16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZARIN PENCERESİNDEN 24 TEMMUZ 2005 / SAYI1009 ' Barba Yani İstanbul'un son Rum meyhanecilerinde n biriydi. Burgazada'ya sırf onunla sohbet etmek, içmek, onun mezelerinden yemek için gidilirdi. Esen Lorencu ile 24 yılı dolu dolu geçirdiler. Yiiııi ve eşi Escn Lorencu Türk kadını... Selçuk Erez fesPilsen'in yaptırmış olduğu araştırmayı gördünüz mü? Türk kadınının sosyal niteliklerini ortaya koyan bu araştırma, 20002004 yılları arasında, 18 ilde yapılmış. ()rtaya çıkanlar tiıyler ürperticidir: Türk kadınının yüzde 86.3'ünün kredi kartı yok, yüzde 91.4'ünün ehliyeti yok, yüzde 93.4'ünün pasaportu yok, yüzde 69.1'inin eşinin verdiğinden başka geliri yok. Kadınların yüzde 52.8 eşinden para alırken zorlandığını söylemiş. Türk kadınının yüzde 41.2'si eşiyle hiç tanışmadan, görücü usuluyla evlenmiş; evlenenlerden yüzde 19'unun eşiyle arasında kan bağı var. Yüzde 65.3'ü kadındoğumcuya gitmemiş, yüzde 55.8'i de gebeliği sırasında doktora uğramamış. Vatandaşlarının yüzde ellisi bu çapta ezilmiş ve geri bıraktırılmış bir ülke yakında Bulgarıstan'ın, az sonra da Arnavutluk'un gcrisinde kalır. Türk kadınının bu hali, onu birçok açıdan erkekle eşdeğer saymayan din kurallarını hâlâ çağdaş bir anlayışla yorumlayamamızdan kaynaklanmaktadır: Dini referans aldığını söyleyen ve referans aldığı din kurallarını çağdaş bir mantıkla yorumlamamayı yeğleyen bir iktidar mı bu drama son verecek? Birçok Kuran çevirisinde, örneğin Ali Bulaç'ın Birim Yayınları'nca bastırılmış olan "Kuranı Kerim ve Türkçe Anlamı" adlı yapıtta, Nisa Suresi'nde şu sözlerin yer aldığı yansıtılmaktadır: "Allah'ın bazısını, bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedcniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticiler'dir... Nüşuzundan (=kitaptaki sözlüğe göre anlamı, yükseklik ve tümseklik olup bilinen itaat sınırlarını aşmak demektir. Ancak, bir başka anlamı, eşlerden birinin.eşinde cinsel kıskançlık uyandıracak uygunsuz davranışlarda bulunması, eşineihanet eder görüntüler vermesidir) korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın,bu da yettnezse hafitçe vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.." Londra Üniversitesi'nin öğretim üyelerinden Alfred Guillame, "Islam" başlıklı eserinde (Penguen Yayınları 1964) bunu doğrular ve 4:3l'inci surede, "Erkekler, kadınlara hükmederler çünkü Allah birini, diğerine üstün yaratmıştır ve erkekler, servetlerini, kadınları yaşatmak için harcarlar. Bu nedenle, iyi kadınlar başeğici olurlar.." (s.72) Demek ki burada, kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğu konusunda hiçbir kuşkunun geçerli olmadığı bu çağa uymayan bir söylem bahis konusudur. Kadını, erkekten geri bir yaratık kabul etmek ve hele de dövülebileceğini söylemek demokrasiyle nasıl bağdaşııV Bu kuralların geçerli olduğu bir yerde demokrasi yoktur, kadınlar, yani nüfusun yarısı bu çapta geri kalır ve bu geri kalış yüzünden uygar âlemde sizi adam yerine koymazlar. Dinin çağ ile bağdaştırılması, inananların, dine bağlılıklarını gönül rahatlığı ile sürdürebilmelerine de yol açar. Allah'ın yüz senede bir birini yollayarak Islam dinini çağa göre yorumlayacağını bildiren bir hadisin var olduğu kesindir. Yoruma bu nedenle de cevaz vardır. Incil'de kadının erkeğin kaburgasından yaratıldığı ve Âdem'in Cennet'ten kovulmasında, Havva tarafından kandırılmasının etkin olduğu ileri sürülmesinc karşın, Kuran'a göre, Havva ile Adem, aynı şekilde, birer özden yaratılmışlardır ve Havva'nın, Adem'in kovulmasında suçu yoktur. Öyleyse din kitabında başlangıçta eşit oldukları açıklanan kadın ile erkek arasındaki bu denge, sonradan bozulmamalıdır: Bu gerekçe, kadını erkek yanında ikinci plana iten cümlelerin çağa uygun bir şekilde yorumlanması için ek bir nedcndir. Bu boyutta bir bozukluğu gidermek için dinin çağdaş yorumu yanında hemen her sınıita okutulan sosyal bilimler kitaplarına kadının erkekle eşit olduğunu ayrıntılı gerekçelerle anlatan sayfalar eklenmeli ve camilerde her vaazda bu gerçek vurgulanmalıdır. • E Barba artık yok... Zamanı geldi ve gittL. Şengül Durucu İ stanbul'un hengâmesinden az da olsa uzaklaşmak isteyenler Sirkeci'deki Adalar lskelesi'nde bulur kendini. Kınalı, Burgaz, Heybeli, Büyükada... Hepsi baş döndürücüdür, ama Burgaz'ın ayrı bir yeri vardır Barba'yı tanıyanlar için. Biraz cfkâr dağıtmak ya da neşesine neşe katmak isteyenler Barba Yani'nin meyhanesinde alır soluğu. Rum usulü mezeleriniz, balığınız, küçük rakınız ücrete tabidir, ama gözünüzün görebildiğince deniz, martı ve dal ga sesleri, Barba'nın o tatlı, sevecen sohbeti ve arada bir ettiği, Neyzen Tevfik'in deyimiyle "lügatin tuzu biberi" olan küfür, müessesenin ikramıdır. Ama artık Barba yok, ölümün ardına düştü çünkü... Şimdi onu bize 24 yıllık eşi Esen Lorencu anlatıyor: "Eskiden, Rumlar gıtmeden önce meyhanecilik onların elindeydi. îstanbul' da biro, bir de Imroz kalmıştı. Bu yiizden ona hep 'Sen yaşayan tarihsin' derdim. Burası dokuz yıllık bir müessese, ama Barba'nın meyhane kültürü çok eskilere dayanıyor. Birahane işletmiş, 13 yıl mezecilik yapmış. Tam burayı açıp başarıyı yakalamışken gitti... Ben de kendime söz verdim. Burayı en iyı şekilde yaşatmaya, onu temsil etmeye devam edeceğim. Çünkü içimde bir his var. Bu meyhane açık kaldığı sürece eşim yaşıyor olacak. Kapandığında, artık kimse adını anmadığında gerçekıen öle cek. Gerçi kolay değil bir kadın olarak meyhane işletmek, ama kararlıyım, tek başıma da olsa devam edeceğim bu mücadeleye." Nasıl tanıştınız ve evlilik kararı aldınız? O Rum, siz Müslümansınız... Zorluk yaşadınız mı? 1981'de bir arkadaş toplantısmda tanıştık. Ben Heybeliliyim, o Büyükadalı. tkimiz de ada çocuğuyuz yani. Iki sene arkadaşlık ettik, 1984'te de evlendik. Ikimizin de ikinci cvlilığiydı. Üç benim, iki de onun çocuğu vardı. Başlarda çevremizden tepkiler aldık, ama aşk baskın geldi. Sevginin yenemeyeceği hiçbir şey yok. Ne dinler, ne de ırklar sevginin önüne geçebiliyor. Bir de ben Rumla evlendim diye rahat ederim, rahat giyinebilirim, gezebilirim diyordum, ama o Osmanlı erkeklerinden daha Osmanlı çıktı. Bana karşı çok tutucuydu. Hatta ben taküırdım ona 'Senin şecereni incelemek lazım, sende bir Türklük var' diye. O benim bayramlarıma geleneklerime saygılıydı, ben de onunkilere. Arada bir hırçınlıkları olurdu ama 24 sene dolu dolu yaşadık. tnsanlar neden Istanbul'dan onca yolu katedip buraya geliyor, bunun sebebi yalmzca giizel mezeler olamaz değil mi? Barba çok sevecen bir insandı, hoş sohbetti, espritüeldi. Kendi deyimiyle, yemeklerinin içine sevgi katardı. Ye meyi içmeyi, şakayı, muhabbeti, küfretmeyi severdi. Çocuk gibiydi. Takma adı Barba da buradan gelir zaten. Barba Rumcada sevecen ihtiyar demek. Böyle olduğu için çevresi çok genişti. Bakın, her yerde resimleri var. Gelenlere resimleriyle merhaba diyor. Bazen müşterilere 'Haydi onun ruhuna bir kadeh kaldıralım' diyorum. Hep beraber anıyoruz Yani'yi. Olüm korkusu var mıvdı? Hiç bahseder miydiniz ölümden? Ölümü hiç düşünmezdi, korkmazdı. "Zamanımız gelince gideceğiz kan" derdi. Benim önce ölmemden korkardı, kendi gitti. Oleceğini hiç düşünmedik. Vasiyeti de yok bu yüzden. Bazen "Burası bir dükkân, sana veya bana bir şey olursa müzik hiç susmayacak" derdi. Beni ayıplayanlar oldu adada. "Kocası öldü, kendi işin başına geçmiş müzik çalıyor" dediler. Onun isteğiydi bu. Cenaze töreninde de geleneklerinin dışına çıktım. Tamamen meyhane usulü bir uğurlama yaptım. Güleç bir insandı, o da böyle isterdi sanırım. Buzuki çalınacak, sevdiği yemekler, lakerda.midyctava.kalamaryapılacak. Ömrümoldukça her sene yapacağım böyle bir anmayı. Onunla yaşamak diye sorsam... Onunla yaşadığım her gün güzeldi, unutulmazdı benim için, daha ne söyleyeyim... • OSMAN BAHADIR [email protected] 80 yu önce mış), en feyizli sayını (emeğini) ihmal etmiş demek değil midir? îşte lakaydi ve idraksizlik arasında okuyucu tabakası, her gün ve her hafta kendisine sunulan tahrik edici ve heyecan verici olmaktan başka hiçbir sanatı olmayan rcnksiz ve muzır neşriyat ile, edebiyat denılen yüksek ve aziz bir şeyi unuttular... Tarihte hiçbir millete nasip olmamış bir kahramanlık hamlesiyle dünyanın en ulvi (yüce) bir milli halas (kurtuluş) harikasını gösterdik. Bu harika başka memleket edebiyatlarında yüzlerce nefis eser tevlid ederdi (doğururdu). Halbuki bizde edebi bir deha darbesiyle tesbit edilmediğinden tarih sayfalarında unutulup kalacaktır. îctimaiyatta yine hiçbir milletin başaramayacağı büyük inkılablariçindeyaşıyoruz. Bunlar her dakika, her saniye binbir roman konusu yaratıyor. Biz hâlâ bunları görmüyoruz ve halk merakla okuyor diyerek gazete ve mecmua sayfalarını falan haydut nasıl kasa soyar, falan sahtekâr nasıl ele geçirildi gibi adi, zelil vakaların tasviriyle dolduruyorıı/. Bu verimsizlik sahasında neslin edebi yetenekleri gelişme imkânından mahrum kalarak, o Burada Türk edebiyatı yatıyor! ...Evet, iddia ediyorum ki, bugün artık bir Türk edebiyatı kalmamıştır; gazeteler, mecmualar var.Fakat bunlar edebiyata karşı düşmanca lakayd, sahifelerini çoğunlukla yabancı karalamalarla dolduruyorlar. Yalnız edebi kıymetinden dolayı kabul edilip yayınlanmış tek bir makale gösterebilir misiniz? Hayır, değil mi?... Edebiyatsız millet olmayacağını, edebiyatı büyük olmayan milletlerin hiçbir vakit büyük millet sayılamayacağını herkesten çok bilirim... Doğru, yanlış, umumi bir kanaat var; "Halka okutmak için bir eser hafif ve meraklı olmalı!". Işte bu sebeple bütün mecmua ve gazete sahipleri, gazetelerinin sürümünü temin için yalnız merakı tahrik, zevki tatmin edecek makalelere prim verdiler. Kitapçılar ancak böyle kitapları yayınlamaya cesaret ediyorlar. Bu merak ve bu zevk ne kadar adi, ne kadar ibtidai (ilkel) olursa olsun, herkes kontrolsüz bir şekilde yalnız ona hizmetle meşgul. Bir memleketin matbuatı her şeyden evvel vatanın ictimai (toplumsal) olduğu kadar edebi geleneğinin de koruyucusu olmak lazımdır. Edebiyatta daima halkın seviyesine inen bir matbuat vazifesini idrak etmemiş (kavrama edebiyatımız kim bilir ne telafisi imkânsız zararlar kaydetmektedir... Buna karşı ne yapmalıdır? Mademki sırf edebi mecmualar okuyucuların lakaydisi sebebiyle devamlarını temin edemiyorlar, bu lakaydiyı tahrik için günlük gazeteler hiçbir şey yapamazlar rmV.. Edebiyatın ilahi bir cazibesi vardır, lakayd halk edebi bir mecmuayı belki alıp okumasın, fakat her gün elden geçen bir gazetede tesadüf ettiği cazibeli bir edebi makaleyi mutlak okumayacağı ve buna alakadar olmayacağı nereden malum? Ben eminim ki, bu sütunlar zekâ ve vukuf ile sevk ve idare olunursa, gazete için özel bir rağbet de sağlar. Lazım olan şey bunların ehil zevat tarafından tertib edilmesi olup, yine para endişesiyle itinadan (özenden) mahrum bir eser koyup kabahati haksız yere edebiyata bulmaya kalkmamalıdır. Hiçbirinin beğenmediği Mehran, Edebiyatı Cedide'nin ilk zamanlarında Halit Ziya'ya küçük hikâye, Hüseyin Cahid'e "Matbuat Haftası" yazdırmayı düşünmüş ve böylece halk arasında edebiyatın tesirinde ve yayılmasında büyük bir hizmette bulunmuştu. Bugünkü gazete müdürleri bundan ibret almak lazımdır... Ne zamanlardır ki, bütün bu mülahazalarla derin bir surette acı duyan, umumi lakaydlık arasında kurban edilen edebiyatımızın en elim hicranlarla matemini tutuyoruz... Cumhurıyet sahibi ile temasımda, beni işgal eden bu arızaların aynı şekilde kendisini de rahatsız ettiğini ve buna çaresaz (çare bulan) olmak için bir şeyler yapılmasını arzu ettiğini öğrendim. Ve bu anlaşma gazeteler için düşündüğüm edebi sütunun Cumhurıyet'te tertibiyle sonuçlandı. Bu haftadan itibaren Cumhuriyet edebi vazifesine başlıyor. 8Ağustosl925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle