22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 9 CMYK 5 KASIM 2006 / SAYI 1076 9 Bu soru çok önemli bir soru. Okumuş ve kendini geliştirmiş bir kişi Türkiye’de hak ettiği değeri görmüyor. 2000’li yıllardan sonra tasarım olgusunun Türkiye’ye yerleştiğini düşünürsek çok zor bir meslek olduğunu anlayabiliriz. İnsanlar yurtdışını tercih ediyorlar, çünkü oradaki avantajlar çok büyük... Milano veya İngiltere’de yaşayan bir tasarımcı olduğunuz zaman bizdeki dengeler değişir; şan, şöhret ve ün olur. Yurtdışında yaşayan tasarımcıya “iyi tasarımcı” imajını yapıştırıyoruz. Bu imajı kaldırmalıyız. Yurtdışındakilerin en büyük avantajı tasarım dünyasıyla daha iç içe olmaları. Türkiye aslında tasarım alanı için bir cennet. Fakat sanayici imaj istiyor; tasarımcı da çok ilgisiz. Bu sene bir sanayi kuruluşuna teklif gönderdim ve öğrendim ki Milano’da yaşayan iki tasarımcıdan da teklif gitmiş. Ben bahsettiğim bu dengeyi bire bir orada yaşadım. Fiyatlarda eşitsizlik vardı. Sanayiciyle daha sonra görüşme şansım olduğunda bana ya reklam değerinden Milano’dakilerle çalışacaklarını ya da fiyatım uygun olduğu için benimle çalışacaklarını söylediler. Ben size bir reklam sağlayamam dedim ve o anda teklifimi geri çektim. Türkiye’deki sanayicinin yaklaşımı maalesef hâlâ bu noktada. Ama bu devre de geçecek ve sanayicinin bakış açısı değişecek. Designers Of Turkey (DOT) ne amaçla kuruldu? Bu doğrultuda neler yaptınız? DOT, tasarımcıların bitmiş ürünlerini alıp yurtdışında global pazarlamak üzere kurulmuş bir organizasyon. Kişisel olarak yurtdışında bir fuarda yüksek fiyatlarda bir stant almaktansa DOT olarak gittiğinizde zaten size uygun şartlarda o standı veriyorlar. Şu anda üç tasarımcı arkadaşım var. DOT bir tür danışmanlık hizmeti yapıyor; sanayici ve tasarımcıyı tanıştırıyor. Endüstriyel Tasarım Meslek Kuruluşu’nun (ETMK) faydaları nelerdir? PAZAR SÖYLEŞİLERİ Zagreb’i haritayla dolaşmak... Ataol Behramoğlu Taklidi hemen anlarım... Yazı ve fotoğraf: Yonca Karatoprak Y abancı dillerde bazı sözcükler, özellikle de kent adları, tıpkı çocukluğumda tutkulu bir pul koleksiyoncusu iken bazı yabancı ülke pullarının üzerimde bıraktığı etki gibi, imgelemimi kurcalar, beni heyecanlandırır, bu bir kent adı ise o kenti görme arzusu uyandırır içimde... Sözünü ettiğim pullar, daha çok “Felemenk” ülkesi, Hollanda pulları filandı... Bunlar gösterişli pullar da değildiler... Fakat her nedense bir bilinmezlik, kuytuluk duygusu yaratırlardı bende... Kent adları arasında da Zagreb’in böyle bir yeri vardır... Sanki ille de trenle gidilmesi gereken, kuytu, uzak, gizemli bir kenttir... Filmi çekilecekse mutlaka siyahbeyaz olmalıdır. Fassbinder’in melankolik filmlerine yakışacak bir mekân... Fakat hiçbir şey tam öyle olmadı... Trenle değil, Belgrad otobüs terminalinden kalkan oldukça köhne bir şehirlerarası otobüsle, yazı aratmayacak bir güz gününde, Orta Avrupa kırlarını geçerek, altı saatlik bir yolculuk sonunda ulaştım Zagreb’e. Bizim kültürümüze yakın, ışıklı ve devingen Belgrad, bu altı saatlik yolculuk sonunda, o akşam saatinde, yerini daha kapanık, daha durgun bir Orta Avrupa kentine bırakmış gibi görünmüştü gerçi... Fakat ertesi gün, belki de şans eseri yazdan kalma o ekim gününde, elimde bir kent haritasıyla, Zagreb’in tam kalbini, merkezini oluşturan caddeleri, parkları, bulvarları, alanları adım dolaşırken, hayalimdeki kentte olmasam da bundan sonra hayal edeceğim bir kentte olduğumu duyumsadım.. Zagreb öncelikle temizliğiyle etkiledi beni. Bir de, bulvarların, alanların, parkların birbirine açılıp eklenişindeki, geometrik, fakat tedirgin etmeyen düzenliliğiyle. Şimdi, gezdiğim yerlere işaretler koyduğum kent haritasına bir kez daha göz atarken, bu geometrik düzenliliği de bir kez daha görüyorum. Ö zlem Yalım, 1995 ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü mezunu. Uzun yıllar mobilya, mekân ve sahne tasarımlarıyla uğraşan Yalım, 2002 senesinden sonra aydınlatma ve mobilya tasarımına yöneldi. Sanayici ve tasarımcıyı doğru platformda buluşturmak adına yıllardır birçok projeye imza attı ve atmaya devam ediyor. Bunlara en iyi örnekler ise, iki sene başkan yardımcılığını üstlendiği Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) ve kurucusu olduğu Designers Of Turkey (DOT). Bu projelerine bu yıl başlattığı ve devamı gelecek olan “Fesorient” fuarını da ekledi. Türk tasarımını dünyaya tanıtmak adına sergiler, fuarlar, etkinlikler düzenleyen Yalım, Türk tasarımcıların tembelliğinden ve birlik olamamasından yakınıyor. leştirdim. Buradaki paylaşımı görünce de çok mutlu oluyorum. Biz dünyayı şekillendiren yaratıcılar değiliz, ben buna katılmıyorum. Bir terzi ne hazzı alıyorsa ben de o hazzı alıyorum. Tasarımlarının taklit edilmesi tasarımcının korkulu rüyasıdır. Sizin başınıza böyle bir olay geldi mi? Bu konuda nasıl önlemler alıyorsunuz? Gündemi, bu konudaki tüm gelişmeleri ve markaları bilirim. Gördüğüm bir ürünü beynime kaydederim. Tasarımın taklidiyle karşılaşırsam hemen anlarım.Yani tek dayanağım kendim. Kendime birikim yaptım. Bunu yapmak zorundasınız. Çünkü bu çok net bir şekilde oluyor. Ama bazen de öyle oluyor ki dünyanın bir yerindeki bir tasarımcıyla eşzamanlı aynı şeyleri düşünebiliyorsunuz. Ben bunu geçen sene yaşadım. Bu olabilir, fakat tasarımın benzerini yapmak kabul edilemez bir şeydir. Kadın tasarımcının yaratıcılığı ile erkek tasarımcının yaratıcılığı arasında fark var mıdır? Özlem Yalım, mobilya, sahne ve mekân tasarımı yapıyor. Sanayici ve tasarımcıyı buluşturmak için kurulan iki organizasyonda onun imzası var. Hayallerini üç boyuta sokmayı heyecan verici buluyor ve... Bir eşyayı tasarlarken olmazsa olmazlarınız var mıdır? O eşyanın size ait olduğunu nasıl anlarız? Bir şeylerin tekrar edilmesinden hoşlanmıyorum. Bir eşyanın muhakkak duyularıma hitap etmesi lazım. Renk, doku veya bir felsefe altında her zaman farklılığı arıyorum. Malzemeyi zorlamayı ve değişik malzemeleri kullanmayı seviyorum. Hayallerinizi üç boyuta sokuyorsunuz. Bu nasıl bir keyiftir? Bu gerçekten çok keyifli bir şey. Bende bu, ürün boyutunu aştı; organizasyon, sergiler ve etkinlik boyutunu aldı. Örneğin “Fesorient” projesi bir hayalimdi ve gerçekBu çok zor bir soru. Kadın ve erkeğin hayattan etkilenişleri arasında fark vardır, kadınlar daha sofistikedir ve öyle tasarımlar gerçekleştirir; erkekler de bunun tam tersini yapar diyemem. Çünkü çok efeminen tasarımlar yapan erkek tasarımcılar da var. Ama kadınlar için tasarım yapmakla erkekler için tasarım yapmanın arasında dominant farklar var. Kadın ve erkek tasarımcı arasında fark yoktur. Her şey ilgi alanıyla alakalıdır. Türkiye’nin birçok başarılı tasarımcısı yurtdışında yaşamayı ve orada çalışmayı tercih ediyor. Yurtdışının avantajları nelerdir? 1989 yılında kurulmuş, Türkiye’nin tek mesleki örgütlenmesidir. Fakat tasarımcılardan beklediği ilgiyi görmez. ETMK söz ettiğim tüm sorunları aşmanın, tek ses olabilmenin platformudur. Trendguide’dan bahseder misiniz... Tamamen sanal bir durum. İsviçre merkezli bir proje. Dünya üzerinde benim de içlerinde bulunduğum 17 trendscout var. Bizim yaptığımız sadece sokakta gördüklerimizi, trend olacakları, kendi yaşam kültürümüzle ilgili şeyleri dünyaya raporlamak. Bir tür ajanlık gibi yani. Bu yüzden çok hoşuma gidiyor. Bu bir oyun gibi. ? yoncamiha@gmail.com Ansiklopediden edindiğim bir bilgi de izlenimimi doğruluyor: Eski Zagreb, yerini, XIX. yüzyıl sonunda Cumhuriyet Meydanı ile demiryolu arasında “dama tahtası planı”na göre kurulan yeni kente bırakmış... Bu “plan” sözcüğü, başta İstanbul olmak üzere bizim kentlerimizi düşündüğümüzde, insanın içini acıtıyor. Anıtsal değerde bir yapı olan istasyon binasından kuzeye doğru yürürken Kralya Tomislava Alanı’nda, kralın anıtının bulunduğu pırıl pırıl temizlikteki parkta bir süre oturup güz güneşinin tadını çıkardım. Parkın öte yanındaki güzel sanatlar galerisi (günlerden pazartesi olduğu için) ne yazık ki kapalıydı. Hırvatistan tarihinde büyük bir yere sahip “Monsenyör Strossmayer”in adını taşıyan alandan, onu izleyen başkaca alanlardan ve parklardan geçerek, hep kuzeye doğru, Zagreb’in sahip olduğu en değerli anıtlardan, küçük, zarif, gotik kiliseye kadar yürüdüm. Pazaryerini gezdim. Küçük galerilerin, “cafe”lerin bulunduğu Kalçiçeva Sokağı’nı bir uçtan bir uca geçtim. Bu öğle saatinde bütün Zagreb sanki “cafe”ye dönüşmüştü. Ne klakson sesi, ne itişip kakışma, ne avaz avaz cep telefonu konuşmaları, ne başkaca bağrışıp çığrışma... Benim gibi güz güneşinin tadını çıkararak kahvelerini yudumlayan Zagrebliler, başka kentlerden, başka ülkelerden gelmiş olanlar... O huzur dolu gün, şimdi düşündüğümde, bana sanki doğal değilmiş gibi geliyor... Yazımın başlığı “bir kenti haritayla dolaşmak” da olabilirdi... Fakat bir kenti haritayla dolaşabilmek için de, bizde hiç alışıldık olmadığı üzere, sokak, cadde vb. adlarının görünür yerlerde, pırıl pırıl yazılarla gözünüzün önünde olması gerekir. Ve bunlar, öyle sanıyorum ki büyük çoğunlukla, o ülkenin tarihinde, sanatında, kültüründe yeri olmuş insanların adlarıydı. Yani, yine bizde pek alışıldık olmadığı üzere... Zagreb’i, şimdi bir başka biçimde de olsa, hayal etmeyi sürdüreceğim... ? ataolb@cumhuriyet.com.tr Aşk öyle bir durumdur ki Aylin Kotil ir tıp öğrencisi var tanıdığım, Ankara’da okuyor. Aslında onunla tanışmamız da bu satırlar aracılığı ile oldu. Bir süre bilgisayarın da yardımıyla haberleştik onunla. Pırıl pırıl bir genç olduğu onu görmeden de rahatlıkla anlaşılıyordu. Sonra bir gün tanıştık onunla, İstanbul’a geldi. Gençliğe umutla bakmama neden olan, toplumsal olaylara duyarlı, ne istediğini daha o yaşında çok net ortaya koyan, gelecek vaat eden bir tıp öğrencisinden çok daha fazla özellikleri olan bir çocuk. O günlerde ona sevdiğin var mı diye sormuştum, yok demişti bana. Ancak aradığı özellikleri de saymayı ihmal etmedi. Bir defa sol tandanslı olacak, dedi ve daha birçok şey sıraladı. Sonra ben de ona olmasa daha iyi olacak birkaç öneri sundum yaşım ondan büyük olduğu için. Geçenlerde elektronik postama bir mektup yollamış, uzun uzun anlatmış, hayat onu çok büyük tesadüflerin sonunda biriyle karşılaştırmış. Çok uzun yazmış, ama mektubun bir solukta yazıldığı çok belli. Âşık olunca zaten her şey bir solukta yaşanıp bir solukta anlatılmaz B mı? Her an arkadan biri kovalıyormuş hali yok mudur? Bir şeyleri ıskalamaktan kaçırmaktan korkmaz mı hep âşık olan? Mektup “ne edeyim şimdi” der gibi bitiyordu, her âşık olan gibi. Her âşık olan ne edeceğini bilemez çünkü. Anlatmış, kız sol tandanslı ancak benim olmasın dediğim, aslında çok da önemli olmayan bir durumu var. Bunun ne olduğu onunla benim aramda kalacak. Ne yap denir ki âşık olana? İnsan âşık olduğunda ne yaptığını bilir mi? Ne diyeyim sana sevgili kardeşim? Çok şanslısın bir defa bunu unutma. Herkes olamıyor öyle âşık. Âşık olmak kadar onu onurlu yaşamak da çok önemli, sevginin arkasında durabilmek... Gerçekten âşıksan sevgili kardeşim zaten yaptıkların bedeninin dışına taşacaktır. Çoğu zaman bunları söyleyen ben miyim, diyeceksin kendi kendine. Geçenlerde bir arkadaşım insan bir şeyi bir kere yaşar, dedi. Pek katılmıyorum onun bu dediğine ama sana da iletmek istedim. Çünkü eğer onun dediği doğruysa çok daha sıkı sarıl aşkına. Bir kere yaşar insan ikincisi aynı keyfi vermez dedi. İnsan hayatını bir kere çizer dedi. Diyemedim ben çok hayatlar biliyorum bir kere değil birkaç kere çizmiş o çizgiyi. Çok insanlar tanıyorum küllerinden birkaç defa doğan… İşte böyle sevgili kardeşim, âşık olan, tüm aklın gitme haliyle durumunu biriyle paylaşıp ondan bir şeyler söylenmesini istese de aşk öyle bir durumdur ki, ne söz söylenir ne de akıl verilir… Doya doya yaşa aşkını kardeşim. Çok ufak bir tavsiyem olacak affına sığınarak. Sevdiğin şımarır ipler onun eline geçer kaygısıyla sakın onu şımartmaktan geri durma. Bırak şımarsın, çünkü şımarmak hiçbir şeye yakışmaz aşka yakıştığı kadar... ? aylin@kotilsarigul.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle