Bazen birbirlerine yol vermeleri, birbirlerinin yollarından çekilmeyi bilmeleri gerekir. Dengeyi karşılıklı anlayış ile sağlamak zorundayız. Şu sıralar Türkiye’de pek çok konferansa katılıyorsunuz. Nelerden bahsediyorsunuz? Yaşanılanları ve hayatı yorumluyorum, dünyanın benim kulemden nasıl göründüğünü anlatıyorum. Çünkü farklı görüşler alternatifleri yaratıyor, bende bu alternatifleri arttırıyorum. Dünya, Türkiye, İslam ve bu coğrafyanın üzerine kendi görüşlerimi ve yorumlarımı paylaşıyorum. E n sıklıkla karşılaştığım bir sorudur: “‘Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var’ı ne zaman, nasıl bir ortamda, neler düşünerek yazdınız?” Yanıtım çok basittir: Hiçbir şey düşünmeden, içimden geldiği gibi yazdım... Şiirin altındaki tarih 1977. Demek ki otuz beş yaşımdayım... Bekârım, âşıkım, Kadıköy’deki evimde yalnız yaşıyorum. “Militan” dergisinin yayını sona ermiş. Bir yıl önce annemi yitirmişim... Antalya ve çevresine yolculuklarımda Akdeniz yaşamıma girmiş... Sait Faik, Bedri Rahmi okuyorum... “Organik şiir” kavramı üstüne düşünüyorum... Kederler, sevinçler içimde bir yumak olmuş... İşte böyle bir dönem... “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” yaşamımın tam olarak böyle bir döneminde yazıldı... Şiir ilk kez 1978’de, “Kuşatmada” adlı kitabımda gün yüzüne çıkmış olmalı. Onu yazdığımda da iyi şiirlerimden bir olduğunu biliyordum. Fakat bu kadar ünleneceği aklımın ucundan geçmezdi. Zaten ne benim kuşağım, ne de o dönemin gençleri bu şiirin farkına vardılar. Okura tam anlamıyla ulaşması için bir kuşak daha beklemesi gerekiyormuş. Sonra inanılmaz bir şey oldu. Bu şiirle ilgili olarak bana söylenenleri sadece birer cümle olarak sıralasam bu yazı yetmez. “Yaşadıklarımdan...”ı okuduktan sonra intihar etmekten vazgeçenler olduğunu anlattılar... Son olarak, Ankara’daki bir toplantıda bir genç kız, bir zamanlar kekeme olduğunu, bir şiir yarışmasına bu şiirle katıldıktan sonra kekemeliğinin geçtiğini söyledi... Bütün bunlar bende ne gibi duygular uyandırıyor? Tabii, memnun oluyorum. Ama yine de, doğrusunu söylemek gerekirse, başka şiirlerimden söz edildiğinde daha da çok göneniyorum. “Yaşadıklarımdan...” çok çocuklu bir babanın (annenin) en gösterişli çocuğu gibi... Bunu hak ediyor belki, ama yine de öbür çocukların pek fazla gölgede kalmalarına da gönlüm razı değil... D olarak durgun ve boşlukta hissettiğim zaman çok rahatsız oluyorum. Olaylara bakış açınız ve tavrınız farklı mı? Genelde yaşanılanlara karşı tepkilerimi verirken çok yönlü düşünüyorum. Bu beni fazla soğukkanlı yapıyor. Panik yaptığım bir yaşanmışlığım yok desem yeridir. Olaya karşı kısa zamanda birçok alternatif üretip sorguluyorum. Huzurumu ve sükunetimi bozmuyorum. Bana sorarsanız burada önemli olan karşılaştığınız problemleri en basite indirerek düşünmeniz. Bunu herkes yapabilir. HAYATIN FARKINDA OLMAK Hayat felsefeniz nasıl? Hayatın içinde olduğumuzun farkında olmak ve hedeflerimizi belirlemek şart. Bizden öncekiler “Bizi nasıl temsil ettin?” dediklerinde yüzümüz kızarmamalı, sonra gelen nesiller, “Bana ne bıraktın?” dediğinde de ruhumuz kaçacak yer aramamalı. İşte böyle yaşamalıyız. Bizler, geçmiş ile gelecek arasında şu andan sorumluyuz. DOĞU’DA DUYGULAR, BATI’DA BİLİM Türkiye’nin dünya perspektifindeki yerini nasıl görüyorsunuz? Türkiye doğu batı, kuzey güney arasında merkezde bulunuyor. Doğuda duygular, batıda ise bilim öne çıkıyor. Duygu ve bilimi dengeleyebilecek potansiyele en yakın insanlar da bu coğrafya üzerinde yaşıyor. Bu dengeyi kurup, dünyaya öğretebilecek bir konumda burası. Türkiye bulunduğu yerin ve sorumluluklarının bilincinde olmalı. Türkiye İslamın asıl kaynaklarında biri olmakla beraber, dünyada eşi benzeri olmayan bir cumhuriyetin de sahibi. Birini ötekine karşı kullanamazsınız. İslam, laikliğe ve cumhuriyete karşı alet edilemez. Bunları birbirine düşürmeden en iyi şartlarda, hatta biri diğerine destek verecek şekilde öne çıkarmak çözüm olabilir. İstanbul’a ilk kez ne zaman geldiniz? İstanbul’a ilk kez 1995 yılının eylülünde geldim. Pek çok ülkeye gittim, ama onlarda yabancı hissetmiştim kendimi. İstanbul o kadar farklıydı ki bir anda girdi kanıma. Uçaktan indiğimde evime geldiğimi hissettim. Dünya tarihini taşıyan bu şehir beni gerçekten büyülüyor. Zaten ben tarihi, tarih olarak görmüyorum onu yaşıyorum, hissediyorum. İstanbul’da bana bunu fazlasıyla veriyor. O dönemde tek kelime Türkçe bilmiyordum. İki ay kaldım, ayrılırken kimse Türkçeyi burada öğrendiğime inanmıyordu. Yedi yıl müzik okumuşsunuz. Nasıl piyano çaldığınızı çok merak ettim. Şimdi müzikle aranız nasıl? Müziği çok seviyorum ve hâlâ piyano çalıyorum. Türk Sanat müziğini ve türküleri çok seviyorum. Türkiye’nin tadını türkülerden alıyorum. Prof. Dr. Nadia Camukova... Fotoğraf: VEDAT ARIK Marmaris’te bir lisedeki şiir okuma şöleni ya da yarışmasında ilçenin bayan milli eğitim müdürü ve ilgili komisyon üyelerinin bu şiirin okunmasını uygun bulmadıklarını öğrendiğimde, sözcüğün tam anlamıyla şaşıp kaldım. Bu konuda Vatan gazetesinde Sayın Mustafa Mutlu’nun 29 ve 30 Mayıs 2006 tarihlerinde o kadar güzel iki yazısı yayımlandı ki benim onlara ekleyecek tek sözüm yazar arkadaşıma içten teşekkürlerim olabilir. (Konuyla ilgili herkesin, okumadılarsa eğer, internetten bu yazıları bulup okumalarını isterim.) Yazılardan ikincisinde, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, Türk edebiyatı uzmanı bir sayın profesörünün yanıtında, şiirin okunmasına izin verilmeyişiyle ilgili olarak “Bence bu yerinde bir karardır...” cümlesini okuduğumda, doğrusu daha da çok şaşırdım. Üstelik bir edebiyat profesörü bir şiire nasıl böyle bakabiliyor, saçma sapan bir uygulamayı nasıl doğru bulabiliyordu? Sonra yine bu sütunda yayımlanan “Yaşam KültürüÖlüm Kültü” (16.10 05) adlı yazımı anımsadım. AKP yönetiminin benzer konuda bir uygulamasının eleştirildiği bu yazıdan bir küçük paragrafı buraya aynen alıyorum: “Asıl sorun bence iki dünya görüşünün, iki yaşam algılayışının karşıtlığında. Ben bunlardan birini yaşam kültürü, ötekini ölüm kültü (tapınıcılığı) diye adlandırıyorum. Bu kültür ve kült ülkemizde kıyasıya bir çatışmada.” “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var”ın günün birinde birilerince sakıncalı bulunacağı aklımın ucundan geçmezdi. Fakat onların sakıncalı bulduğu şey şiir değil, şiirden taşan yaşama sevinci... Sevinciyle ve kederiyle, yaşamın kendisi... Okul öncesi çağın çocuklarını Kuran kurslarına tıkmaları, sonraki eğitimi elden geldiğince dinselleştirip “öbür dünya”lılaştırma çabasında olmaları ve “sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten” gibi bir dizeden rahatsızlık duymaları bundandır... ataolb@cumhuriyet.com.tr den geçtim. İki farklı şekilde ölçüm yapıldı. 200’lük ölçüm üzerinden 199.37, 360’lık ölçümden de 357 gibi bir rakama ulaştım. Bunlar orada o güne kadar verilen en yüksek sonuçlardı. Yüksek zekâya sahip biri olarak nasıl bir çocukluk geçirdiniz, sorunlarınız oldu mu? Aslında her çocuk biraz kendi dünyasında yaşar. Ben de biraz suskun ve içine kapanıktım. Bazen günlerce konuşmuyordum, ama hayattan bağımsız ve iletişim problemi olan biri değildim. Çevremden fazla uzaklaşmadığım için farkımı göremiyordum Arkadaşlarım top oynar, koşuştururken ben kitap okurdum. Çünkü kitaplar arasında çok huzurluydum. Bu farklılık, hayatımı pek zorlaştırmadı, ama ona alışmak biraz zaman aldı. Bu farklılık size tüm kapıları açmış olsa gerek? Hayatımda tüm kapıları zekâm değil, kaderim açtı. Günlük hayatınızda bu zekâyı nasıl kullanıyorsunuz? Gün içinde tüm kapasitemi kullanacak zihinsel faaliyetleri yapmaya çalışıyorum. Uyanık olduğum süre zarfında beynimin sürekli çalışması gerektiğini düşünüyorum, ama buna elbette ki imkân yok. Kendimi zihinsel Üniversitede hangi çalışmaları yürütüyorsunuz? Yeni sayılabilecek Doğu Bilimleri Fakültesi’nde Türk Dili ve Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını yapıyorum. Bu yüzden onu sağlam temeller üzerinde yükseltmeye çalışıyorum. Amacım yönlendirmek değil, en doğruyu yansıtmak. Türkiye’de kaldığınız sürede hangi çalışmaları yaptınız? Kendim için özel bir tasavvuf araştırması yapıyorum. Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı ile birlikte üstün zekâlı çocukların keşfedilmesi, eğitimi ve desteklemesi ile ilgili bir program da hazırlıyoruz. Çocukların eğitim ile ilgili farklı düşünceleriniz var mı? Bana göre eğitim en geç üç yaşında başlamalı. Çünkü üçbeş yaş arası beyinin kayıtsız şartsız kabul dönemi. Bu dönemde alınan bilgilerin üstüne bilimi koymak çok daha kolay. Elbette çocuklar ilkokula üç yaşında başlasın demek istemiyorum ama eğitimin hazırlığı bu yaşta başlarsa çok başarılı olabiliriz. Benim de bu yönde çalışmalarım var. Fotoğraflık yaşamlar... Aylin Kotil asanın etrafında bir kadın ve bir adam, belli ki evliler. Yanlarında çok güzel bir kız, bir de erkek çocuk. Resim çektiriyorlardı, birbirlerine sarılıp gülümsediler. İdeal dediğimiz tabloya sevgiyle bakakalmışım. Sonra nedense yemek boyunca çocuklar dahil olmak üzere pek konuşmadıklarını gördüm, şaşırarak. Şaşırarak çünkü verdikleri fotoğraf çok başkaydı. Sonra çocukluğuma gittim. Dergilerde, gazetelerde film yıldızlarının gösterişli gece elbiseleri içinde ve en bakımlı halleriyle çektirdikleri resimlere aklımın hep takıldığını anımsadım. M Onları hep evlerinde yemek yerken, yatağa yattıklarında ya da TV seyrederken hayal ederdim. O debdebenin altını merak ederdim çocuk aklımla. Çünkü onların sadece fotoğraf çektirdiklerinde bile rollerine devam ettiklerini düşünürdüm. Bu rol onları sıkmaz mıydı acaba? Kimisini sıkıyordu sanırım, çünkü alkole ve intihara eğilimlerini de okudum sonraları gazetelerde. Üzerlerinde şöhretin getirmiş olduğu bir baskı vardı şüphesiz. Peki, ya şimdi? Şu karşımdaki masada oturanlar... Sadece fotoğraflarda mutlu olan aileler giderek artmıyor mu? Üstelik sadece ailelerde de değil, çalıştığımız yerlerde, parklarda, alışverişte... Eskiden sadece film yıldızları gerçek hayatlarında da oynarken, bu dalga giderek topluma da yayıldı. Bazen sorunlarını anlatanları dinlediğimde bunu daha net olarak hissedebiliyorum. Anlattıklarını gerçekten sorun olarak gördüklerine inanmak istemiyorum. Aslında sorun diye gördükleri birtakım ufak problemlere kanalize olmak istediklerini fark ediyorum. Böylece büyük sorunla yüzleşmeden bir gün daha geçirebiliyorlar. Çünkü film yıldızları gibi, kendimiz için yaşadığımızı unutup, vermemiz gereken görüntüye takıldık. Neden diye soramadık. Yeni düzen o kadar yorucu ki, olanı kabullenip çözümler aramakla uğraşamadık. Sonra... Sonra da hep gülen fotoğraflar verdik. Kalıcı belgelere kendimiz için bile şüphe bırakmadık... aylin@kotilsarigul.com CUMHURİYET 10 CMYK