Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 5 CMYK 29 EKİM 2006 / SAYI 1075 5 Miranda ya erkek olsaydı? Meryl Streep “Şeytan Marka Giyer”de mükemmelliyetçi, hırslı bir kadını, Miranda’yı oynuyor. Rolüne hazırlanırken iki kadını model almış; biri filmin esinlendiği moda dergisi Vogue’nin yöneticisi Anna Wintour, diğeri Hillary Clinton. “Bir erkek” diyor Streep, “Miranda gibi davransa kimse aldırmaz”... BD’nin en gözde, en yetenekli oyuncularından Meryl Streep, Lauren Weisberger’in “Şeytan Marka Giyer” adlı çok satışlı romanından David Frankel’in yönettiği, filmde moda dergisi editörü Miranda Priestly yorumunu şöyle tanımlıyor: “Mükemmeliyetçi, çevresinden ve kendinden çok şey isteyen bir kadın. Tek başına mutlu biri, Miranda’yı yansıtırken eksikliklerinin, ağır sorumluluklarının ardında insani bir yanı olmasını vurgulamak istedim. Benim Miranda’m birçok ünlüyü içinde barındırıyor, Hillary Clinton’ı, kitabın ve filmin esinlendiği ünlü Vogue moda dergisinin yöneticisi Anna Wintour’u örnek al A mayacaksınız. Çekim süresince moda dünyasının beraberinde getirdiği inanılmaz ekonomik, sosyolojik, politik açılımları da keşfettim” diyor. Modayı şöyle tanımlıyor: “Çılgın bir para çevresinde dönen bir endüstri. Moda, yaşamlarımızın, kimliklerimizin içine giriveriyor, davranışlarımızı ne denli değiştirdiğini, sayısız yapay gereksinimler yarattığını, bizi, sürekli yeni şeyler satın alarak değişik kimliklere, statülere taşıdığını görmekse son derece korkutucu. Marka gözlüklerle, çantalarla kendinizi yıldız sanmanız gerçekten çok acınası bir duygu.” Film biter bitmez giysiler, aksesuvarlar açık artırmada satılarak gelir Katrina felaketzedelerine verilmiş. Vassar Koleji’nde drama okumadan önce Dartmouth’da giysi tasarımıoyun yazımı derslerini izlemiş Streep “Giysi tasarımı modadan apayrı bir olgu, giysi aracılığıyla insanı tanımlamak, tarihi, gündelik giysilerin anlamını çözmek modadan çok daha etkileyici, modanın belleği yoktur” diyor “Biz insanlar, görsel hayvanlarız, herkesi dış görünüşüne göre yargılarız. Günümüzde ne yazık ki insanlar gerçek kimliklerini göstermek yerine süslenip püslenerek, takıp takıştırarak maskelerin ardına sığınıyorlar. Oysa modanın takıntıları insanları kalıplara sokmaktan ibaret.” Aslı Selçuk SOPHIE’NİN SEÇİMİ VE DİĞERLERİ... Streep, “Şeytan Marka Giyer”de Anne Hathaway’la... dım. O kadınlar için kendilerini kabul ettirmek kimbilir ne kadar zor olmuştur. Bir erkek Miranda gibi davransa kimse aldırmaz. Bence bir gün bu ülkeye artık bir kadın başbakan olmalı, sorumluluk taşıyan kadınlarla ilgili tüm önyargıları ortadan kaldırmalı.” Romandaki Miranda’dan çok etkilenen Meryl Streep, yönetmenin onu özgür bıraktığını, kaçık moda ve basın dünyasıyla ilgili tüm düşüncelerini, yaklaşımlarını rolüne aktardığını belirtiyor. Miranda’yı sesini yükseltmeden oynayan Streep, “Emirlerinizin yerine getirilmesini istiyorsanız bağırıp çağırNew Jersey doğumlu sanatçı Yale Üniversitesi’ndeki drama öğreniminden sonra New York’a gitti, çok sayıda başarılı Broadway oyununun ardından Julia’daki(Fred Zinnemann/1977) ufak rolüyle sinemaya giren Streep, The Deer Hunter’daki (Avcı/1978) işçi kız yorumuyla dikkatleri çekti. Üç zor performansla, Manhattan’da huysuz lezbiyen eşi, The Seduction of Joe Tynan’da politikacının Güneyli metresi, Kramer Kramer’a Karşı’da hoşnutsuz anne rolleriyle (1979) perdedeki yerini sağlamlaştırdı. Oyuncuyu orta sınıftan acı çeken, gizemli kadınlarda izlerdik: Fransız Teğmenin Kadını’nda (1981) iki ayrı karakterde karşımızdaydı, Sophie’nin Seçimi’nde(1982) toplama kamplarında acı bir seçim yapmak zorunda kalan genç anne, Out of Africa’da (1985) Da nimarkalı romancı Karen Blixen, Ironweed’de (1987) evsiz bir alkolik, Silkwood’da (1988) yozlaşmış sanayicilere karşı koyan militan, Yaşamın Kıyısından Kartpostallar’da (1990) ününü yitirmiş bir star, Ölüm Kadına Yakışır’da (1992) sonsuz gençliğin peşindeki yıldız, River Wild’da (1994) ailesini kurtaran güçlü bir kadın, Saatler’de (2002) lezbiyen kitap editörü, Mançuryalı Aday’da (2004) erk uğruna oğlunu gözden çıkaran hırslı bir politikacıydı... Bu değişik karakterleri canlandırmak, çeşitli aksanları ustalıkla konuşma becerisi Streep’i kariyerinde iyice yükseltti, 13 kez Oscar’a aday olan 2 Oscar’lı sanatçı Katharine Hepburn’ün rekorunu kırdı. Her tür filmde görünen yıldız tümünde de başarılı oldu, yorumlarına özgün duyarlılığını kattı. “İnsanların karmaşık yapıları, zayıflıkları, gizemleri beni büyülüyor. Bundan ötürü oyunculuğu seviyorum. Beni olduğumdan iyi gösteren kadınların yaşamlarına girmekten ötürü şanslıyım. Belki de onlar kadar mükemmel değilimdir” diyen Meryl Streep tiyatroyu önemsiyor. Eylülden beri New York’ta Public Theater’ın prodüksiyonunda meslektaşı Kevin Kline’la Brecht’in “Cesaret Ana ile Çocukları” oyununda sahne alıyor. 1971’den beri tiyatro ile bağını koparmayan oyuncu, sahnede olmaktan çok mutlu: “Tiyatro benim için yaşamsal bir süreç, bir yoğunlaşma. ‘Cesaret Ana’yı oynamama, son derece acı, hüzünlü, umutsuz olayları yaşamama karşın kendimi çok canlı duyumsuyorum. Ben bir coşku iletkeniyim, bir aktarım kayışı gibiyim, izleyici ile sürekli iletişimdeyim” diyor. Meryl Streep şanslı olduğunu yineliyor: “Önemli olan devam etmek, hâlâ iyi rollerin önerildiğini görmek. Los Angeles’ta oturmadığım, ailemi teşhir etmediğim, içinde geliştiğim Hollywood sistemiyle mesafeli olduğum halde gerçekten çok şanslıyım, 57 yaşında hâlâ çalışabilmek inanılmaz bir şey, bu bence bir mucize.” Küba’dan ses var! Rüçhan Akcan Selim eşinci yılını dolduran tiyatro kolektifi Semaver Kumpanya, genç Kübalı yazar Abel Gonzalez Melo’nun 2005’te kaleme aldığı “Chamaco” adlı oyunu, vatandaşı Orestes Perez Estanquero yönetiminde, 6 Kasım’dan itibaren seyirci ile buluşturacak. Bir cinayet üstüne kurgulanan; yalnızlık ve çelişkileri, hüzünleri, tutunamayışları ile sekiz ayrı karakterin yaşamından kesitler içeren oyun, insanın yaşam koşullarının baskısı altında geliştirdiği reflekslere dokunuyor. Küba dışında ilk defa Türkiye’de sahnelenecek Chamaco, “suç”u sorgulatıyor, alışılmışın ötesinde, suçun kolektif yönlerini öne çıkararak... Son yıllarda sık sık Türkiye’ye gelen ve kendisini İstanbul ile HavaTiyatro kolektifi na arasında bir köprü gibi gördüğünü dile getiren yönetmen EstanquSemaver ero, provalardan sonra, “Oyun hakKumpanya, yeni kında soru sorulduğunda, herkes adıma konuşabilir” diyerek ülkesisezona bir ilkle ne dönmüş. Belli ki, gözü arkada değil. Biz de buna dayanarak Se“merhaba” maver Kumpanya oyuncuları; Ahmet Kaynak, Mete Horozoğlu, Fadiyor. tih Dönmez, Gökçe Sezer, Özlem Türkiye’de ilk Durmaz, Serkan Keskin, Bülent Çolak, Sarp Aydınoğlu ile konuştuk defa Kübalı bir Chamaco’yu. Semaver’in kolektif yazarın oyunu, özüne paralel olarak, toplu halde ve cevapları ayırmadan... yine Kübalı bir Yönetmen Estanquero, “Havayönetmence na’daki bir parkın içinde, belli başlı birkaç adres etrafında geçtiği için sahnede: Küba oyunu olarak düşünülebilir, Chamaco... ama hikâye aslında dünyanın her dünyada, Küba’da da böyle olduğunu Chamaco’dan öğreniyoruz. Demek ki, rejim tek belirleyen değil. Oyunda, mesela, travesti “kaybedenler” arasında olanlardan birini hor görüyor, eziyor. Aslında ikisi aynı safta. 16 yaş altı için Chamaco’yu izlemek yasak. Sert bir oyun olduğu dillendirildi. Bu sınırlama sizin de aynı görüşte olduğunuz anlamına mı geliyor? Böyle oyunlar oynanıyor olsa ve Türkiye’de 16 yaşındaki biri, günümüz şartlarında, belli bir entelektüel seviyeye ulaşabilse, belki böyle bir sınırlandırmaya gitmek anlamsız olacaktı bizim için. Argo çokça var, bakış açısına göre cinsellik dozu yüksek görülebilecek bir oyun... Bunlar dışında, “Aman insanlar bu oyunu görüp de ahlaksızlık seline kapılmasınlar!” dedirtecek bir oyun değil. En azından biz böyle görmüyoruz. Bir de, toplumumuzun ahlakçı ikiyüzlülüğü var bizi rahatsız eden. B BİZİM ARADIĞIMIZ OYDU... “Sahne boş gibi görünmeli, ama dolu bir sessizlik olmalı” diyor yönetmen bir yerde. Teknik açıdan aşina olunmayan yenilikler var oyunda. Sinematografik anlatının unsurlarından faydalanıldığı söyleniyor... Bu, geleneksel anlatı kalıpları, girişgelişmesonuç zinciri içinde bir oyun değil, geri dönüşler çok fazla. Bazı sahnelerde projeksiyon yardımı ile Küba sokaklarından görüntüler yansıtılıyor perdeye. İzleyici, Chamaco’da, hareketli dekor uygulaması yardımı ile aynı sahneyi farklı perspektiflerden izleme şansına sahip. Genel olarak, oyunda sahne hareketli. Bu da oyunculuğu ön plana çıkardı. Sizin için nasıl bir tecrübeydi “öteki dünya”dan bir yönetmen ile çalışmak. Estanquero “Burası belki de Molière zamanındaki tiyatro grupları gibi. Kendimi yabancı hissetmiyorum. Oyunculardan çok etkilendim. Hepsi çok başarılı” diyor. Siz neler diyeceksiniz? Küba’da bize çok benzer bir tiyatro kolektifi ile çalışmış. Onun aradığı bizdik, bizim aradığımız da oydu sanki. Çok büyük zevkle çalıştık. Kattıklarına gelince; ayrıntıları tekrar keşfettirdi, oyuncu olarak potansiyelimizin ne olduğuna dair ufkumuz genişledi. Onunla çalışırken yol aldığımızı hissettik. Seyircinin ilgisi nasıl tiyatronuza? Dört yılda seyirci sayısını dörde katladık. Seyirci kaygımız elbette var, ama seyirciyi sadece para için istemiyoruz. Biz belli erekler etrafında toplanmış insanlarız ve de tek amacımız tiyatro değil, besleyici çalışmalarımız da var. Çok yakında tiyatro kütüphanesi kuracağız. Arkasında kolektif bir emek ve destek var. Az önce, mahallenin iki esnafı kitapları raflara yerleştiriyordu. Düşünsenize, Kocamustafapaşa’da mahalleli gelip burada kitap okuyacak. Bunun hazzı yetiyor bize. Tiyatro kolektifi Semaver Kumpanya bir arada... (Fotoğraf: Kadri Erdem) hangi bir yerinde olabilecek kadar evrensel. Bunun Türkiye’de de karşılığı var” diyor bir röportajında, ya siz?.. Evet, Küba’ya dair net referansları olan; buna karşın, birebir Türkiye gerçekliğine de denk gelen bir oyun. Okuduğumuzda, “Vay be! Küba böyle bir yermiş!” demedik, oyun bize daha çok “Evet, dünya bu!” dedirtti. Oyundakiler gibi, yaşamından memnun olan insan sayısı çok az tüm dünyada. Sevgi açlığı, oyunda en fazla altı çizilen konulardan biri. Çoğu insan yoksul ve yoksun... Ekonomik eşitsizliklerin beraberinde getirdiği birey üzerindeki baskılar ve o baskıların verili hukukun suç saydıklarını tetikleyici etkileri, yalnızlık, aşk... oyunun odağındakiler. Mesela, oyunda bir travesti karakteri var. Sokakta çiçek satıyor, ancak ekonomik yetersizlikten dolayı para ile seks yapmak zorunda kalıyor. Bir de sevgilisi var, polis. Küba’da da polis sevilmeyen bir kesim, rejimin savunucuları. Neden polis travestinin sevgilisi? Çünkü, koruyor ve kolluyor onu. Sattığı çiçek, yaptığı işin kılıfı aslında... Yalnızlık, tutunamama, tekinsizlik duyguları “öteki dünya”da da, aynı içerikte yaşanıyor diyebilir miyiz? Bu oyun o küresellik içinde bireyin/insanın ne denli yalnız olduğunu anlatıyor. İletişim olanakları gelişse de, rejimler farklı olsa da bireyin/insanın yaşadığı, bu. 11 Eylül sonrası genç İngiliz oyun yazarlarının paranoya temasını sıkça işlediklerini görüyoruz. İnsanlar giderek birbirinden korkmaya başladı. Paranın egemen olduğu dünyada durum böyle. Başka bir