Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 7 CMYK 5 KASIM 2006 / SAYI 1076 7 PAZARIN PENCERESİNDEN Erdinç Baydar, Sercan Çınar, Gülenay Doğan... Ömer Faruk Sorak’ın “Sınav” filmini gözyaşları içinde seyrettiler, çünkü ÖSS’ye hazırlanıyorlar. Kendilerinden beklenenle hayat arasındaki mesafeden yorgun ve umutsuzlar. Sorak, filmde sınavı, yani yarışı atlarla anlatıyor, bu onlara yabancı değil, çünkü... Fotoğraf: Zeki Kabasoğlu Kırmızı türbanlı kız Selçuk Erez u yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrencilere önerdiği yabancı kaynaklı eserler, dış basında bile konu edinildi: Daily Telegraph, La Fontaine’in öykülerinden Victor Hugo’nun “Sefiller”ine kadar birçok yapıtın değiştirilip asıllarında yer almayan İslami sözler eklendiğini bildirmiş, örnekler vermiştir: “Bir kitapta Pinokyo, yaratıcısı Geppetto’ya, ‘Allah rızası için bir ekmek ver’ diye sesleniyor, sonra ‘Allah’a şükür!’ diyor. J. Spyri’nin hikâyesindeki İsviçreli kız Heidi’ye de ‘Allah’a dua etmek seni rahatlatır!’ dedirtiliyor.” Eğitim Bakanımıza, Avrupalıların etkisinde kalıp tek adım geri atmamasını, Batı kökenli kitapları, çocuklarımıza dinimizle bağdaştırmadan asla sunmamasını öneririz. Ona bu hayırlı yolda kolaylık olmak üzere mesela Batı’da “Kırmızı Şapkalı Kız” olarak bilinen hikâyenin nasıl düzeltilip aktarılmasının münasip olduğunu göstererek yardım etmek isteriz: Ormanın kenarında bir evde oturan Müheyya Şehbal’e anası Letafet Beşir Hanım, “Anneannen kulunç olmuş, yatağından kalkamıyormuş. Şu sepeti ona götür, ben de yarın nefesi güçlü bir hoca bulur okuturum; bir şeyciği kalmaz!” diyerek kızına içinde imambayıldılar, Şam baklavaları ve Bağdat hurmaları olan bir sepet vermiş, sonra da “Ağzınıburnunu adamakıllı ört ve sakın yolda gördüğün erkişilerle konuşma!” demiş. Başına tepesi kabartılmış kırmızı bir türban saran Müheyya da annesine “Ağzınızdan yel alsın! Hiç ben erkeklerle konuşur muyum valdeciğim!” diyerek yola çıkmışmış. B Filmdeki “at”lardan biri de biziz... Engin Karabacak orkacak hiçbir şey yok, alt tarafı bir sınav… Biraz umudun, sınava ayıracak 195 dakikan bir de yumuşak uçlu kurşun kalemin varsa milyonlarca çoğu lise çağında insanın girdiği bu sınava korkusuzca girebilirsin! Keşke gerçekten söylediğim kadar sancısız ve kolay olsaydı. Ömer Faruk Sorak’ın yeni filmi “Sınav”, milyonların hayatına izinsizce sokulan Öğrenci Seçme Sınavı’nı beş liseli gencin yaşamlarından yola çıkarak anlatıyor. Oluşlar ve mahvoluşlar, hayaller ve kırıklıkları... O yüzden sınava girecekler için, bu sadece bir film değil, sinemadan ağlayarak çıkmaları da bundan. Erdinç Baydar, Sercan Çınar ve Gülenay Doğan da bu gözyaşlarını tutamayanlardan. İkisi lise son, Doğan ise lise ikinci sınıfa gidiyor. ÖSS için önünde iki yıl olsa da, “sınav psikolojisi” onu şimdiden sarmış. İşte “Sınav” filmi, ÖSS üzerine anlattıkları ve bu anlatılanlardan kendilerine pay çıkaran üç genç… K Müheyya az gitmişuz gitmiş, Ormanda bir düzlüğe gelmiş ki ne görsün? Acayip bir mahluk yolun ortasında durmuş kendisine bakıyor: Mahluk, “Selamün aleyküm!” demiş. “Sabah ezanında buralarda işin ne?” Müheyya, “Ben erkeklerle konuşmam!” diye cevap vermiş. Kurt, “Ben erkek filan değilim ki..” demiş. Ya nesin? Kurt’um! Peki, sen kimsin? Nereye gidiyorsun? Ormanın ortasındaki evde oturan hasta büyükanneme erzak götürüyorum! Hain Kurt, saf Müheyya’ya bir temennah çakıp fırlamış, ondan önce büyükannesinin evine varmış, içeri girmiş: Kim o? Ben Müheyya’yım! Sana hurma getirdim! Müheyya’nın büyükannesi çok mütecessismiş, Kurt’a ahret sualleri sormaya başlamış: Gözlerin neden böyle faltaşı gibi? Dişlerin de pek sivri! Ellerin deccalinkilere benziyor! Kafası şişen Kurt, kocakarıyı beraberinde getirdiği bir torbaya yuvarlamış, kaçırıp götürmüş. Müheyya’nın o akşam sürekli izlediği El Cezire televizyonunu açan anası Şehbal Hanım, gözlerine inanamamış: Yüzleri maskeli, üçü Kalaşnikof, biri satır tutan adamların önünde Müheyya ve babaannesi yerde oturmaktalarmış; Müheyya titrek bir sesle yakarmaktaymış: Bu ağabeyler, babaannemi aptes almaya dahi müsaade etmeden kesecek, beni de doğrayacaklarmış! Almanya’daki müminlerden para toplayıp toz olduğu yalanını yaydığınız o amcayı Almanya’ya iade etmezseniz bu ağabeyler, bizleri de bağışlayacak ve yekpare olarak geri yollayacaklarmış! Müheyya’nın o anda bayılan annesini, komşuları ayıltmışlar. Kadıncağızın komşularından birinin söyledikleri, kendine gelmesine, o gece çok rahat uyumasına yol açmış: “Şimdi” demiş kapı komşularından biri, “kanallardan birinde başbakan konuştu, İslami terör diye bir şey olmazmış. Öyleyse hiç merak etme hemşireciğim, bak yarın Müheyya’yı da anneni de nasıl serbest bırakacaklar, görürsün!” ? E. Baydar: Bu sadece bir film değil, filmde olduğu gibi gerçek hayatta da öğrenciler bu sınavda birbirinin rakibi, “bir net bin kişiyi geçmek demek”. Sınav maratonunda öğrencilerin bir yıl boyunca tek yakıcı gündemi ders çalışmak. G. Doğan: Önümüze gelecekle ilgili güzel vaatler sunularak yarıştırılıyoruz. Vaatlerin bazıları gerçek oluyor, ama biz bu yarış için çok şey kaybediyoruz. Hayatımızın düşünmeye en açık yıllarını beş şık arasında köreltiyoruz. Okunacak kitaplar varken testlerle boğuluyoruz. Üstelik ben henüz lise ikinci sınıftayım, ama şimdiden sınav stresine girdim, çünkü kazanmak istiyorsam mecburum. Diğer yandan sınav sistemi sık sık değişiyor, seneye ne olur bilemiyorum. Filmde hangi karaktere kendini yakın hissettin? E. Baydar: Beni daha çok rehberlik öğretmeninin öğrencilere ÖSS’nin “kurtuluş” olmadığını, hayatın kendisinin sınavlarla dolu olduğunu anlatmaya çalışması etkiledi. G. Doğan: Beni en çok üniversite mezunlarının çoğunun iş bulamamasından dolayı üniversite okumaktan vazgeçen ve erken yaşta para kazanmaya çalışan Mert etkiledi. Çün yatım değil, hayattaki tek amacım da değil. ÖSS’yi kazanmasam da önümde güzel günler var. E. Baydar: Sonuçta, ÖSS’yi kazananların da çok azı istediği bölüme girebilecek. Aslında düzen kazananlara da kazanamayanlara da bir hayat vaat etmiyor. 195 dakika ardında büyük bir hayal kırıklığı, sermaye için yeni bir kâr yılı ve kısa süreli bir sevinç bırakacak. Umarım o kısa süreli sevinci yaşayanlardan birisi de, ben olurum. Filmde sınavı kazanmak çocuklardan çok aileleri tarafından isteniyor. ÖSS aileniz için ne kadar önemli? E. Baydar: ÖSS’yi kazanmamın bir “kurtuluş” olduğunu düşünüyor, üniversiteye girmemi bir gurur unsuru olarak görüyorlar. Bu toplumdaki genel yargı. Ben de ÖSS’yi kazanmamın amaçlarıma yarar sağlayacağını düşünüyorum. S. Çınar: Sanırım sınavı kazanmama ailem benden daha çok önem veriyor. Ben bazen kazanmasam da başımın çaresine bakarım, bir şekilde karnımı doyururum diyorum. Onları da anlıyorum, aslında başka çareleri yok, istedikleri okumuş, övünmelerine vesile olabilecek bir evlat. “Sınav” filminden kareler. Siz de ÖSS’ye hazırlanıyorsunuz. Filmi bu psikolojiyle izlediniz. Nasıl buldunuz? Erdinç Baydar: Bir filmin öğrencilerin ÖSS maratonunda nasıl asosyal bir yaşam sürdüğünü ve aileleri ile olan ilişkilerini, ailelerin ve öğrencilerin üniversiteye girmeyi bir “kurtuluş” olarak görmesini işlemesine sevindim. Filmin bir bölümünde ÖSS’ye girecek bir öğrencinin arkadaşlarının hepsinin rakibi olduğunu, sınav günü onlarla yarışacağını, bir soru bile fazladan çözse arkadaşlarının önüne geçeceğini söylemesi sınavın yarattığı psikolojiyi, bireycileştirme misyonunu özetliyor bence. Sercan Çınar: Film bizlerin ÖSS’nin koşuşturmasıyla, bir daha yaşayamayacağımız gençlik çağımızın ne şekilde akıp gittiğini iyi anlatıyor, ama umarım sorunu bir kazanç kapısına dönüştürmez, çözüme ulaşılması için bir araç olur. Gülenay Doğan: Düşünmenin ne kadar arka planda kaldığını, test sisteminin nasıl hayatımızı ele geçirdiğini, evlerimizdeki karışık durumları çok gerçekçi şekilde anlatıyor. Filmin içerisinde yarış atları var ve filmde ÖSS bir yarışa, öğrenciler de yarış atlarına benzetiliyorlar. Bu benzetmeye siz de katılıyor musunuz? S. Çınar: Evet, bu sınav bizleri neredeyse birer yarış atına, ailelerimizi ise at bakıcılarına çevirdi. Bir hayat, 195 dakikayla değil, bir ömürle kazanılmalı. kü o da aniden hastalanan annesinin son isteği nedeniyle ÖSS’ye girmek zorunda kalıyor. Filmdeki beş öğrencinin yaşadıkları, ne kadar senin? S. Çınar: Sınav yüzünden hepimiz aynı hayatları sürmek zorunda kalıyoruz. Bu, hepimiz için büyük bir tehdit ve tehlike, karakterlerimiz bu dönemde şekillenecek. Sosyallikten uzaklaşarak, bir uçuruma sürükleniyoruz. Bu uçurumsa ilerideki hayatımızda önümüze çıkacak büyük bir engel. G. Doğan: Filmdeki karakterler sınav için hayatlarındaki bazı şeylerden vazgeçiyorlar. Ben de öyle… Bu sınav hayatının neresinde duruyor? E. Baydar: Hayatımın merkezinde durmalı, ama hedefime ulaşmak için sınavı ciddiye alsam da, hayatımın tamamını işgal etmesine, monotonlaştırmasına izin vermiyorum. S. Çınar: Şimdilik çevremin baskısı sonucunda yukarılarda bir yerlerde, ama bittiğinde ayağımın altında çiğnenecek bir hatıradan öteye geçmeyecek. ÖSS benim için yıkılması ve kaldırılması gereken, eşitsiz, adaletsiz ve çürümüş bir sistem. Gençliğimiz bu koşuşturmayla geçti, bari benden sonrakiler, çocuklarım, gençliklerini doya doya yaşayabilsinler. G. Doğan: Eğer ÖSS’yi kazanırsam eğitimime daha kolay devam edebileceğim, “bir sınavdan daha alnımın akıyla kurtuldum” diyerek, egomu tatmin edeceğim. ÖSS sadece koşulların beni zorla iteklediği bir uçurum, ancak benim haG. Doğan: Tabii ki ailem için de kazanmam çok önemli. Çünkü geleceğimin iyi olmasını istiyorlar. Sınav stresini bizim kadar onlar da yaşıyor. Yine de geleceğim kendi ellerimde. Sınav konusunda kararlarımı verirken düşüncelerine önem versem de, onlardan çok kendimi düşünüyorum. Ailen ÖSS’yi kazanman için neler yapıyor? S. Çınar: Boğazlarından kısıp dershaneye gönderiyorlar. Bu şartlarda ÖSS’yi dershaneye gitmeden sadece okulun verdiği eğitimle kazanmak imkânsıza yakın, hatta imkansız. Devletin verdiği eğitim, yaptığı sınavı geçmeye yetmiyor. G. Doğan: Olabildiğince üstüme gelmemeye, baskı yapmamaya çalışıyorlar. Ancak onlar da stresli olduklarından bu, bazen bana yansıyabiliyor. Dershaneye de gidiyorum. Kazanamamak seni korkutuyor mu? E. Baydar: Ailemin ve benim emeklerimin karşılığını almak istiyorum. Seneye aynı tempoya dönmek korkutucu. S. Çınar: Kazanamamak elbette insanı tedirgin eder, ama bu hayatın sonu değil. Eğer hayata küsersek, hayatımızı 195 dakikayla şekillendirenlerin diledikleri gerçekleşir. G. Doğan: Kazanamamak beni korkutuyor, ama açıkçası kazanmak da beni korkutuyor. Filmde “Üç saat içinde bizden hayatımızı isteyecekler, süre bitince eller yukarı diyecekler ve biz de teslim olacağız” diyordu. Bu bölüm sınavdaki bütün teslimiyetimizi anlatıyor. ?