Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZARIN PENCERESİNDEN Kadın Günü’nde Şirin Ebadi Selçuk Erez er şeyin “günü” var ama “Dünya Kadın Günü” her yıl andığımız yüzlerce gün arasında en çok üzerinde durulması, düşünülmesi ve düşünmenin ötesinde harekete geçilmesi gereken bir ana sorunumuzu belirler. “Dünya Kadın Günü”nde, 2003’te insan ve kadın hakları konusunda yapmış olduğu mücadele nedeniyle Nobel Sulh Ödülü’nü almış olan İranlı Şirin Ebadi’yi anmak yerinde olur. Hukuk okumuş olan Ebadi, 1975’te Tahran Kent Mahkemesi’nin başyargıçlığına yükseltilmişti. Ancak, 1979’da İran’da İslam Devrimi’nden sonra kadınların yargıç olamayacaklarına hükmedildiğinden Ebadi, yerinden alınıp aynı mahkemenin kâtipliğine atanmıştı. Ebadi, emekliliğini istemiş ve avukat olarak çalışmak için başvurmuştu. Ebadi, avukatlık lisansını ancak 1992’de alabilmiş ve o tarihten sonra memleketinde pek çok kimsenin savunmasını üstlenmekten korktuğu kimseleri savunmaya başlamıştı. 2000’de önde gelen muhafazakâr liderlerin, reform taraftarlarının toplantılarına saldırılar düzenlediğini açıklayan bir itirafçının videokasetlerini dağıtmakla suçlanarak hapse mahkum edilmişti. 2001’de memleketinde İnsan Haklarını Savunma Merkezi’ni kurmuş ve bu merkezin başkanlığını üstlenmiştir... Şirin Ebadi’yi neden mi anımsayalım? Çünkü Ebadi, bugün İslam ülkelerinde kadının, erkeğin yanında ikinci sınıf, ondan daha zavallı ve “korunmaya” sadece “muhtaç” değil “korunması zorunlu” bir yaratık sayılmasının nelere yol açtığını iyice yansıtan bir örnektir de ondan! Hepsi kadın, tıpkı benim gibi Özlem Altunok yuncu Filiz Kutlar geçen 8 Mart’ı kurmaca kadın şair Bilitis’in yaşamını anlatan “Bilitis’in Şarkıları” oyunuyla karşılamıştı. Bu 8 Mart’ta ise “Hepsi Kadın Tıpkı Benim Gibi” adlı fotoğraf sergisiyle izleyiciyle buluştu. “Fotoğraf da tiyatro da insanı konu ediniyor” diyor Kutlar, vizörü kadınlara çevirmesinin sebebi ise kadınların dünyanın neresinde olursa olsun benzer yaşanmışlıkları biriktirmesi. Burma, Hindistan, Peru, İtalya, Küba, Fransa ya da Vietnam. Kutlar, 10 yıla yayılan bu çalışmasında dünyanın her kıtasından, farklı kültürlerin biçimlendirdiği kadınların ortaklığını dirençli ve mücadeleci kişiliklerinde birleşti Burma H O Endonezya, İtalya, Küba, Hindistan ya da Vietnam. FİLİZ KUTLAR dünyanın farklı kültürlerinden kadın fotoğraflarını, yine kadınlara hediye ediyor. Fotoğraf: UĞUR DEMİR riyor. Filiz Kutlar’la Fransız Kültür Merkezi’nde 30 Mart’a kadar sürecek sergiyi ve kadınlık hallerini konuştuk. Her 8 Mart’ta kadınlara özel bir etkinlik yapmaya özen gösteriyorsunuz sanırım... Kadın olmanın sorumluluğunu elbette taşıyorum, ama son iki yılda gerçekleştirdiğim iki proje, biraz da tesadüflerin sonucu. Geçen yıl hazırladığımız “Bilitis’in Şarkıları”, 8 Mart’a uygun, farklı bir kadını anlatan bir oyundu. Bu yıl da 10 yıllık bir çalışmayı kapsayan, ama üzerinde son bir yıldır yoğun olarak çalıştığım kadın konulu fotoğrafları bir araya getirdim. Bu fotoğraflar dünyanın her kesiminden, her sınıfından kadınlara armağan olsun istedim. Serginin adı “Hepsi KadınTıpkı Benim Gibi”. Bu vurgu, kadın olmanın ortaklığını mı gösteriyor? Sergideki fotoğrafların tümünde, dünyanın çeşitli ülkelerinden işçi, ev kadını, satıcı, oyuncu, yazar, köylü farklı konumlardaki kadınlar var. Kadınların bütün coğrafyalarda ortak sorunları ya da özellikleri olduğunu görüyorum. Hepimiz benzer aşklar, ilişkiler yaşıyor, benzer öfke ve kederler barındırıyoruz. Serginin adı da bu yüzden bütün kadınları, ayrımsız bir araya getiren bir başlık taşıyor. Bu benzerliklerin temelinde ne yatıyor sizce, neler gözlemlediniz yolculuklarınızda? 10 yıldır, gittiğim ülkelerin aynası olan insanları görüntülemeye çalışıyorum. Dilini konuştuğum ülkelerde insanları daha yakın gözleme şansım oldu. Hangi coğrafyadan olursa olsun kadınlar evde, sokakta, pazarda ya da sahnede çalışıyorlar. Hindistan’da meyve satan kadınla, Avrupa’daki pazarcı kadın, Endonezya’daki dansçı kadın ya da evinin kapısının önünde oturan öfkeli kadın... Hepsi hayatta kalma mücadelesini bir biçimde çalışarak veriyor. Dünyadaki bütün kadınlar emekçi. Bir de ben kadınların aşka bakışlarının aynı olduğunu düşünüyorum. Çünkü hepimizin zengin bir iç dünyası ve derin duyguları var. Fotoğrafların bütününde renkli, canlı bir dünya var... Hayat acısı, üzüntüsü, neşesiyle bir bütün. Bu yüzden yaşadıklarımız bizi umutsuzlaştırmamalı. Bir de benim bakışımla, gözlemlediklerimle sunulan bir hayatı izliyorsunuz bu fotoğraflarda, dolayısıyla gülümseyen bir sergiyle karşı karşıyasınız. Mesela Hindistan’da bir ölü yakma törenindeki kadınlar ağlamıyordu, bu da onların gelenekleri, hayata bakışlarıyla ilgiliydi. Guatemala Meksika Sergide Yıldız Kenter, Alev Ebuzziya gibi tanıdığımız simaların fotoğrafları da var... Evet, sevdiğim arkadaşlarım, dostlarım, hocalarımın portreleri... Yıldız Kenter, Leyla Erbil, Alev Ebuzziya ya da sahnede, kulisteki kadın oyuncular var. Daha çok tiyatro fotoğrafı olsun istiyordum, ama sanırım bu ayrı bir serginin konusu olacak. Fotoğrafın hayatınızdaki yeri ne, tiyatroyla bir bağ kuruyor musunuz? Otuz yıla yakın zamandır, yani konservatuvarda okurken başlamıştım fotoğraf çekmeye. Fotoğraf da tiyatro gibi, insanın bütün vaktini alan mesleklerden. Ben bu yüzden fotoğrafta amatör kalmayı seçtim. İki sanat dalı da insanı konu ediniyor ve gözlemleme yetisini geliştiriyor. Fransız Kültür Merkezi: 0 212 334 87 40 COŞKULU BİR JEANNE D’ARC Şirin Ebadi... Kadın gerçekten korunmaya muhtaç bir yaratık mıdır? Çağımızın bilimi bunun böyle olmadığını göstermektedir: Ana rahmine düştüğü andan itibaren erkek yumurta, sonra erkek embriyo ve fetus’un düşme, zamanından önce doğma, doğumda yaşamını yitirme açılarından dişi benzerlerine göre daha şanssız ve dayanıksız oldukları bilinmektedir. Kız çocuklarının fizyolojik, entelektüel ve sosyal açılardan olgunluğa, erkeklerden önce vardıkları da bilinmektedir. Kadınların biyolojik olarak daha dayanıklı yaratıklar olduklarını, onların yaşama sürelerinin erkeklerinkinden yaklaşık 8 yıl daha fazla olduğu gerçeği yeterince vurgular. Safsatalar bir yana bırakılıp kızlara yeterince eğitim ve fırsat sağlandığında Rus Çariçesi Büyük Katerina, Britanya Başbakanı Margaret Tatcher, Liberya’nın Cumhurbaşkanı Ellen JohnsonSirleaf gibi başarılı politika liderleri, Patricia Churchland, Emma Goldman, Simone de Beauvoir, Margaret A. Boden gibi dünya çapında önemli felsefeciler yetişmektedir. Bizim bunları sanki bir şey ispat etmek zorundaymışçasına sıralamamızın nedeni şudur: Geçen yüzyıla dek Batı’da da kadınlara düşenin sadece ev işleri, çocuk bakımı olduğu, evi geçindirme görevi onlara değil kocalarına, babalarına yakıştığı sanrısı yaygındı. Bu nedenle pek az kadın erkek işi sayılan görevleri başarıyla üstlenmesine yol açacak eğitim görebilmişti.. Bundan iki yüzyıl sonra geriye bakıp çeşitli konularda kaç kadının başarılı olduğunu irdeleyenler Batı’da ve gelişmiş Doğu’da bunların erkeklerle aynı sayıda olduklarını göreceklerdir. İslam ülkelerinde? Sonuç, kadının erkekten daha yetersiz bir yaratık olduğu inancımızı terk edip terk etmeyeceğimize göre değişecektir: Bu konuda yanılmaktan vazgeçmezsek buralarda kadınlar yine erkeklerin gerisinde kalacaklardır ve potansiyelimizin yarısını kullanmış olacağımızdan çok ilerlemiş Doğu ve Batı arasında yazarı, araştırıcısı, felsefecisi az, geri kalmış bir bölgede canlı bomba dışında pek bir şey üretemeyen kalabalıklar olarak varlığımızı sürdürürüz... Tabii bir yere kadar! Özlem Altunok E sra Kızıldoğan Uygur, altı yıldır profesyonel oyunculuk yapıyor. Daha 26 yaşında ve Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Haluk Bilginer gibi oyuncularla karşılıklı oynama şansını yakalamış. Hem “şans” diyor bu durum için, hem de “Belki de zamanı gelmişti”. Gözünüz onu “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü” filminden ya da “Beyaz Gelincik” dizisinden de ısırıyor olabilir, ama daha da önemlisi şu sıralar Oyun Atölyesi’nde Kemal Aydoğan’ın yönettiği “Jeanne d’arc’ın Öteki Ölümü”nde rol alıyor. Haluk Bilginer’in beceriksiz tanrıyı, Emre Karayel’in yanar döner bir celladı canlandırdığı bu komedide, Uygur azize olmakla olmamak arasında bocalayan Jeanne d’arc. Esra Kızıldoğan Uygur’la kahramanlık ve oyunculuk üzerine konuştuk. Yönetmen Kemal Aydoğan “Ben Jeanne d’arc’a ne kadar benziyorum” sorusunun peşinden gittiğinizi söylüyor oyunu sahneye koyarken... Bu soruyu size yöneltirsek, yanıtınız ne olur? Jeanne d’arc bir tür kahraman, azize. Kahramanlık an layışına bugünden bakacak olursak, kendimi herhangi bir kahramanla özdeşleştirdiğimi söyleyemem, ama kastettiğiniz yürekli olmaksa, kendi hayatımda yürekli olduğumu düşünüyorum. Oyunculuk yapmanınsa kahramanlık gerektirdiğini düşünmüyorum, sadece sevmek ve inanmak meselesi. Stefan Tsanev’in bu oyunu klasik bir Jeanne d’arc versiyonu değil, bugüne uyarlanmış bir komedi. Gerçekçi, başına geleceklerin farkında ve her an şeytana uyabilecek bir Jearre d’arc’la karşı karşıyayız... Oyunun finalini söylemiş oluyorum, ama ben Jeanne d’arc’ı değil, Jeannette’i, yani Jeanne d’arc’ın yerine cezalandırılmak istenen bir kadını canlandırıyorum. Dolayısıyla Jeanne d’arc’ın nasıl biri olduğunu Jeannette’e sorduruyorum. Hazırlanırken daha çok iyilik, kötülük, kahramanlık gibi kavramlar üzerine kafa yordum. Oyunda ironiyle Jeanne d’arc’ın ancak ölünce bir kahraman olabileceğinin altı çiziliyor. Kahramanlık sizce geçmişten bugüne nasıl bir yol aldı? Evet, azize olabilmek için ölmek gerekiyor, bu yüzden de Jeanne d’arc’ları öldürmek istiyorlar. Bu da sonuçta iktidarların işine yarıyor. Bugün sadece görüntüde kahramanlar var. Çünkü kahramanlık hamasetle, ağır ağabeylikle dolduruluyor, içi ise bomboş kalıyor. Gerçek değerlerin farkınaysa ancak onlar öldükten sonra varılıyor. Bu yıl, bu oyunun dışında, televizyondaki “Beyaz Gelincik” dizisinde ve “Hacivat Karagöz Nasıl Öldürüldü?” filminde de oynuyorsunuz. Nasıl oluştu bu yoğunluk? Biraz tesadüf, biraz şans. Belki de zamanı gelmiştir. Daha önce Kenter Tiyatrosu’nda oynuyordum. Oyun Atölyesi’nde oynamak da hayalimdi, önceki yıl yeni oyunlarının seçmelerine katıldım. Önce “Othello”da oynadım. “Jeanne d’arc’ın Öteki Ölümü”nde Tülay Günal oynuyordu ve çok da başarılıydı. O ayrılınca teklif bana geldi. Bir yandan da “Beyaz Gelincik”te avukat Diyar’ı oynuyorum. “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?”de rol almamsa master hocam Ezel Akay’ın sayesinde oldu. Bir amazonu canlandırıyorum. Gerçi filmde 10 saniye görünüyorum, ama bu sayede bir film karesinde görünmenin ne kadar kıymetli olduğunu anladım. ESRA KIZILDOĞAN UYGUR’u bu günlerde beyazperdede, tiyatro sahnesinde ya da televizyonda izleyebilirsiniz. O, şu sıralar hem Jeanne d’Arc hem bir avukat hem de atlı bir amazon... FARKLI OYNAMAK... Bocalattı mı sizi tiyatrodan sonra televizyon? Her yeni mezun öğrenci kadar bocaladım. Oyunculuk hayatımda tiyatro yapma şansını hep yakaladım, bu çok önemliydi, ama kamera karşısında olmayı da çok istiyordum. Okuldayken kamera karşısında farklı oynamam gerektiğini sanıyordum. Bunun böyle olmadığını anladığım zaman rahatladım ve çok da zorlanmadım. Oyunculuk aklınıza ne zaman, nasıl düştü? İzmir’de lise öğrencisiyken KültürSen’de oyunculuk sınavı açıldığını duydum. O güne kadar hiç tiyatroya gitmemiştim ve geleceğe dair hiçbir fikrim yoktu. Klasik olacak ama arkadaşlarımın ısrarıyla sınava girdim ve ilk eğitimimi KültürSen’de aldım. Sonrasında da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazandım. Kenter Tiyatrosu’nda da Yıldız Kenter, Şükran Güngör gibi isimlerle oynamışsınız. Bu isimlerle karşılıklı oynamak neler kazandırdı? Oyunculuğa Kenter Tiyatrosu’nda öğrenciyken başladım. Başlangıçta korktum, çünkü hepsi hem hocam, hem de önemli oyunculardı. Bugün bana söylediklerini daha iyi anladığımı görüyorum. Deneyimle beraber güvenim de artıyor ve kendimi daha rahat hissediyorum. Bundan sonrası için planlarınız neler? Oyunculukta ne kadar ilerleyebileceğimi, bende daha nelerin olduğunu görmek istediğimi söyleyebilirim. CUMHURİYET 06 CMYK