26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 MAYIS 2005 / SAYI 999 Televiz sanat a bilmiyo Ayla Algan, raytingi yüksek bir dizide, Aliye'de oynuyor. Eskiye bağlı, neşeli ve sıcak bir karakteri "Refiye Hanım"ı canlandırıyor. Algan dizinin beğenilmesini oyuncuların tiyatro kökenli olmasına bağlıyor. Yasemin Yaşar T h ürk Tiyatrosu denildiğinde, Ayla Algan'a ayrılmış bir özel yer var. Uzun yıllar Şehir Tiyatrolan'nda oynadı. Şarkı söylemeye de gönül verdi; Paris'te Olimpia'da sahneye çıktı, Altın Orfe Yanşması'nda ödül aldı. Şimdilerde Ekol Drama Sanatevi'nde ders veriyor, ATV'deki Aliye dizisinde büyükanne Refiye'yi oynuyor... Aliye dizisinde oynamaya nasıl karar verdiniz ve neden yan rol olan Refiye karakterini tercih ettiniz? Birkaç dizide oynamak gibi bir şansım yok. Çoğu zaman başrol kabul etmiyorum, çünkü dizilerde oynamaya vaktim olmuyor. Diziye haftada sadece bir iki gün ayırabiliyorum. O da tatil günleri tabii... Dolayısıyla ya bir büyükanne oluyoruz ya bir doktor, avukat. Aliye dizisinde eskiden kalma kıyafetlerle, Chanel papuçlarıyla küçük bir evde oturan ve onun sıkıntılarını yaşayan bir büyükanne rolündeyim. Refiye zengin bir karakter. Hem görüntüsüyle hem de rolüyle. Ayrıca bir oyuncu bunları ne kadar iyi yansıtabilirse rol o kadar derin ve çağrışımlı olur. Izleyici "Ay benim büyükanneme ne kadar benziyor ya da bu büyükanneyi çok sevdim" diyebilmeli. Refiye aynı zamanda neşeli, pozitif ve sıcak bir karakter. Bu duyguları nasıl yansı tıyorsunuz ? Bu karakteri canlandırmak benim için çok keyifli, çünkü günlük hayatımda da her şeye olumlu bakmaya çalışıyorum. Refiye'yi izleyenler de bunu görüyor zaten. Amerika'da yaratıcı drama, sonra normal tiyatro eğitimi aldım. Daha sonra da Şehir Tiyatrosu'nda uzun seneler oyunculuk yaptım. Yani, tiyatro eğitimimin getirmiş olduğu bir birikim sayesin de rolümü iyi oynuyorum. Sizce Aliye'nin tutulmasının nedeni ne? Oynayan oyuncuların hepsi de iyi tiyatrocular, hepsi devlet ve şehir tiyatrola rında uzun yıllar eğitim almış oyuncular. Mesela Sanem Çelik, iki üniversite okumuş, bale eğitimi almış ve Yıldız Kenter'in tiyatro bölümünü bitirmiş. Nejat Işler derseniz yine öyle. Dolayısıyla insanlar diziyi seyrederken tiyatroya gitmiş gibi oluyor. Tiyatro seyrediyormuş hissi yaratıyor. Böyle olduğu için de dizi tutuyor, hatta bir numara oluyor. ERKEK ROLÜ OYNAMAK... Sinema ve tiyatro oyunculuğunuzun yanı sıra bir dönem müzikle de uğraştınız. Çocukluğumda şarlu söylemeyi çok severdim. Dört yaşındayken müziğe ilgim başlamıştı. Bana şarkı söyle dediklerinde utanır, masanın altına girer söylerdim. 15 yıl piyano eğitimi aldım. Ardından tiyatro müzikallerinde şarkı söylemeye başladım. 1971 'de Paris'te Olimpia'da sahneye çıktım. Daha sonra Altın Orfe Şarkı Yanşması'nda ikincilik kazandım ve dün yanın çeşitli ülkelerindeki şarkı yarışmalarında Türkiye'yi temsil ettim. Böyle gelişti müzik. Fakat daha sonra evlendim ve Amerika'ya gittim. Amerika'da öğrenciyken ilk kez sahneye çıktınız ve erkek kılığına girerek "Hamlet"i oynadınız. Zorlanmadınız mı? Hamlet'i oynamak zor tabii ki. Bir defa kadınsınız ve oyunda erkek gibi davranmak zorundasınız. Bu o kadar da ko lay bir şey değil. Ayrıca nefes gerektiren bir şey ve uzun cümleler söylüyorsunuz. Ama ben o kadar da zorlanmadım, çünkü sesim erkek sesi gibi çıkıyormuş zaten. Şimdi de telefonu açtığtm zaman sesimi duyduklarında bana "beyefendi" diyorlar. Bu yüzden bundan sonra da erkek rolü oynayabiürim... Tiyatro sizce televizyonla boy ölçüşebiliyor mu? Oyunculuğun esası, amacı televizyonda zedeleniyor mu? Bugün tiyatro bir iletişim sanatı. Doğ ru ve görsel. Dolayısıyla artık iş adamlarının bile sinerji (beden dili) dersi aldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden oyuncunun yükJendiği sorumluluk seyircısini sadece ağlatmak, güldürmek değil, ona karşı rolümü ne kadar zenginleştirebılırim, seyircimi ne kadar düşündürtebilirim olmalı. Televizyonda çoğu zaman insanı düşündürtmeyen bir sürü dizi, oyun ya da program var ve televizyonda tiyatro niteliğinde bir şey arayanlar da çoğu zaman sinirlenebiliyor. Ama televizyon televizyondur sanat değil ki... Televizyonda niye sanat ararlar bilmiyorum. Aliye dizisinin dışında Ekol Drama Sanatevi'nde eğitmenlik yapıyorsunuz. Evet, bedene ve zihne yoğunlaşma, mekan ve zamanı algılama, denge ve özgüven üzerine dersler veriyorum. Ayrıca tiyatroya gönül veren, resim ya da müzikte yetenekli olan çocuklarımız, gençlerimiz var. Ben de onlara işin pratiğini, eğitimini veriyorum. • Ayla Algan,Aliye'yi izleyenlerin bir televizyon dizisinden çok bir tiyatro izledikleri duygusuna kapıldıklarını düşünüyor. Ona göre başarının nedeni de bu... Fotoğraf: Volkan Doğar Güneşin Çocukları gülmüyor... Sevlm Ak, dört yıl süren bir yolculuğu anlatıyor "Güneşin Çocuklannnda. İşsizliği, depremi, yoksulluğu, eğitimsizliği ve göçü de.. Amacı, Doğu ve Güneydoğu'da yaşananlara dikkat çekmek. Esra Açıkgöz S evim Ak, Doğu Anadolu'ya yapılan 5 yıllık yolculuğun hikâyesini bir kitapta toplamış: Güneşin Çocukları. Anlatılan sadece güzel bir yolculuk değil; çocukların düşleri, acıları, sevinçleri, hayal kırıklıkları, açlıkları... Ak, Can Yayınları'ndan çıkan kitabıyla, "çocuk dünyasından bir bakışla, ülkenin bir bölümünde yaşananlara ve yaşayanlara sırtını dönenleri rahatsız etmek" istiyor. ODTÜ, TEG V, ÎLKYAR ve Özel ODTÜ îlköğretim Okulu'nun birlikte düzenledikleri Gezici Deneyler Projesi'yle çıkılmış yolculuğa. 62 yatılı ilköğretim bölge okulu ve 15 köy okuluna gidilmiş. Okulların eksiklerı tamamlanmış, 700 kitaplı kütüphaneler kurulmuş. Amaç, köy çocuklarına "Sizler de büyük kentlerdeki çocuklar gibi başarabilirsiniz" demek; bilimsel merakı, yaratıcı düşünmeyi, hayal gücünü kamçılamakmış. Ak bu projeyle ilk kez gitmiş Do ğu'ya. "Ama" diyor, "gece yattığımda, köyleri dolanıp çocukJara öyküler okuduğumu düşlerdim. Projenin mimarı Ilkyar Vakfı Başkanı edebiyat etkinliği için beni davet edince koşa koşa gittim, iyiki de gitmişim". Deneyimlerini "sarsıcı" olarak tanımlıyor, "Gittim gördüm, gezdim geldim deyip bir kenara çekilemeyeceğiniz şeyler yaşadık, dinledik" diyor. Ak, geziden önce Doğu'da geleneksel aiJelerde parçalanmışlıldarın çok olmadığını düşünüyormuş. Ta ki çocukları dinleyene kadar. Bunlardan biri de Çiğdem. Anne ve babası şiddetli kavgalarla geçen yılların sonunda boşanınca annesiyleÇorum'a, teyzesinin yanına yerleşmişler. Babası da birkaç ay sonra yeniden evlenmış, yeni doğmuş bir kızı varmış şimdi. Çiğdem, "Babam mıydı eskiden baba dediğim adam, ba ba ne demek hiç algılayamıyorum. Sadece arkadaşlar babam dedikleri zaman gözlerim doluyor, çarşafın altına girip ağlıyorum" diyor, Ak'ın kitabının satırları arasında... 78 yaşındaki çocukların arasında bile hâkim olan cinsiyet aynmı da çok sarsmış Ak'ı, bir erkek çocuğunun kız oldukları için kardeşlerinden utandığını, en büyük dileğinin onların erkek olup okumaları olduğunu söylemesi de. Şimdiye kadar hep çocuk kitapları yazan Ak, bu izlenimlerini yazıp yazmamakta kararsız kalmış. Kendini yazmak konusunda yeterli hissetmemiş. Neden mi? "Çünkü sorun çok büyük tü. Benim birkaç günlük etkinliklerde gördüğümden daha derin yaralar vardı. Ekonomik, siyasi, sosyal yapılar... Bunlara hâkim olmadan oralan, çocukları anlatamayacağımdan çekiniyordum. Ama gidip geldikçe yazmayı bir görev olarakgördüm" diyeyanıtlıyor. Ak, "19841998 arasında çatışmalar yaşanmış, okulların çoğu boşaltılmış ve kışla olarak kullanılmış. Çocuklar yıllarca okullara gitmemişler. Göç yaşanmış. Yaylalara çıkılamadığı için hayvancılık ölmüş. Oradaki çocukları anlayabilmek nasıl bir sosyal hayat yaşadıklarını, ekonomiyi paylaştıkla rını bilmekten geçiyordu" diyor. "Güneşin Çocukları" ismi, Ak'a pek çok şeyi çağrıştırıyor. Mesela, ihmal edümişliği, "Yani bu çocuklar kimsenin değil, güneşin... Bir de oradaki çocuklar tarlalarda çalıştıkları için yüzleri hep güneş yanığıdır, lekeler olur. Hem güneş doğudan yükselir, ilk bu çocukların üzerine doğar. Işte bunlar yüzünden bu ismi seçtim" diye anlatıyor. Ak'ı en çok şaşırtanlardan biri de "Nasıl yaşamak istersiniz?" sorusuna aldığı yanıt. Biri " Yeşillikler içindeki bir kulübede tek başıma" demiş, yani kentte çok yaşlı bir insanın bile zorlukla söyleyebileceği bir cümle kurmuş. Ak'a göre bu yanıtın nedeni "yorgunluk". Mehmet'in yanıtı da bunu doğrular gibi: En çok istediğim, saçlarımın beyazlaması... Şöyle diyor Mehmet: "Okulda çalış, köye gidince evde, işte çalış, evden uzakta kal. Çocukluk ağır... Şimdi hem küçük, hem büyüğüm. Küçüksün derler, istediğimi yaptırmazlar, büyüdün derler, her işe koşarlar. Ah, bir hemencecik büyüyebilsem. Her şey ne kolay olacak!" Kağızman'daki Ceylan'ın anlattıkları da Ak'ı, Doğu'nun yaşamına biraz daha yaklaştırmış. Ceylan'ın hayali polis olmak. "Abla, sen de bilirsin, Doğu'daki insanlar çok baskı görüyor. Bir olay olsa, ilk etapta suçlu diye Doğu doğumlular, esmer tenliler yakalanıyor. Bu beni rahatsız ediyor. Polis teşkilatına girersem, bu köhne anlayışı değiştirmeye çalışırım" diyor. Yolculuğun duraklarından biri Bingöl. Depremin izlerinin taze olduğu günlerde yapılmış yolculuk Ak'a da iç hesaplaşmalar yaşatmış, bu kitabına da yansımış: "Burası bir okul enkazı değil. Televizyon ckranlarının gerisinden izlediğim bir hayal yıkıntısı. Kanal değiştirsem, istemesem, kaybolacak, yok sayılacak. Neden bu kadar yakın, neden bu kadar uzağım?.." •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle