Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 MART 2006 / SAYI 1042 11 Afette hayatta kalmak ve yakınlarınıza yardım etmek istiyorsanız, bilinçli olmanız gerekir. Çünkü iyi niyetiniz felakete neden olabilir. MAG, işte bu eğitimi vermek için beş yıldır çalışıyor... PAZAR SÖYLEŞİLERİ BİRGÜN SUBAŞILAR Öğretmen Depremi yaşayınca bilinçli olmak gerektiğini öğreniyorsun. Medyada da sürekli bilinçli olmak gerektiği söyleniyor, ama bu bilinci nereden edineceğimize dair bir bilgi yok. Örneğin lisede verilen ilkyardım derslerinden aklımda hiçbir şey kalmadı. Bir dönem belediyenin ilkyardım kurslarına gittim, ama yine bir şey öğrenemedim. Çünkü devamı gelmedi. Buradaki eğitim ve devamında çalışmanın sürmesi, belirli bir sorumluluğu getiriyor. Eğitimin temeli, ben bu olayda ne yapabilirim, amatör olarak profesyonel ekibe ne kadar yardımcı olabilirim, gücüm nereye kadar yeter, bir insana ne kadar zaman kazandırabilirim sorularının cevabında yatıyor. Örneğin hangi hastanın öncelikli yardıma ihtiyacı olduğunu belirlemenin önemini anladık. Bir olay olduğunda, o insana zarar vermeden nasıl yardım edeceğimi bilmek çok güzel bir duygu ve çok güven verici. KENAN ESÜNTİMUR Pazarlama Kuzey Anadolu fay hattında oturuyoruz, ama insanların hem duyarlılığı hem de bilgisi yok. Bu kadar büyük bir risk karşısında bile insanlar ilk yardım derslerinden sıkılıyorlar ve eğitimi yarıda bırakıyorlar. Burada organizasyon çok güzel ve sorumluluk bilinci veriyor. Eğitimde, ilkyardım adına bildiklerimin çoğunun yanlış olduğunu da öğrendim. Örneğin biri nefes almıyorsa, kalp masajı yapılmaz denir, oysa bir dakika nefes almayan birinin kalbi durur. Projenin amacı, önce kendine, ailene, ardından komşuna ve mahallene yardımcı olmak. Herhangi bir olayda işe yarayacağımı düşünmek çok güzel bir duygu. Bir insanın beynine dört dakika oksijen gitmezse hayatını kaybeder. İstanbul’da yardımın gelme şansı düşük ve ben aldığım eğitim sayesinde birine sekiz dakika kazandırabilirim. Bu çok önemli, çünkü ilkyardım dakikalarla ölçülüyor. Vapurlar mimozalar Ataol Behramoğlu stanbul’da oturmayan okurlarım için Adalar ne anlama gelir bilemem ama, azıcık bencillik etmek pahasına bu yazıda geçen haftaki Büyük Ada yolculuğumdan söz edeceğim. İstanbul’un burnunun dibindeki Adalar’a “yolculuk” da neyin nesi? Fakat bu kentte, bırakın “deniz aşırı” “Adalar”ı, bir semtten bir başka semte gitmek “yolculuk” anlamı taşıyor çoktandır. KabataşAdalar vapuru kışın ve ilk baharda her nedense seferden kaldırıldığından, Sirkeci yolu ile B.Ada’ya gitmek için tek tek bütün Adalar’dan geçmek gerektiğinden, yine kışın ve ilk baharda Adalar’a deniz otobüsü seferleri varla yok arası olduğundan, bizim gibi B.Adacılar için tek çare Bostancı’dan “direkt” vapuru yakalamaktır. Bu “direkt” de söz gelimi, çünkü bu kez de B.Ada’ya ulaşmak için Heybeli’den geçmek zorundasınız. Sözü Ada vapuru seferleri gibi uzattığım için bağışlayın... Özetle, geçen Pazar Bostancı iskelesinde, saat 13.00’teki “direkt” vapuru yakaladım. Kaçıracak olsanız, bir tatil gününde, seslenseniz duyulacak kadar yakınınızdaki B.Ada’ya ulaşmak için bir saat on dakika daha bekleyecek ve ayrıca da bütün Adalar’ı tek tek dolaşarak ancak 15.20’de B.Ada’da olabileceksiniz. Yani, bu bir günlük tatil hevesiniz kursağınızda kalacak, cehenneme dönüşecek. Adındaki gibi Adalar’ın en büyük ve kalabalığı olan Büyük Ada’ya, yıllardır tanık olduğum bu özel garez neden? Bu nedeni çözebilmiş değilim. 13.00 vapurunu yakaladım, fakat değil oturacak, ayakta dikilecek bile yer yok. Tıklım tıklım, balık istifi, bu anlamda bildiğiniz başka deyimleri de siz ekleyin... İ Mahalle Afet Gönüllüleri Özgür Erbaş O rada kimse var mı? Marmara depreminin ardından, yıkıntıların içine doğru seslenen bir yurttaşa aitti bu söz. Belki komşusuna belki aynı şehirde yaşadığı, ama hiç tanımadığı birine sesleniyordu. Amacı yardım etmek, hayat kurtarmaktı. Ancak Türkiye’de genel olarak ilkyardım bilgisi eksikliği, iyi niyetli bir çabayı, felaketle sonuçlandırabiliyor; yanlış yardım nedeniyle insanlar felç olabiliyor ya da hayatını kaybedebiliyor. İşte tüm bunların önüne geçebilmek için beş yıldır yürütülen bir proje var: Mahalle Afet Gönüllüleri. Biz de Proje Koordinatörü Elvan Cantekin’le eğitimi konuştuk. Gönüllüler Birgün Subaşılar ve Kenan Esüntimur’a MAG’dan kazandıklarını sorduk. Proje hangi ihtiyaçtan doğdu? Büyük bir afet olduğunda, dışarıdan yardım çok zor geliyor. Enkaz altından kurtarılanların yüzde 97’si ilk saatlerde, ya ken di çabaları ya da yakında bulunan kişilerce kurtarılıyor. Bizim televizyonlarda izlediklerimiz geri kalan yüzde üç. Bunu yaparken insanlar bilinçsiz olursa kendilerine ya da kurtarmaya çalıştığı insana zarar verebiliyorlar. Biz de eğitimde, yardımı güvenle yapmayı, güvenliği sağlayamayacaksa bunu yapmamayı öğretiyoruz. Dışarıdan Elvan Cantekin... yardım geldiğinde, onlara destek vermek, yönlendirmek için yerelde bir grup olması çok önemli. Eğitimin içeriği ne? Eğitimi 112’den doktorlar, Sivil Savunma Kuruluşu’ndan uzmanlar ve itfaiyeciler veriyor. Toplam 36 saatlik eğitim beş ana başlıktan oluşuyor; genel afet bilgisi, ilk tıbbi müdahale, temel yangın müdahalesi, temel arama kurtarma, afet psikolojisi ve haberleşme tekniği. Eğitimin ardından Mahalle Afet Destek Merkezi açıyoruz. Burada bir konteynır ve içinde ekipmanı veriyoruz. Daha sonra muhtar başkanlığında Mahalle Afet Kurulu oluşturuyorlar ve belirli bir gönüllü potansiyeli oluşunca, Mahalle Afet Gönüllüleri Derneği kuruluyor. Kocaeli, Yalova ve İstanbul Anadolu yakasında dernekler kuruldu. Nasıl tepkiler aldınız? Olabilecek her türlü tepkiyi aldık sanırım. 2001 yılında Kocaeli’nde başladık, üç ilde 52 mahallede çalıştık. Gölcük’te ilk başladığımızda insanlar, “Bir sürü kuruluş geldi, bir şeyler yaptılar, ama devamı gelmedi. Onlar gitti, biz kaldık” diyerek tepki gösterdiler. Bugün Gölcük’te beş mahallede varız ve bu insanlara güven verdi. İzmit’te bir mahallede, “Ben depremde uyanmadım bile, böyle bir şeye ne gerek var” diyen biri çıktı. İs tanbul’da ise genelde vakit sorunu yaşıyorlar. Kadınların katılımı nasıl? Eğitimlere başlarken, yüzde yirmisi kadın olsun demiştik, ama bazı mahallelerde kadınların katılımı yüzde 50’yi geçti. Bunda kadınların daha duyarlı olması kadar özellikle ev kadınları için zamanlarının uygunluğunun da etkisi oldu sanırım. Gönüllüler eğitim bitince çantalarında ne götürüyorlar? Gönüllülüğü, bunun belirli bir sorumluluk ve devamlılık istediğini görüyorlar. Bunun dışında özgüven sahibi olduklarına yönelik geribildirim alıyoruz. Ayrıca deprem ve diğer afetlerde esas rolü oynayacak olan ve zararı gören halkın kendisi. Türkiye’de bina yönetmelikleri her zaman dünya standartlarının üzerindeydi, ama önemli olan halkın bu işi sahiplenmesi. Özellikle devletle halkın işbirliği yapması için böyle bir eğitim gerekiyor. Ancak işbirliği bugün başlamazsa, afet anında bunun yaratılması mümkün değil. Ayrıntılı bilgi için: www.mag.org.tr (0212) 296 54 90 (Pbx) STK’lerin güçlenmesi için... Sivil toplum nasıl gelişir? “Altın günleri, kermesler, lokallerde kâğıt oynanan, kahvehanede memleket kurtarılan günler... Ah, ne sivil günlerdi onlar.” Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Koordinatörü (STGM) Sunay Demircan, Türkiye’nin “sivil toplum mantığını” bu sözlerle eleştiriyor. Demircan’ın bir diğer eleştirisi de, “sivil fırsatçılık” mantığına yönelik. “Çünkü” diyor, “AB fonlarından pay alabilmek için bürokratlar vakıflar kuruyor, özel üniversiteler kendilerini STK olarak sunuyor, danışmanlık, projecilik şirketleri kuruluyor. Tüm bunlar STK’lerin bilgi ve tecrübe eksikliğinden doğuyor”. Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu tarafından desteklenen Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, işte bu sorunların önüne geçebilmek için kuruldu. Merkezin amacı, Türkiye’de sivil toplumu geliştirmek, STK’leri desteklemek ve aralarında haberleşme ve dayanışmanın kurulmasına yardımcı olmak. STK’lerin katılımcı demokraside daha aktif rol oynamaları, yani amaçlarını gerçekleştirmeleri için çalışmalar yapan merkez, eğitim ve danışmanlık hizmeti de veriyor. STGM, 18 il merkezinde, 81 ile yönelik eğitimlerde 2 bin STK temsilcisine ulaşmayı hedefliyor. Eğitimlerde, STK’lerin hem AB sürecine Sunay Demircan... hazırlanması, hem devamlılıkları için gereken altyapı ve bilgi donanımına kavuşmaları amaçlanıyor. Türkiye’deki STK’lerin sorunlarının başında, devlet desteği almadıkları için parasal sorunlar geliyor. Bu nedenle projelerini hayata geçirebilmek için fon almak zorunda kalıyorlar, proje yazmak ve gerekli yazışmaları yürütmekse ayrı bir uzmanlık gerektiriyor. Bu ihtiyacı bugün yeni bir sektör olan “proje danışmanlığı” dolduruyor. Tabii para karşılığında. STGM yetkilileri de bu aksaklığın farkına vararak, STK temsilcilerine “Proje döngüsü” eğitimleri vermeye başlamışlar. Bu eğitim amacı ise STK’lerin gerçekten bağımsızlaşmalarını sağlamak. AB Komisyonu tarafından 1 milyon 820 bin Avro’luk bütçeyle desteklenen STGM, STK’lere hazırlayacakları projelere göre toplam 500 bin Avro (bin ile 30 Avro arasında değişen) küçük ölçekli hibeler vermeyi planlıyor. Ayrıntılı bilgi için: 0 312 442 42 62 (pbx) www.stgm.org.tr SERGİ Buradan, İstanbul Belediyesi’ni, ilgili birimlerini uyarıyorum: Ada vapurlarının herhangi birinde, özellikle de tatil günlerindeki seferlerden birinde korkunç bir facia yaşanması hiç de olmayacak şey değildir ve bu geliyorum diyen facianın sorumlusu siz olacaksınız. Bunu önceden yapılmış bir “suç duyurusu” kabul edin ve henüz uyarı aşamasında olduğundan gereğini gecikmeksizin yapın. Biliyorum, o gün o saatte bir ek sefer konulduğunu söyleyerek kendinizi savunacaksınız. Fakat ne zaman konuldu bu ek sefer? 13.00 vapuru, artık tek bir yolcu daha binse batacak duruma geldikten sonra… *** Ben insandan duvarları yara yara da olsa, ve herhangi bir “duyuru” nedeniyle değil de tahminle, canını bu can pazarından kurtarıp iskelenin öte yanındaki neredeyse bom boş vapura atmayı başaran akıllı ya da talihlilerden biriyim... Yaklaşık bir saat sonra, fakat itiraf ederim ki özlediğim bir vapur yolculuğuyla ulaştığım B.Ada’da ise beni tahmin ettiğim gibi delik deşik, çamur deryası yollar karşıladı. Belediye bu kez de kendini, Adalar’a doğal gaz getirdiğini söyleyerek savunmak isteyecektir. Tamam da, ne zaman sonuçlanacağı belirsiz bu kadar pislik, bu kadar kargaşa, bu kadar ne idüğü belirsizlik, Adalı’ya yaşatılan ve yaşatılmakta olan bu kadar çile zorunlu muydu? Neyse ki mimozalar var... Adaların ve ilkbahar başlangıcının simgeleri. Tüm insan aptallıklarına karşın her Mart ayında dipdiri kokuları ve sarışınlıklarıyla açmayı sürdüren... Ve bizimle birlikte çile çekmeyi (şimdilik) tevekkülle sürdüren güzelim Ada vapurları... ataolb@cumhuriyet.com.tr Başkasının Acısına Bakmak S erginin adı “Başkasının Acısına Bakmak”. Karşı Sanat Çalışmaları ve TAYAD’ın (Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği) ortaklaşa düzenlediği sergiye konulan bu ad, Susan Sontag’ın “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabından ödünç. Sontag bu kitabında, başkalarının acılarını sadece seyrederek, onlarla gerçekdışı bir bağ kurduğumuzu söylüyor ve “Ne kadar çok sempati duyarsak, acılara yol açan gelişmelerde bir suçumuz olmadığı hissine kapılmamız da o kadar kolaylaşır” diyordu. Karşı Sanat Çalışmaları’ndaki bu sergi de, TAYAD’ın kuruluşunun 20. yılında, F tipi kapalı cezaevlerindeki “tecrit” koşullarının değiştirilmesi için gösterilen çabaları ve ölüm orucunda yaşamını yitiren 121 kişinin öyküsünü anlatıyor. Amaç ise tecrit sürecinde yaşanan gerçekleri seyirlik bir halden çıkararak sanat yoluyla kalıcı bir belgesergi sunmak. Fotoğraf, film, çizim ve metinlerin yanı sıra, sergide hâlâ tutuklu bulunanların tecrit koşullarında yaptıkları çeşitli el ürünleri, çıkardıkları yayınlar da yer alıyor. Bir yandan da sanatın ve sanatçının “hakikat” karşısındaki duyarlılığını sorgulamayı amaçlayan sergi, son günlerde sanat etkinliklerinde sıkça gündeme gelen “beden” üzerine tartışmaları zenginleştirmeye çalışıyor. Sergide 100’den fazla fotoğraf, film, dia, maket, çizim ve objeye aralarında İlhan Selçuk, Oral Çalışlar, Ataol Behramoğlu, Bülent Somay, Perihan Mağden’in de bulunduğu sanatçı ve yazarların konuya ilişkin metinleri yer alıyor. Daha önce yine Karşı Sanat Çalışmaları’nda sunulan, Hüseyin Karabey’in dünyanın çeşitli ülkelerindeki tecrit koşullarını anlatan “Sessiz Ölüm” filmi de sergi süresince izlenebilir. Sergi 16 Mart’a kadar görülebilir. 0 212 245 46 57 CUMHURİYET 11 CMYK