Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 6 CMYK 6 29 EKİM 2006 / SAYI 1075 ALİ RIZA BEY’İN İŞİ ZOR Senaristler Ece Yönenç ve Melek Gençoğlu... Ali Rıza Bey, karısını, çocuklarını bir masanın etrafında toplamış. Yüzü asık, tedirgin. Tam 76 yıldır kezlerce izledik, dinledik bu öyküyü, radyo tiyatrosunda, dizide, sinemada. Bu kez “postmodern” bir aile var karşımızda, tükettikleri ve ilişkileri “zamanın ruhu”nu taşıyor. Yaprak bu kez farklı nedenlerle dökülüyor. İşte oyuncularının ve senaristlerinin ağzından Yaprak Dökümü... İpek Özbey Halil Ergün Ali Rıza Bey li Rıza Bey korkmakta haklı. Yüksek dereceden memur bir adam, hayatı steril çevrelerde geçen bir adam o. Ama “koca şehir” İstanbul’a geldiğinde tinercisi, katili, fahişesi omzuna sürtüp geçiyor! Trabzon’da yoldan geçerken esnafın ayağa kalkarak saygı gösterdiği Ali Rıza Bey’i bu şehirde kimse tanımıyor... Dizinin Ali Rıza Bey’i Halil Ergün, rol kişisini insanoğlunun ilkçağdan beri süregelen hasletlerinin takipçisi olarak tanımlıyor. “Ali Rıza Bey’ler hâlâ var, o bir denge, yoksa yaşanmaz” diyor. Türkiye’de biriktirilmiş bir sürü değerin üstüne kül serpilmiş gibi yaşandığını düşünüyor Ergün, bu yüzden Ali Rıza Bey olmanın zorluğunun çok daha arttığını… Ergün’e göre Ali Rıza Bey’ler varlar, görünürde yenik durumdalar ve çok acı çekiyorlar. “Doğrular yenik duruma düşebilir ama” diye ekliyor; “Yok olmazlar. Ali Rıza Bey’ler değişirse, insanlık, değerler açısından yeni bir sentezde buluşmak zorunda kalır. Ali Rıza Bey olmak yeldeğirmenlerine karşı savaşmak gibi”... Romanın yazıldığı yıllarda radyoyla hayata açılan çocuklar, şimdi yüzlerce, iletişim aygıtıyla baş başalar. Ali Rıza Bey’in işinin zorluk nedenlerinden biri çocukların A daha fazla kelimeyle ve yüksek sesle konuşması olabilir mi? “Tabii ki” diye yanıtlıyor Halil Ergün. “Ali Rıza Bey’lerin onlara karşı direnişi de güç şimdi. Bu popüler kültür dayatmasının, tüketim toplumunun bu vahşi saldırısının, yapayalnız çocukları geçmişlerini arama noktasına getirdiğini düşünüyorum”... “İyi de Halil Bey, en çok reytingi şiddet içerikli diziler alıyor ve bu diziler en popüler rol modellerini yaratıyorlar. Yapayalnız çocukların geçmişlerini aramalarıyla bu bir çelişki oluşturmuyor mu?” “Şiddet de, son dönemin kültürel kuşatmasıyla ilgili” diyor “Ekonomik kriz, tıkanma var. İnsanlar büyük kentlere yığılmış durumdalar, uçurumlar artıyor ve şiddet duyguları besleniyor. Bazen başkaldırma noktasının yolunu bilemiyor, insanlar. Hem sonra dizi deyip geçmemek lazım, günübirlik hayatta insanlar dizileri konuşuyor. Çok dikkatli olmak, vahşi bir para kazanma kavgasından sorumluluk noktasına gelmek lazım.” Aynı sorumluluk, sinema, tiyatro, hatta diziler için de gerekiyor. Ergün’e “Önümüze hep aynı tabağı getiriyorlar” eleştirisini söylüyorum, yeni senaryo eksikliği yaşanıp yaşanmadığını soruyorum. Yaprak Dökümü’nün bu eleştirilerin muhatabı olmadığını düşünüyor Ergün. Dizinin bir riski göze aldığına ama üstesinden geldiğine inanıyor. “Senaryo daha geniş bir konu. Biz, senaryoya yatırım yapmadık, senaryo yazarlığı kurumunu beslemedik. Romanımız çok kuvvetli bakın, Nobel’i aldık. Üzerinde çok çirkin spekülasyonlar yapılıyor, ama unutmamalı ki çok zengin bir edebi kaynağımız var. Ama senaryoculuğa para yatırmadık, ya yıldızlar ya türkücüler üzerine yatırım yapıldı. Bu konuya önem vermemekle aslında bindiğimiz dalı kesiyoruz” diyor. Bu oyunculuk zor iş. Dizi deyip geçmemek lazım, gerçekten... Ali Rıza Bey... Ne işin var senin burada? Ne oluyor burada? Beyefendi bankamızın en değerli müşterisi, üstelik benim misafirim, kusura bakmayın lütfen... Sadece bu bölüm yaklaşık dört saatte çekiliyor. Herkes kendi kamera açısından en iyisi olana kadar, onlarca kez tekrarlıyor cümleleri... “Bu kez olsun bitsin de biz de fotoğrafları çekelim” diye diye, ben de onlarla birlikte aynı sahneleri yineliyorum. Tabii içimden... Bu dizideki ev benim... na yazıda okudunuz, konakta bir de kapalı oda var ve bütün kapalı odalar gibi merak uyandırıyor. Meğer bu odada konağın sahibi oturuyormuş! Deniz manzaralı, görkemli, kocaman konağın olacak, tek odasında yaşayacaksın! Bu ilginç ev sahibi İzzet Tuzcuoğlu 50’li yaşlarında. Müteahhit babası 1966’da satın aldığı konağı onarmış ve Rize’den toplayıp getirdiği ailesine odalarını paylaştırmış. Babası 1972’de vefat edince, annesi beş çocuğuyla birlikte konakta yaşamaya devam etmiş. İzzet Tuzcuoğlu liseyi terk edip babasının yarım bıraktığı işleri tamamlamış. Sonra askere gitmiş, dönmüş. Çaykur’da işçi olarak çalışmaya başlamış, “Hamallıktan emekliyim” diyor. A 80’li yılların başında Osman Seden “Bize izin ver, burada film çekelim” demiş. “Bir TRT, bir de Yeşilçam varmış o zamanlarda” diye anımsıyor, “Ben anlamam o işlerden. Biz Rizeliyiz, Anadoluyuz, ters anlaşılır diye kaygılandım”. Korkularını dinleyen Osman Seden’in cevabı, “Utanacak bir şey yok” olmuş, “Bak görürsün ileride ayıplayanlar kendi ayağıyla gelecekler, çocuklarını oyuncu yapmak için uğraşacaklar”... Konağın kapıları 82’de açılmış sinemacılara. İzzet Tuzcuoğlu çalışıyormuş, sinemacılara annesi refakat etmiş. İlk filmi, evi kullanmayı teklif eden Osman Seden çekmiş ancak, adını hatırlayamıyor, “O kadar çok film çekildi ki sadece Ahmet Mekin’in oynadığı aklımda” diyor. Sonra gururla sunuyor: “Hülya Avşar’ın ikinci fotoromanı da burada çekildi”... Çemberimde Gül Oya, Aşka Sürgün, Ihlamurlar Altında gibi diziler de bu konaktan geçmiş... İzzet Tuzcuoğlu’nun hayatı, Yeşilçam’a adım atmasıyla değişmiş. “Bence burası bir akademi, şu gördüğün mekân tahta demokrasi” diyor... Bir filmin nasıl çekildiğini görerek sabretmeyi öğrenmiş. Arada dizilerde, filmlerde rol almış, Kartal Tibet oynatmış. Stüdyoya girip seslendirme yapmış; en bilineni de Gırgıriye serisi… İşin dedikodu kısmı, şimdilerde kendisine, Yaprak Dökümü’nde de özel bir rol yazılıyormuş... “Benim için İstanbul, Taksim” diyor. İzzet Tuzcuoğlu’nun babası 1966’da satın almış bu konağı. Yani İstanbul bozuldu denilen tarihlerin başında... Konağı ayakta tutan ise sinema ve televizyon dizileri... Eh, bir konağı ayakta tutmak ne de olsa pahalı bir iş... Tek başına Yeşilçam kahvesine gidiyor. Hiç evlenmemiş... “Ekmeğimizi, nefesimizi paylaşıyoruz” dediği oyuncuları çok seviyor; onlara elinden gelen yardımı yapıyor. Hepsinin İzzet Abisi artık, İzzet Abi aşağı, İzzet Abi yukarı! Film ekibi çıktıktan sonra konağa temizlik elemanları geliyor. Tuzcuoğlu’nun içine sinmiyor, kendi temizlemeyi tercih ediyor. İşi bitince ailesini çağırıyor. Çekim olmadığı zaman hep beraber konakta kalıyorlar. “Kiralama işinden iyi kazanıyor musunuz?” diye soruyorum. “Bazıları iyi para kazanıyor, ama ben çok paralar görmedim” diye yanıtlıyor. “Zaten kazandığımı da buraya yatırdım. Konak ahşap, büyük , çok masraflı, çatısı, panjuru, bahçesi, işi bitmiyor. Ona iyi bakmam lazım, hem çok anım var bu evde, hem de ekmek param. Ekonomik krizlerde iş yok, o zaman televizyonlar Kemal Sunal filmlerini dayıyor, ama şimdi işler iyi, çok dizi var”... Bütün dizileri seyrediyor. Bir gün kanalları dolaşırken, tesadüfen dört ayrı dizide gözükmüş konağı. Anlaşılan evini her diziye bir oyuncu gibi hazırlıyor. Konağı dizinin ruhuna göre giydiriyor. Babasının bir fotoğrafını, annesinin bir eşyasını da mutlaka kameranın göreceği bir yerlere koyuyor; sonra geçiyor televizyonun karşısına, anılarını seyrediyor...