22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZARIN PENCERESİNDEN Doğuştan yaratıcılık Selçuk Erez on zamanlarda araştırma ve geliştirmeye yeterince yatırım yapmadığımızdan sıkça bahs açılmaya başlandı. Araştırma ve geliştirme için yatırım yapmak tabii ki gerekli ama bu eylemlerde başarıya varmak için yaratıcı beyinler de bultnak gerekir. Yaratıcılığa sadece endüstrinin şu ya da bu sorununun çözümü için muhtacız.. Güzel Sanatların her dalında öne çıkmak için, bilgisayar programları geliştirmek için, iyi reklam tasarlamak için de yaratıcı beyinler gerekir. Psikologlar yaratılıcığı değil de düşüncelerde esneklik, farklı düşünebilme, sorunlara değişik ve yeni çözümler üretebilme yetenekleri gibi yaratıcılıkla ilintili özelliklerin ölçülebileceğine inanmaktadırlar. Herkes bu konuda aynı şekilde düşünmemektedir ve kişinin bu açıdan işe koyulduğunda göstereceği performansla değerlendirilebileceğine inananlar da vardır. Yaratıcı yönü ağır basanlar kimlerdir? Hayal etme ve imgeleme yeteneği çok güçlü kimselerdir, duyu organlaııyla algılanmayan soyut nesneleri, kavramları, fikirleri, eylemleri kafalarında tasarlayabilen, geliştirebilen insanlardır. Aslında imgeleme yeteneği insan beynine özgü, onu, diğer yaratıklarınkinden ayıran en önemli niteliktir ve yaratıcı insanlar, bu açıdan güçlü olanlar arasından çıkmaktadır. Otizm adıyla anılan bozuklukları olanlarda en önemli eksiklik, imgeleme yeteneğinin bulunmamasıdır. Bu yetenek öğrenilebilir mi, ya da geliştirilebilinir mi? Belki tuhafınıza gidecek ama bu konuda yeterli bilgi yoktur ve bilinenler, Psikoloji, Antropoloji, Felsefe ile Kognitif Bilimlerle uğraşanların son yıllarda yapageldikleri çalışmalarla yavaş yavaş şekillennıektcdir. Bazı araştırıcılar, zihinde imge oluşturma yeteneğinin arttırılmasının yaratıcılığı güçlendirdiği sonucuna varmışlar. Duygularınızd korkmayın! Esra Açıkgöz S N Doç. Dr. Kemal Sayar.. Oyun oynarken bir masanın altının mağara yada ev, kendisinin anne ya da baba (bazen hırsız yada polis) olduğunu varsayan çocukların aslında imgeleme yeteneklerini geliştirdikleri anlaşılmış. Çoluğu çocuğu nasıl daha yaratıcı yaparız diye düşüneduranlar onların düşüncelerini açıklamalarına sınır getirilmemesi gerektiğini, öğretmenlerin, "Ben sadece bu çözümü istcrim.başkasınıkabuletmem!" dememesigerektiğini de vurguluyorlar. Peki, doğuştan yaratıcılığa yatkın olanlar günün 24 saatı boyunca mı ya da belli koşullar bir araya geldiğinde mi üretken oluyorlar? Bunlar da tam bilinmiyor. Mozart, bestelerinin aklına bütün olarak geldiğini ve bilardo oynamanın bu gelişi tetiklediğini söylermiş. Haydn, bestelemeye niyetlendiğinde en iyi elbiselerini giyip otururmuş piyanosunun başına. Brahms, sabahları beşte uyanır ve koyu bir kahve içtikten sonra bestelemeye girişirmiş. Şostakoviç kafasını bir yana eğince müzik duymaya başlarmış: Bu, Birinci Dünya Savaşı'nda cephede patlamış bir şarapnel parçasının kafasına girip orda kalmasıyla açıklanmaktaydı. Sanıuel Taylor Coleridge "Kubilay Han" epik şiirini afyonlu bir içki içerek yazmış, ünlü ressam Francis Bacon da resimlerini, uykusuz ve aç kaldığında çizerken yaratıcılığıntn daha ağır bastığına inanmaktaymtş. (R. Winston: The human mind.Bantam kitapları) Yaratıcılık konusunda, ona yol açan imgeleme yeteneğini etkileyenler alanında bilinenler az ama bu konuda bazı doğruların geçerliliği kavranmış: Önyargısız düşünebilmeninyani herhangibir dinin yada benzeri akımın dogmalarının, saplantının sınırlan içinde kapalı kalmayabilmenin, bu konuda engel tariımamanın, imgenin zenginleşmesi ve yaratıcılık için gerekli olduğu anlaşılmış. Oyleyse bize ne kalıyor? Referanslarını din olarak tanımlayan iktidarların ve uzantılarının sıkıntılarımızı aşmak için gereğince yaratıcı olabilmelerini boşuna beklememek ve de yaratıcılığı böyle engelleyip törpüleyen bir ortamda her nasilsa boy atmış yaratıcı kimselerin önce var olmalarına şaşınak, sonra da bunları bataklıkta açmış nergislere benzeten şiirler yazmak ! • e hhsettıg'ımi çoğu kez tam olarak bılemem, duygulanm ıçın uygun kelimeleri bulmak bcnım için zordur, içimde ne olup bittığım bılmıyorum, içimdeki duyguları yaktn arkadaşlarıma bile açıklamak bana zor geltr Toronto Aleksitimi Ölçeği'nde yer alan bu cümleler sizin de "doğrularınız" ise, duygularınız üzerine biraz düşünmeniz gerekiyor. Çünkü aleksitimi yani Türkçe adıyla "duygusal söz yokluğu" yaşıyor olabilirsiniz. Yine de hemen panik yapmayın, çünkü bu bir hastalık ya da rahatsızlık değil, sadece bir kişilik özelliği ve çaba sarf ederek üstesinden gelebilirsiniz. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 13. Psikiyatri Kliniği Şefi Doç. Dr. Kemal Sayar, Türkiye'de aleksitimi konusunda pek çok çalışma yapmış. Aleksitimiyi, "duyguları tanıma, bunu ifade etme ve bedensel duyumları ayırt etme yönünde zorluk yaşama" olarak tanımlıyor. Sayar'a göre aleksitimik insanlar "duygu sağırı". Çünkü bu kişiler, kendi duygularını duymuyor ve ifade edemiyorlar. Kimdir aleksitimik insan? Duyguları için sözleri olmayanlar. Kimi insanlar kendi duygularını iyi tanıyamayabiliyor, biraz robotik olabiliyorlar. Öfkelendiklerini, kızdıklarını, sevindiklerini pek de belli etmeden daha kuru yaşıyorlar, yoksul bir iç yaşamları oluyor. Bu kişilerin olasılıkla kendilerine anlattıkları bir hikâye de yok. Bu kavram 197O'lı yıllarda psikolog Sifeneos tarafından ortaya atılmış. 1980'lerde de Toronto Üniversitesi'ndcn 3 araştırmacı bu kavramı Toronto Aleksitimi Olçeği adı altında yapılandırılmış bir ölçeğe uyguladı. Bu 61çekle dünyanın pek çok kültüründe çalışıldı. Türkiye'deki çalışmasını da ben ve arkadaşlarım yaptık. Nedir Türkiye'de aleksitimi ile ilgili durum? Bizim 452 denek üzerinde yapılan bir çalışnıamızda aleksitimi yaygınlığı Türkiye için psikiyatrik hasta grubunda yüzde 30, sağlıklı grupta ise yüzde 10 olarak bulundu. Neden kaynaklanıyor aleksitimi? Sosyalleşmeyle çok yakından ilişkili olduğu düşünülüyor. Yeterince ilgi ve şefkat görememiş çocukların beyninin duyguları tanıma bölümünün yeterince gelişmediği, yapısal bir anormalliğin olduğu ve bunun da aleksitimiye yol açtığı yönünde bulgular var. Eğitim düzeyiyle de çok alakalı. Eğitim düzeyi düştükçe aleksitimi artıyor, çünkü duyguları ifade edecek kelimelerimiz olmuyor. Oyleyse aleksitimi endüstri toplumunun tatminsizliğinin getirdiği, bu çağın hastalıklarından biri mi? Sanırım böyle bir ılişki kurulabilir. Annebabalığın kalitesinin düşmesiyle beraber daha fazla aleksitimikler göreceğimiz kesin. Annebaba ve çocuğun etkileşimi azaldıkça, gelecek nesillerde aleksitimi oranı artacaktır. Ne kadar az etkileşim olursa, aleksitimi oranı o kadar yüksek oluyor. Belirtileri neler? Duygularını ifade etmekte zorluk yaşayan insanlar, çok sıklıkla bu duygusal çatışmalarını bedene yansıtıyorlar. Freud'un dediği gibi "bastırılmış olan geri dönüyor". En çok görülen bedensel belirti, yaygın vücut ağrıları, mide belirtileri, huzursuz bağırsak sendromu. Pek çok psikolojik rahatsızlığa da temcl hazırlıyor. Mesela, panik ataklarda aleksitimi yaygınlığı çok yüksek oranda görülüyor. Travma ge Aleksitimi, yani "duygusal söz yokluğu ", hastalık ya da rahatsızlık değil, bir kişilik özelliği. Yaşamı kuru yaşayan bu kişilerin kendilerine dahl anlattıkları bir hikâyeleri yok. çirmiş, tacize uğramış, örselenmiş ve obez insanlarda da. Bu kişiler, ister istemez hayatın kıyısında yaşarlar. Bazen hayatı, var olduklarını hissetmek için de kendilerine zarar verirler. Neden bileklerini, kollarını jiletlediğini sorduğum genç bir hastam, "Başka türlü var olduğumu nasıl hissedeceğim?" demişti. Aleksitimiklerin durumlarını öğrendiklerindeki tepkileri... Çoğunlukla şaşkınlık. Hayatını yülarca o düzeneklerle sürdürmüş kişi, birden bambaşka bir dünya olduğunu, insanlann duygularını yoğun olarak anlatıp yaşayarak da var olabildiğini, hatta daha doyumlu bir hayat sürebildiğini öğrendiğinde şaşınyor tabii. ERKEKLER DAHA ALEKSİTİMİK... Yani bu "meli", "malılar" üzerine kurulmuş, yıkılmaz duvarları fazla olan bir yaşam. Evet, çoğunlukla hayatı sadece ödev bilinci içinde yaşıyorlar. "Meli", "malı'Mar arasında hayatın duygusal yönlerini gözden kaçırabiliyorlar. Bu, onlarla yaşayanlara da yeterli tatmin duygusu vermiyor. AleksitimikJer duygusal dünyaları etrafinda zırh örerler. Bunu bilerek ve isteyerek yapmazlar, yetişmeleri bu şekilde olmuştur. Anneleri veya onlara bakanlarla aralarında yeterli derecede güvenli bir bağ oluşmamıştır. Duyguları ifade edecek gerekli ortamı, ilk çocukluk yıllarından itibaren yakalayamamışlardır. Genelde erkekler duygusuz olmakla suçlanırlar. Cinsiyetle aleksitimi arasındaki bağlantı nedir? Erkekler kadınlara göre biraz daha fazla aleksitimik. Kadınların sözlü dünyaları daha gelişmiş; erkeklerin ise pratik duyguları. Kimi araştırmacılar crkeklerdeki yüksek aleksitiminin "normatif" olduğunu, erkeklerin toplumsallaşma süreçlerinde duygularını ifade etmemek, incinebilirlik ve örselenebilirlik hislerini bastırmak yönünde eğitildiklerini dile getiriyorlar. Erkek çocuklarının duygusal dünyası anneler tarafından daha fazla kontrol altında tutuluyor ve kız çocuklar daha geniş bir duygu dağarcığıyla tanıştırılıyor. Aleksitimi yaşla birlikte de artıyor. Bu da yaşlıların daha geleneksel ifade kalıplarına bağlı olmalarıyla izah ediliyor. Malum duyguların açığa çıkarılması biraz da modernlikle at başı giden bir olgu. Ya insanların bireyselleşme adı altında daha da yalnızlaşması ve aleksitimi... Aslında daha bireyci hayat tarzlarına yönelmeyle, insanlar duygularıyla daha fazla yüzleşmek zorunda kalabiliyorlar. Çünkü içine çeküen insan kendısini daha iyi tanımak, duygularını iyi ayırt etmek zorunda. Bazı eleştirmenler, aleksitiminin Batı toplumuna özgü olduğunu söylüyor. Bizim gibi toplumlarda duygular biraz daha kolektif olarak yaşandığından duyguları tanımak, bilmek çok da önemli olmayabiliyor. • Sesimiz ve düşlerimiz... adın, ağır ceza avukatıydı. Sesi çok kalındı ve telefonda onu çoğu kez erkek sanıyorlardı! Mahkemede hep ipsiz sapsızları savunuyordu ve uygulamada tüm davalarını kazanıyordu. Ne var ki, sesi gitgide onu rahatsız eder olmuştu ve hepsinden önemlisi sevgilisinin hiç hoşuna gitmiyordu. Bir uzmana başvurdu. Doktor karşısındaki dinamik, bir parça oğlan çocuk görünümlü, kısa saçlı kadına baktığında, "Sesi kalın, hafif boğuk, hem yıllanmış bir sigara tiryakisini hem de güçlü birkişiliği çağrıştırıyor" diye düşündü... Yani, görünümüyle uyumluydu. Ses tellerinde kanser ya da ciddi bir lezyon saptayamadı, yalnızca ileri bir ödem belirledi. Avukat, ameliyat olmakta ısrarcıydı. Ses tellerinde kanser olmadığı için, hekim bunu reddetti. Ayrıca, ona göre kadının sesine ilişmek, onun kişiliğine ilişmek olacaktı. Düş kırıklığına uğrayan avukat muayenehaneden ayrıldı. Dokuz ay sonra, hekimin muayenehanesine bir genç kadın geldi, saçlar boyun hizasında, muslin entarili, net, berrak, tiz bir ses. Doktor onu tanıyamamıştı ama bu avukattı! Bir başka uzman onu ameliyat etmeyi kabul etmişti. Teknik olarak, iyi bir iş çıkarmıştı. Dıştan bakınca, görkemli bir görünüm değişikliğiydi. Ruhsal açıdan ise, bir felaket: "Düş görürken, eski sesimle düşlüyorum kendimi" diye itirafetti genç kadın doktora "Davaları savunurken, aynı canlılığım yok, birçok duruşmadan kaybederek çıkıyorum. Savunma ma kamında, kendimi kırılgan hissediyorum. Ne sesimi ne de bedenimi tanıyamıyorum artık. Ses şizofreni oldum diyorum kendi kendime!" Bu öykü, sesimizin, fiziksel durumumuzu yan K sıttığı denli, duygularımızı, iç yaşamımızı yansıttığının da göstergesi. "Ses, beden ile ruhu bağlayan bir simyadır" diyor kulakburunboğaz hekimi ve ses uzmanı Jean Abitbol "Sessizliğimizde, soluk alışımızda, şarkı söyleyişimizde, yaralarımızda ve yaşam öykümüzde bile bizi ele verir. Bu açıdan yalnızca yaşamımızın değil, evrimimizin de imajıdır. Söz konusu olan yalnızca gırtlak ve ses telleri değil insanın kişiliği, özgeçmişi, mesleği, kültürel çevresidir de!" Elli yıldan bu yana standart kadın sesi daha inceldi, Arletty gibi popüler temsilciler bunun ör İletişim aracı ve baştan çıkarma silahı sesimiz... Bizi ele veren de o. Öyle ki birçokları sesini değlştirmeye bile kalkışıyor. Oysa sesini sevmek, kendlni sevmektlr dlyor uzmanlar. neği. Kalın sesli kadın oyuncular, örneğin Marlene Dietrich, baştan çıkarmanın gizemini kişileştiriyorlardı. Bugün, sorumlu mevkideki bir kadın, kalın bir tınıya sahip olmak zorunda. Cinslerin eşitliği buradan da geçiyor gibi görünüyor. Böylelikle, sesini ve dolayısıyla kendini sevmek için, bizi belli ses uyumlarını idealleştirmeye iten toplum standartlarının bilincinde olmak gerekiyor. Ses ayrıca bir yan cinsel organ gibi kabul ediliyor. Sesleri "erotik" bulunanlann, cinsel yaşamlarının da aktif olduğunu araştırmalar kanıtlıyor. Erkeklerde çok ince ses testosteron eksikliği anlamına gelebilir. Bir kastratonun ince sesine sahip olanlar gibi mi? Evet, ama sorun biraz daha karmaşık. Iri yan, şen şakrak, çoğu kez önemli mevkilerde olan, ama incecik, bir çocuk gibi, daha çok çizgi film seslendirmesine yakışacak bir sese sahip kişileri biliriz. Psikolojik nedenlerle buluğ çağında seslerinin cinselleşmesini yadsımış insanlarla karşı karşıyayızdır... Ayrıca ses tınıları yüzünden, bu erkekler kendilerini de sevmezler, kendileri hakkında olumsuz bir izlenimleri vardır. Bir de kullanamadıklan için seslerini beğenmeyenler vardır. Bir anne "Odada üç kişi varsa kimse beni dinlemiyor" diye yakınarak gelmişti uzmana "Gerçekten kendinizi duyurmak istiyor musunuz ki?" diye yanıtladı onu fonetist. Bir başka tip de seslerinin çevrelerindeki etkisinin bilincinde olmayanlardır. Yavaş konuşmayı bilmeyen "borazanlar", ya da kaynana zırıltısı gibi vır vır eden sinir bozucu "çığırtkanlar"... Bunlar hep bir şeyleri kanıtlamak peşindedirler. En doğrusu onlara gerçeği söylemektir: "Konuştuğunda ne dediğini anlayamıyorum, sesin çok yorucu." Çok tiz ve çok pes sesler kötü gelir insana. Çözüm mü? bir kulakburunboğaz uzmanı ya da fonetist ile sesin yeniden eğitimi, ayrıca kendini denetlemeyi öğrenmek için tiyatro, başkalarını dinlemeyi öğrenmek için koro çalışması, sesini oturtmak için şan... Çünkü sesimiz, biziz. Sorun ne olursa olsun, onu işlemek hep olanaklıdır. Amaç, bedeni içinde rahat olmak gibi, sesi içinde de rahat olmaktır. 0 Psychologies'den çeviren: EMRE ÇAĞATAY
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle