22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MART 2006 / SAYI 1042 BUZ ERİMEYE MAHKUM! sonunda araştırdım ve buldum. Bu tarza avanpop diyorlar, yani avangart ve pop’un karışımı. Neden pop çünkü; işin içerisinde vokal var. Vokal olması birçok şeyi değiştiriyor, müziği daha dinlenir kılıyor. Vokali de çıkartırsak sadece müzisyenlerin dinleyebileceği bir müzik kalacak herhalde. Öyle mi olur? Aslında bundan daha fazlasını söylemek istemiyorum. Söyleyebilirim, çünkü müzik eleştirmeniyim, ama bana göre bu, işin büyüsünü bozabilir. İnsanlar bu müziği keşfedip kendilerine has tanımlarını bulmalılar. BAVULLAR TÜRKİYE’DE Peki o zaman diğer bebeğe geçelim, on aylık bir oğlun var! O hayatında neleri değiştirdi? Valla o değişim yavaş yavaş oluyor, insan birdenbire bir şey söyleyebilir mi, bilmiyorum. Benim duyarlılığımı asıl Türkiye’ye dönmem değiştirdi. Artık BelçikaTürkiye arası gidip gelen bavullar yok, öyle mi? Bir süredir o bavullar Türkiye’de. İstanbul’a dönüşüm hayatımı değiştirdi. Belçika’da rahat içinde yaşıyordum, buraya gelince o rahat hayattan kopmuş oldum. Böyle söylemekten pek haz duymuyorum, ama neresinden bakarsanız bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyoruz. Böyle bir ülkede bulunmanın getirileri var. Farkında mısın, sokaktaki taksici bile ne kadar politikayla ilgili, ülkesinin yapısı hakkında ne kadar çok şey anlatabiliyor. Kara paraların aklanması vs. gibi, bilemeyeceğin kadar çok şey anlatıyor. Ben de ister istemez hem dünya meseleleri, hem de Türkiye’de nelerin işleyip işlemediğini sorgulamaya başlayıp daha çok şey öğrendim. Neye takıldın en çok? En son küresel ısınma! Bence bu her şeyin üstünde ve acil bir mesele. Ama sanki bu bir biçimde görülmezden geliniyor. Bu beni çok korkutuyor. Ve sen de şarkısını yaptın, “The ice is meant to melt/Buz erimeye mahkum!” Şarkıyı bunu düşünerek yapmadım, ama şimdi düşünüyorum belki öyle bir işe yarayabilir. Ben o şarkıyı gerçekten korkular içinde yazdım, aslında kara mizah gibi bir şey... 16 sene yurtdışında yaşayan birisi için çok düzgün konuşuyorsun. Genelde o süreç bozuk bir Türkçe ile hissettirilmeye çalışılır... Teşekkür ederim, ama altı senedir burada yaşıyorum. Benim dile yatkınlığım var, ama ona rağmen Fransızca, Türkçe şarkı söylemiyorum. Çünkü bu konuda yeterince yetkin olmadığımı düşünüyorum. Fransızcayı anadilim gibi konuşuyorum. İngilizcem de fena değil işte, ama şarkı dili başka bir şey. Bir dili müzikal olarak kullanabilmek bence başka bir beceri. İngilizce’yi seçmenin dünyada en yaygın dil olmasıyla bir alakası var mı? Hayır. İngilizce benim için şarkının dili. Çocukluğumdan beri İngilizce şarkılar dinlemişim. Bu seçilen bir şey değil, öyle alışmışım. Alıştığımın tersini yapmak benim için çok büyük bir zorlama olacaktı. Aslına bakarsan kolay yolu seçiyorum. İkinci albümün “Bitter” digital ortamda satışa sunuldu. Bu anlamda Türkiye’de bir ilk, değil mi? Evet, öyleymiş ben de sonradan öğrendim. İNTERNET VE MÜZİK... Kitlelere ulaşma konusunda bu bir avantaj mı, değil mi işinden çıkamadım? Bu bir seçim. İnternette ufak bir eforla herkes istediği müziğe, istediği zaman ulaşabilir. Üstüne üstlük teker teker parçaları indirip, karşılığında komik bir para ödeyebilir. Olsa olsa internet kullanamayan bir kitle albüme ulaşamayacak, ama onlar da çok isterlerse ulaşabilirler. Ayrıca bu modern bir müzik olduğu ve interneti kullanan kitle de genç olduğu için bu seçimin doğru olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu bir deneme, ama şu anda iyi gidiyor görünüyor. Peki kimler dinliyor, hangi ülkenin internet kullanıcısı senin daha çok peşinde? Türkiye, Amerika ve Benelüks ülkeleri olduğunu gördüm. Böyle her yere birden hitap etmesi de çok güzel. Aynı zamanda müzik eleştirmenisin, senden kendi albümünü eleştirmeni istesem... Bu soruyu kim soracak diye merak ediyordum. Ama benden istediğini yaparsam işin büyüsü bozulur... esrabasibuyuk@hotmail.com Betty Ween, yani Gülüş Gülcügil, Belçika Türkiye arasında mekik dokumayı bırakıp İstanbul’a yerleşmiş. Bu değişikliğin müziğini de etkileyeceğini düşünüyor. Ona yeni albümü “Bitter”le, ama sadece internetten ulaşabilirsiniz. Röportaj ve fotoğraf: Esra Başıbüyük ülüş Gülcügil namı diğer Betty Ween, 2003 yılında ilk albümünü “In Betty Ween”i çıkarmıştı. Albümün kapağında, elinde bir bavulla hatırlarsınız onu. Bavullar artık bir süredir Türkiye’de! Çünkü o şimdi “Bitter’e” (Acı/keskin) bulanmış durumda! Hayatın acı hallerini kara mizahla kaleme almış ve bestelemiş. Müzik anlayışını illa kategorize edelim dersek alternatif müziğin içerisine sokabiliriz. “Bitter” MP3 formatında internetten satışa sunulan Türkiye’deki ilk albüm. Avangardpop tarzını sevenler ya da tanışmak isteyenler için www.bettyween.com sitesini ziyaret etmek yeterli. Kendini, hayatı, yaptığı işi sorgulayabilen Betty Ween’le ikinci albümünü sebep bilip sohbet ettik... Bu üretkenlik nedir böyle, seni bir albümle bırakmıştık şimdi bir albüm daha, bir de bebek olmuş! Belki beni bırakır bırakmaz , koşa koşa hedeflere doğru gitmişimdir. Aslında hiçbir şey çok hızlı olmadı. Uzun zamandır bu albümün zeminini hazırlıyordum. G “In Betty Ween” rock albümü gibiydi, ama etnik bir albüm gibi bahsedenler de olmuştu. Bu insanların beceriksizliği miydi, yoksa albüm mü çok kaotikti? “İn Betty Ween” alternatif rock ya da alternatif pop galiba. Alternatif başlığı altında, müziğe her şeyi sokuşturabiliyorsun. “İn Betty Ween” de bu başlığın altına çok güzel bir biçimde giriyor. Ayrıca çok etnik olduğunu düşünmüyorum. İşin içinde bir Hint havası vardı. Bu da etnik olsun diye değil, Hint müziğini çok sevdiğim ve o sırada çok dinlediğim için oldu. Sanırım ikinci albümü daha çok beğendim; “Bitter”! İkincisinin tarzı çok farklı. Bunun sebebi de ilk albümde gençlik döneminden gelen bütün enerjinin “İn Betty Ween” de patlamış olması, artık rahatladım! Evet, sakinleşmişsin bu albümde! Artık bugüne bakıyorum. Nasıl müzik yapıyorum, ne seviyorum, geleceğe yönelik planlarım nedir, bu albümde o var. Aslında bu albümün tarzını o kadar çok sordular ki THE STROKES New York’tan punk rock... Ali Deniz Uslu abahlara kadar süren bar programları sayesinde geliştirdikleri müziklerinin üstüne sözcük oyunlarına başvurmadan keskin anlatımlar kullanan The Strokes, yeni albümü “First Impessions Of Earth”le yıldızını parlatmaya devam edecek gibi görünüyor. Son dönemde New York’tan çıkan başarılı alternatif gruplar arasında belki de en üst sırada yer alan The Strokes, İtalyan asıllı gençlerden kurulu. Grup üyeleri yüksek enerjilerini müziklerine yansıtmayı bilen ve saldırgan tavırları ile dikkat çeken müzisyenler. Vokalde aynı zamanda grup ruhunu şarkılara başarıyla aktaran söz yazarı Julian Casablancas, davulda Fabrizio Moretti, gitarda Albert Hammond Jr ve Nick Valensi var, bass gitarda ise Nikolai Fraiture. İlk kez 1998 yılında bir araya gelen grup elemanları New York’un köhne barlarında kısa sürede sivrildikten sonra geniş kitlelere ulaştı. Küçük barların yerini daha itibarlı bar ve konser salonları aldı. Daha büyük mekânları doldurmaya başlamaları ise imaj tacirlerinin dikkatlerini çekti. İlk demo albümleri “The Modern Age” tartışılsa da grubun ışığını göstermesi açısından önemli bir çalışmaydı. S ROCK MÜZİĞİN KURTARICILARI... The Strokes müzik piyasasına girmek için yakaladığı fırsatı iyi değerlendirerek uluslararası arenada iyi bir yer edindi. İngiltere ve Amerika’da sessiz sakin turnelere başladıklarında kapalı gişe konserler vermeye başlamışlardı. İlk albümleri “Is This It”, 2001 yılında çıktığında grup artık uluslararası arenada ismini iyiden iyiye duyurmuştu. Albümün her şarkısı birer marş gibi dilden dile dolaşırken ikinci albüm beklentileri de artmıştı. İkinci albüm “Room On Fire” 2003 yılında çıktığında dönemin en çok merak edilen albümlerinin başında geliyordu. Kimileri ilk albümün göl gesinde bir ikinci albüm bekliyor, kimileri ise grubun kendisini tekrar edeceği inancını taşıyordu. Albüm çıktığında ise bekleyenler aradıklarını fazlasıyla bulmuşlardı. Şimdi grubun değişimi hissettiren üçüncü albümü “First Impessions Of Earth” piyasada. Daha ilk şarkıları “Juicebox”, grubun yaşadığı bu müzikal değişimi gözler önüne seriyor. Albümün diğer şarkıları ise sürprizlere açık. Buna, ister zamana uymak ister olgunlaşmak diyelim, sonuçta olumlu bir değişim söz konusu. Zaten dinledikçe beğenilen The Strokes’un, zamanla bağımlılık yapan bir grup olduğunu bilmeyen de yok gibi. İlk albümleri sonrası rock’n roll’un kurtarıcılarından gösterilen grup bu misyonu taşıdığının farkında. Hatta bu misyon onlara biraz da ağır geliyor olabilir. Albüme dönersek, açılış parçası tanıdık tınısı ile “You Live Only Once”. Sonra ise gürültü koparan çıkış parçaları “Juicebox” var. “Heart In A Cage” ve “Razorblade” ise albümün klasikleşecek parçalarından. Şarkıların geneline yansıyan bir melankoli söz konusu. Albümün büyük iddialar taşıması grubun fanatiklerinde hayal kırıklığı yaratabilme ihtimaline sahipse de albüm, tarzının en iyi örneklerinden biri. Kısacası The Strokes’un bu yıl da birçok ödülü toplayacağı kesin. CUMHURİYET 08 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle