Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19 HAZÎRAN 2005 / SAYI 1004 O DA BİR BABA... Yine olsa yine atlarım ebahattin Sarısu. Bu ismi bır ay önce, balkondan atlayan 4 yaşındaki oğlu Ege'yi kurtaran baba olarak duyduk. Olay kimimizin aklında hâlâ, kimimiz ise yaşamın karmaşasında unutup gittik. Aslında o da unutulmaktan yana. Babalar günü için röportaj yapma isteğimize önce, "Benim tek derdim oğlumu kurtarmaktı, şimdi sizin sorularınıza ne yanıt verebilirim ki... Hem zaten yaşandı ve bitti, anlatacak bir şeyim yok artık" diye tepki gösterdi. Uzak yoldan geldiğimizi, onu bulmak için pek çok kapı çaldığımızı öğrenince de kabul etti. Hasköy'de, bir Sebahattin Sarısu'ya arkadaşının tamirhancsinde, bir göro yaptığı olağan, yandan sorularımızı yanıtladı, bir yandan da sağa sola koşturan Ege'yi sıradan bir iş. Oysa kolladı. Ege, Sarısu'nun tek çocubalkondan aşağı ğu, dört yaşında. Her şeyi merak uçmayı deneyon ediyor, elimizdeki kayıt cihazını karıştırıyor önce, sonra fotoğraf maoğlunu kurtarmak için kinesini, meydanı başıboş buldukendini 4. kattan attı. ğunda datamirhaneyi... Sebahattin Ege, tek oğlu. Sarısu, doğma büyüme lstanbullu. Olaydan dnce kamyonuyla meyve Doğumunda Iki gün satıyormuş, henüz tanı olarak iyibeklemiş hastane leşmiş değil, 5 kaburga kemiği kırık. Bir kolunda da kemik üremesi kapısında. " 0 var, 22 Haziran'da tekrar ameliyat ölseydi" diyor "Ben olacak. Tek isteği, bir an önce dühaybeye yaşardım". zelip ışinin başına dönmek... Bir çocuğunuz olacağını öğrendiğinizde neler hissettiniz? üeğişik bir duygu. Bütün hislerınizi besli yor, güçlendiriyor. Eşimi, Okmeydanı'nda hastaneye götürmüştüm, ültrasona girmişti. Orada doktor bana gösterdi, "bak pipisi oynuyor" diye. îlk o zaman gördüm, ama düşüncelerimi, duygularımı anlatamam. Doğum için hastaneye gittiğimizde, hastanenin kapısında iki günbekledim, uyumadan. Doktor gelip de çocuğunuz oldu dediğinde... Baba olmak hayatınızda neleri değiştirdi? Her şeyi değiştiriyor, ilk başta sorumluluk Esra Açıkgöz S kazanıyorsun. Bebekken ben de bakıyordum Ege'ye, gece ağladığında kalkıp pışpış yapıyordum, kollarımla sarıyordum. Biz işteyken de babaannesi büyütüyordu. Babalık sevginizin yaşamınızın önüne geçecek kadar büyiik olduğunun farkında mıydınız? Benim için oğlum hep her şeyin önünde gelirdı. Gözüm gibi bakarım, bir dediğini iki etmem. Peki o gün Ege balkondan atladığında... Ege, kız kardeşimin evindeydi. Ben de kamyonumda meyve satıyordum. Arkadaşım vardı yanımda. Bir gidip hem oğluma bakayım hem de yemek yiyip geleyim, dedim. Arkadaşım da gitme birlikte yeriz dedi, ama garip bir duygu vardı içimde. lyi ki de gitmişim... Ege, balkonda oynuyordu. balkonun mermeri boğazına geliyordu. Sonra birden "baba bak ben uçacağım şimdi" dedi ve atladı. Ben de arkasından koşup attım kendimi. Tek bilinçli yaptığım ve hatırladığım hareket, ona yetişebilmek için ayaklarımı balkonun taşına dayamam oldu. Bir de onu yakaladıktan sonra yiizün koyu düşeceğimi anlayınca, kendimi havada çevirmek için alt katın demirlerine vurmam. Sonra da yere düştüm. O ölse ben hay beye yaşardım, yaşayamazdım. Düştüğümde bayılmışım, ondan sonrasını hatırlamıyorum. Ağabeyim ve arkadaşları beni hastaneye götürmüşler. Peki hastanede kendinize geldiğinizde... Kendime geldiğimde, oğlumu sordum hemen. lyi dediklerinde öyle büyük bir rahatlıktı ki... Telefon ettim, "oğlum neredesin?" diye soruyorum, "babaannemleyim, benim bir şeyim yok, merak etme" diyor. Oysa bu sırada o da benimle aynı hastanede bir hafta kalmış. Çişini yapamıyormuş, Çapa'ya götürmüşler. Şimdi bir şeyi yok. Hastanede 1,5 ay kaldım. 34 defa yanıma getirdiler, görünce rahatladım. Ne yalan söyleyeyim gözlerim yaşardı, ağladım. Olayı hatırlıyor mu? Evet, ama olayları rüya sanıyor, annesi, babaannesi öyle söylemişler. Sizin babanızla olan ilişkiniz nasıldı? Biz dokuz kardeştik. Babamın hepimize gösterdiği sevgi farklıydı. Dört dörtlük bir babaydı. Olaydan sonra hayatınızda neler değişti? Bir burada bir de hastanede iki kere ölüme gittim. Artık Ege'yi gözümün önünden ayırmıyorum, bir yere gitse ben de peşinden gidiyorum. Evdeki Süperman, Spiderman posterlerini, filmlerini, çıkartmalannı her şeyi kaldırdım. Bir de çalışamıyorum diye gücüme gidiyor. Eşimi işten çıkarmışlardı, tekrar aldılar, onun sayesinde geçiniyoruz. Gündüzleri annemin yanında kalıyorum, akşam lan eve gidiyorum. Ege'ye de annem bakıyor. Ben eşim için de canımı veririm. Sen bana ne sorarsan sor şu anda kafamda sadece tek bir şey var, bir an önce düzelip işimin başına dönmek. tnsanların size bakışı değişti mi? Bazen Ege'yi parka götürüyorum. "Bu balkondan atlayan çocuk değil mi?" diye birbirlerine soruyor, "A bak oğlunu kurtaran adam geliyor" diyorlar. Benim tek derdim, oğlumun hayatını kurtarmaktı, bu tavırlarını anlayamıyorum. Hiçbir şey gözümde değil, yine olsa yine atlarım. • Ahu Toz Bizim evin yarısı boştu B izim evde giysi dolabının yarısı boştu. Fiilen değilse de içinde olması gerekenlerin yarısı yoktu. Gömlek, kravat, ceket, pantolon, pardösü, palto, hırka, kazak, süveter... Tabii erkek çorabı ve külotu da. Belki de bu yüzden, uzun yıllar eve gelen misafirlerin yıkanan çamaşırları arasında erkek donları hep ilgimi çekti. Üzerindeki o dikişlerin neye yaradığını anlamam mümkün olmadı, hafif çıkıntının da tabii... Kravatla ilişkimde de bir çarpıklık olduğu söylenebilir. Birinin boynunda ya da giysi dolabında gördüğüm kravatları hafifçe yoklayıp, kumaşının yumuşaklığına ve parlaklığına hep şaştım. Bir kadının kravat bağlayan bir erkeğe yardım etmesinin, bir tür kadın erkek ilişkisi figürü olduğunu anlamam ileriki yaşlarıma denk gelir. Evin ortasında, günün herhangi bir saatinde ağda yapılamayacağı da sonraları öğretildi. Eksiklcr giysi dolabıyla sınırlı değildi tabii. Banyo dolabında tıraş köpüğü ya da sabunu, tıraş bıçağı ya da makinesi yoktu. Dolayısıyla bizim ev sabahları tıraş kolonyası ve losyonu kokmazdı. Tabii ben yine misafirlerin tıraş oluşunu, ardından kokular sürmesini izlerken büyük şaşkınlıklar yaşardım. Insanın yüzünde kıl çıkması, sonra da onları her sabah kesmesi anlaşılır bir durum değildi benim için. Netice itibarıyla bizim banyoda üzerinde "for men" yazan hiçbir şey yoktu. Tabii en büyük boy diş fırçası da... Doğal olarak sabah kahvaltısı öncesi gürültüler çıkararak genzini temizleyen kimse de yoktu. Misafir erkeklerin çıkardığı bu sesler, bende hafif bir bulantı yaratırdı. Sesin sahibinin karısının yüzünde, o sesi duyduğuna dair hiç iz olmazdı. Bu arada bizim banyoda o kıvrık kıllardan bulunmazdı. însanın kıllarının neden kıvrık olduğunu anlamak, benim için hayatın anlamıyla eşdeğer bir sorundu, o ydlarda. Ayakkabı dolabında, erkek terlikleri en arkada dururdu. Ara sıra gelen erkek misafirlerc vermek için üzerindeki tozu almak gerektiği de olurdu. Erkek ayakkabıları olduğundan da büyük görünürdü, gözüme. rup uzun uzun konuşmaya en uygun ev, bizim evdi... Akşamları yemek yetiştirme telaşı da yaşanmazdı. Zaten belirgin bir akşam yemeği saatimiz de yoktu. Nasıl olsa "Bizimki pilavsız masaya oturmaz", "Bizimki çorba yoksa kıyameti koparır" gibi cümleler bizim evden uzaktı. Anneannem yemek yapmak istemezse, kahvaltı yapılır, bu durum sevimli bir küçük arıza olarak algılanmazdı. Akşam yemekte ne var sorusuna verilen "b.k var" yanıtı kahvaltı demekti. Kan koca misafir geldiğinde, politik tartışmalar başladığında bizim evin "memleket kurtancısı" annemdi. Çay servisi yapmak da anneannemle bana düşerdi. Annem sigarasını tüttürerek göğüs göğüse mücadele eder, biz de onunla gururlanırdık. Salonumuzda vitrinimiz yoktu, ama kocaman bir kitaplığımız vardı. O kitapların tamamı da annemindi. Anneannemin tek kitabı vardı, o da duvarda asılı dururdu! Pazarkahvaltısından sonra bulmaca çözmek anneme ait bir keyifti. Ama maalesef akşam yemeğin yanında iki tek atan kimse yoktu! BU KAPI NEDEN KAPALI? Yatak odasının diğer odalardan pek de bir farkı yoktu. Annemin çift kişilik yatağı misafirlere tahsis edilirdi ve odanın kapısı genelde açık dururdu. Çünkü, içerde gizemli bir durum yoktu. Başka evlerde aynı kapının neden kapalı olduğunu sonraları anladım. Bir memur ailesinin geleneksel pazarı akşam ütüyle birlikte MEMLEKET KURTARAN ANNEM Erkeklerin misafir olması ne kadar seyrek bir durumsa, kadınların misafirlikleri o kadar sıktı. Kocasının varlığına ya da yokluğuna göre, gelen misafirlerin kalkış saati değişirdi. Ya mesainin bitme saatinde kalkılır ya da rahatlıkla akşam yemeği yenip çayla devam edilirdi. Hatta uykusu gelen bir kenara luvrılıp uyurdu. Komşu kadınların içlerinde kurulu bir saat varmışçasına durup dururken kalkıp, "bizimki gelir şimdi" demesi de büyülü bir şeydi benim için. O saatlerde bizim eve annem gelirdi. Onların "bizim . ^.; ki"siyle bizim evin "bizimki"si arasındaki fark epey büyüktü. Bununla birlikte, otu frrr; tamam olur. Babasız büyümek, tek kanatla uçmayı öğrenmek gibidir. O tek kanadın, olması gerekenden büyük olmasıdır aynı zamanda. Ama bir kız çocuğu için babasız büyümenin en zor yanı aşksız kalmaktır. Tüm kız çocuklarının ilk aşkı, babasıdır çünkü... Bizim de öyleydi. Yalnız sepette, ortasındaki çizgilerin sabitlenmesi gereken pantolonlar, kolları, boynu ayrı ayrı ütülenmesi gereken gömlekler yoktu. Bizim evdeki eksiğin tam olarak ne olduğunu mahallede yediğim dayaklardan sonra herkesin söylediği şeyi söyleyemediğimde anladım. "Seni babama söyleyeceğim", diyemiyordum. "Benim babam seninkini döverde" diyemiyordum. Ben de kendimi kurtaracak başka bir formül buldum: "Benim babam senin babam çarpar! Çünkü o bir ruh!" Formülümün ne kadar ürkütücü olduğunu çocukların yüzündeki ıfadeden anlayabiliyordum. Ama yine de yediğim dayakların takibini yapan iki kadın vardı, haklarını yememeliyim. Kendi göbeğimi kendim kesmek zorundaydım, bunu da biliyordum. Bu nedenle bir miktar "delikanh" oldum. Evdeki ağır eşyaların taşınması, kavanoz kapaklarının açılması konusunda herkes birbiriyle yarışırdı. Bunların becerilememesi çok sinir bozardı. Allahtan hepimiz bileği sağlam kadınlardık. Akşam gezmesine çıktığımızda birbirimizin koluna girer, düğünlerde birbirimizle dans ederdik. Anlattığım hayat için pek çok kadın "Oh, ne rahatmış" diyebilir. Evet, bunu kabul edebilirim ama babasız büyümek, tek kanatla uçmayı öğrenmek gibidir. Diğer kanadının olması gerekenden büyük olması demektir. Annenin fotoğraflardaki bir adama aşkını hissetmek, aşkın ne olduğunu bilememek demektir biraz da. Bir insanın bir fotoğrafla ne kavgası olabilir ki? Kavgasız bir evde büyümek, çıkan kavgaların nasıl tatlıya bağlanacağı bilgisinden de yoksun kalmaktır. Kızını kıskanan bir babanın yokluğu, kıskançlığın tadını çıkarmayı bilememeye neden olur. îçinde bir Elektra durur, ama kime âşık olduğunu bilmez. Babasızlığın en zor yanı, aşksız kalmaktır. Ben bu dünyada babalar günü diye bir gün olduğunu ve bunun kutlandığını lisedeyken öğrendim. O günden beri de hısım akrabanın babalar gününü kutlarım. Tüm kız çocuklarının ilk aşkı babaların, günü kutlu olsun. •