Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 MAYIS 2005 / SAYI 999 \ PAZARIN PENCERESİNDEN Aşkın biyolojisi Selçuk Erez Bir radikal: John Berger on 50 yılın en çarpıcı, en etkin Ingiliz aydınlarından John Berger, en çok 1972'de yayımlanan "Ways Of SeeingGörme Biçımleri" kitabıyla tanınıyor. Oysa Berger, ilk romanı "A Painter In Our TimeGünümüz Ressamı"nı kaleme aldığı 1958'den beri siyasal ve toplumsal yaşamın gündemini oluşturan sürgün ve sınır dışı edilme konularıyla yakından ilgileniyor. Farklı yazınsal türlerdeki yapıtlarında Picasso'dan dünyadaki yoksulluğa, fotoğraf sanatından toprakları ellerinden alınmış köylülerin sefil durumlarına dek uzanan çeşitli konuları ırdeliyor. Şimdi 78 yaşına merdiven dayaması, gençliğindeki yoğun ilgı ve enerjisini azaltmıyor. Berger'in yapıtlarına bir tür saygı niteliğindeki "Ways of TellingAnlatım Biçimleri" adh kitabın yazarı Geoff Dyer, "Aynı dönemde yaşayan Kingsley Amis ya da John Osborne gibi yazarlara baktığınızda gençliklerindeki idealizmden eser kalmadığını, onların huysuz ve mutsuz yaşlılara dönüştüklerini görürsünüz. Oysa Berger yaşıtlarının sağa çark ettikleri o korkunç süreçten uzak durduğu gibi, yaşlı aydınlarda sikça rastlanan o küçümseyici tavırdan da hep kaçındı. Yapıtlarında dile getirdiği tüm o değerlere yaşamı boyunca bağlı kaldığından, yaşamdan keyif alma ve kendini sürekli yenileme yetısini hiç yitirmedi," diyor. Bir romancı, kısa öykücü, John Berger, şu sıralar oyun ve deneme yazarı, fîlm yapımcısı ve ülkesi İngiltere'de. Bu sanat eleştirmeni olarak Berger, kendi yapıtlannı belli kalıplara oturtmaktan oldum dönüş etklnliklerle olası kaçındı. ingiltere'de doğup yetişmekutlanıyor. Marksist sine karşın, özgür bakış açısında hep bir soldan ödün vermeyen Avrupalı duyarlığı ağır bastı. Gel gelelim, Berger kendi ülkesindeki Berger'i en çok mutlu çekiciliğini son zamanlarda giderek yitiriedense İstanbul'da bir yor. Bu, kısmen temsilcisi olduğu Marksist solun eski önemini yitirmesinden, kısmen gecekonduda "Yedincl de Fransa'da yaşıyor olmasından kaynakAdanTı görmesi... lanıyor. Bu dönemde de yazılanna hiç ara Çünkü kitabındaki vermeyen ve dünyada olup bitenlerle ilgilenmeyi sürdüren yazar, şimdi kısa sürelıdeneyim yaşamla ğine de olsa ülkesine dönüş yaptı. 11 Nibuluşmuştu... san'dan beri bir kutlama etkinliğine dönüşen bu dönüş, çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediliyor. "Here Is Where We Meet Buluşma Yerimiz" adıyla Londra'nın çeşitli yerlerinde yapılan kutlama etkinliklerinde Berger'in de katıldığı okuma seansı, panel, konferans, sergi ve film gösterimleri yer alıyor. Eleştirilerinde sürekli kışkırtıcı bir tavır sergileyen ve Marksist bakış açısından hiç ödün vermeyen Berger, 1956'da yazdığı "Günümüz Ressamı"nda aynı yıl çıkan bir ayaklanma sırasında Budapeşte'ye dönen Macar bir göçmenin öyküsünü anlattı. Öykünün kahramanı John, direnişçilere karşı savaşmasına karşın, sonunda hangi tarafa bağlı olduğunu tam olarak bilemediğini itıraf edıyordu. Bu siyasal bakış, dönemin solculannı öylesine öfkelendirdi ki, kitap yayımlanmasından iki hafta sonra toplatıldı. The Observer gazetesi yazarlarından Stephen Spender, "Kitap, toplamakamplarındaki çürümüşlüğü çağnştırıyor. Böylesi bir şey, olsa olsa, Josef Goebbels'in kaleminden çıkabilirdi." yorumunu yaptı. Berger şimdi bu olayı anımsadığında, " Akıl almaz bir şey. Bu kitap Budapeşte, Berlin ve Viyana'daki faşizmden kaçmaya çalışan bir grup Avrupalı göçmenin deneyimlerinden yola çıkılarak yazıldı. Ben Kızıl Ordu tanklarının Avrupa'ya girişini haklı çıkarmaya çalışan biri olarak görülmeye başlandım. Ne gariptir ki, 1968'de tanklar yeniden kol gezmeye başladığında ben, Dubcek taraftarlarına Avrupa'dan destek verildiğini bizzat iletmek üzere Prag'daydım." diyor. S S t. Valentine, ya da Âşıklar gününde gazetelerde, vitrinlerde boy boy kırmızı kalp resimleri yer alır. Benzin istasyonları bile kalp şeklinde balonlarla süslenir. Neden? tnsanoğlunun, duygulann oluşumuna yol açan unsurların kalpte değil de beyinde bulunduğunu kavraması çok uzun zaman almıştır da ondan. Biyoloji bilimleriyle uğraşanlar bunu bilirler ama okul sıraları hattatlarımız hâlâ sevdikleri kızın adını, ortasından ok geçen bir kalp resminin içinde çizmektedirler. Aşkın odağının kalp değil de beyin olması, bu konuda duygu değil mantığın ağır bastığını mı ya da basması gerektiğini mi yansıtır? Hayır, bakın aşk beyinde nasıl oluşuyor, tek bir öpücük için nasıl duvarlar tırmanılıyor, millerce yol gidiliyor: Son yıllarda, bizde MR olarak bilinen (Magnetik Resonans) görüntüleme yoluyla romantik duyguların, cinsel uyarılmalardan farklı bir şeklilde oluştukları anlaşılmıştır. Öğrencilere, sevdiklerinin resmi gösterildiğinde beynin, Dopamin ve Norepinefrin maddesini bağlayan noktaları yani reseptörlerinin çok bulunduğu alanlarında hareketlenmeler görülmüş. Bu maddenin, reseptörlere bağlandığında yol açtığı enerji çoğalması, uykuya ve yiyeceğe ihtiyacın azalması ve dikkatin bir noktaya odaklanması, romantikleşildiğinde gözlenenleri açıklayabilmektedir: Iki insanda birbirine karşı oluşan bu tiir odaklanma, diğer olasılıklar dururken tek bir kışiye yoğun bir şekilde yönelmenin salt evrim biyolojisi açısından düşünüldüğünde belli bir yararı ve mantığı var Ilk kitabıyla ilgili bu deneyımi Berger'i öylesine etkilemişti ki, bir daha kitap yazmak isteyip istemediğinden bile emin değildi. Ancak 1972'de "Görme Biçimleri" ile yazın dun yasına olağanüstü bir dönüş yaptı. Bunu, ona Booker ödülünü kazandıran deneysel romanı " G " izledi. Ödül töreni sırasında Berger'in Booker McConnell'i yerden yere vurduğu zehir zemberek konuşmasıyla yer yerinden oynadı. Berger ödül olarak verilen paranın yarısını "Kara Panterler"e bağışlayacağını bildirdi. Bu firtınalı dönemde Berger sivri tavrından ötürü şimşekleri üzerine çekti. Bu deneyimin yarattığı buruklukla ülkesini terk ederek, Fransa'nın kırsal kesiminde halen yaşadığı yere çekildi. Buna sürgün denmesine de karşı çıktı: "Fransa'ya yerleşmek kendi seçimimdi. Orada yaşadığım sürece sürgünde olanların yaşadıkları türde bir özlem duyduğum ya da acı çektiğim söylenemez." BULUŞMA YERİMİZ... Berger, hakkında yazdığı insanları yeterince tanımadığını ve yoksulluk içindeki köylülerin hayatı konusunda yeterince bilgiye sahip olmadığını "A Seventh ManYedinci Adam" kitabını tamamladığı sırada fark etti. Gerek sağ, gerekse sol kesimden kimileri Berger'in bir köye yerleşmesini solcular arasında son günlerde yaygın olan bir tür özenti olarak değerlendirirlerken o olaya çok daha gerçekçi yaklaşarak, "Oraya gidişimin nedeni yazabilmek için öğrenmek ve başkaları adına konuşmaktansa onların anlattıklarına kulak vermekti," diyor. Berger yapıtlarında kendinden söz etmekten hep kaçındı. Yakınları kimi yazılannda yolculuk arkadaşları olarak zaman zaman karşımıza çıktı. Özyaşamöyküsü yazmayı aklının ucundan bile geçirmiyor. "Kendi yaşamıma odaklanmak bana çok sıkıcı geüyor. Oldum olası içgüdülerime kulak verdim ve onlar da beni bu insanların öyküleriyle buluşturdu" diyor. Berger'in son kitabı "Here Where We Meet Buluşma Yerimiz" ölülerle ilgili bir dizi öyküden oluşuyor. Ölüm yazarın son zamanlarda sıklıkla değindiği ve özellikle de 1995'te yayımlanan "To The WeddingDüğüne" adlı yapıtında çarpıcı bir biçimde ele aldığı bir konu. Ama Berger kendisiyle ilgili bir değerlendirme yapma açısından en uygun yapıtının bugüne dek yazdığı en uzgörülü yapıt olan "The Seventh ManYedinci Adam"ın esas alınması gerektiğine dikkat çekerek, "Yazar olarak beni en çok mutlu eden şey ödül filan değildi. O mutlu anı istan bul'da birkaç arkadaşla birlikte ziyaret ettiğimiz bir gecekondu bölgesinde yaşadım. Çay içip, sohbet ettiğimiz gecekondunun derme çatma raflarında yirmi kadar kitap vardı. Bu kitaplardan biri de 'Yedinci Adam'ın Türkçe çevirisiydi. tşte o anda yazar olmamın benim için ne büyuk bir şans olduğunu düşündüm. O kitaptakı deneyim bir yaşam deneyimine dönüşmüş, kabul görmüştü" diyor. Berger'in birçok yapıtı, bir bakıma yitirdiklerimize de tanıklık ediyor. Berger son zamanlarda yitirilen en temel unsurlardan birinin dayanışma kavramı olduğuna, dayanışmanın bir şeyler elde etmekten çok, yaşamı anlamlı kılan bir özellik olduğuna dikkat çekiyor ve " Yapıtlarımda bunu bulacağınızı umuyorum," diye ekliyor. The Observer'dan çeviren: RİTA URGAN dır: Mesela taş devrinde, insanları bir arada tutan yasal ve sosyal düzenlemeler pek yokken karşı cinsten iki insanın eninde sonunda cinsel birleşmelerine ve oluşabilecek çocuğun ayaklarının üstünde durabılecek duruma varmasına kadar bir arada kalmalarına yarıyor bu karşılıklı yoğun odaklanma... Sadece erkeklik hormonu artması sonucu gerçekleşen cinsel dürtü çoğalması nedeniyle girişilen ve romantik yönü oluşmamış cinsel ilişki, ya geçici oluyor ya da iki kişinin kısa sürede başkalarına yönelmelerine yol açabiliyor. Yavrularını beraber büyütmeyen hayvanlarda birleşmeler bu mekanizma ile sınırlıymış. Cinsel diırtünün hem kadında, hem de erkekte, erkeklik (biraz da kadınlık) hormonlarının beyne etkilerinden kaynaklanarak bizi hareketlendirdiği, böylece dikkatimizin dışa, genellikle karşı cinsten insanlara çevirttiği biliniyor. Çevreye bu dürtüyle bakmağa başladıktan sonra ilgi odağımızın bütün kadınJardan ya da erkeklerden bir tanesine yönelmesi, onda odaklanması ise romantikliğe yol açan mekanızma ile gerçekleşiyor. Bu alevlenme, bu odaklanma, oksitosin ve vasopresin hormonlarının rol oynadıklarıuzun süreli ve birbirinin varlığından huzur duyan, güvenen birlikteliklere de yol açabiliyor ya da bu evreye geçmeyip sona eriyor. Bu ara bir şey daha öğrenilmiş: antidepresan kullanılmasının yol açtığı Serotonin maddesinin artışı, hem romantizm hem de cinsel dürtü mekanizmalarını olumsuz etkilemektedir. Bütün bu bilgilerin biyoloji kitaplarımıza varmalan, gençlerimizin gerçekleri öğrenmeleri kaç zaman alır? En hakiki mürşitin (yani yol göstericinin) bilim olduğu konusunda kuşkusu olan bir yönetim bulunduğuna göre bu uzun sürer! Bu ara, hiç olmazsa çoğu romantik bir ilişki değil, ailelerince bulunmuş kızlarla evlendirilmiş yöneticilerimiz, bunları öğrenince, sıra kendi çocuklarının evlenmelerine geldiğinde bir kuşak öncekilerin işlemiş oldukları hataları tekrarlamayabilirler. Peki bu bilgileri okuldan değil de Cumhuriyet'in dergisinden ya da başka kaynaklardan kapan gençler? Artık sıra kapaklarına, duvarlara sevgililerinin isimlerini yazdıklarında bir kalp değil, içinden ok geçmiş bir beyin resmi çizmeye başlarlar! • En büyiik mutsuzluk? Bir işe yaramama duygusu. Bir hayvan olsaydınız, ne olurdunuz? Koala. Tembelliğini kendimle özdeşleştiriyorum. Mustafa Uğurlu Oyuncu En büyiik hatanız nedir? Yeteneğim olduğuna inandığım alanları es geçmek, resim, müzik gibi... Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey sizce nedir? Herhalde yaşama sevincinin yitirilmesi. Hayattaki en büyiik keyfiniz nedir? Sabahları Türk kahvesiyle sigara tüttürmek. En sevdiğiniz yazar kim? Yaşar Kemal En sevdiğiniz film/yönermen? Çocukluğumun filmi 10 Emir, yakın zamandakilerden ise Züğürt Ağa diyebilirim. Yönetmen olarak da Spielberg ve Ömer Kavur. En büyiik aşk hikâyesi kimlerinki? Ferhat ile Şirin. Sizi en çok güldüren şey nedir? Ağabeyim Ahmet Uğurlu'nun arkadaşlarının beni o sanıp konuşmaları. En çok yaşamak istediğiniz şehir? Istanbul. Yangında kurtaracağuıız ilk üç şey nedir? Canlı olan her şey. Bir hayali kahraman olsaydınız kim olurdunuz? Robin Hood. Sizi en çok tedirgin eden ve en beğendiğiniz özelliğiniz? Vefasızhğım. Duygularımı belli etmem, açık olmam. Sizin için affedilemeyecek hata nedir? Bir canlının hayatına son vermek Sahip olduğunuz en değerli şey? Oğlum. Güncel olaylar içinde yakın zamanda sizi en çok üzen olay nedir? Arka arkaya o kadar çok olay oluyor ki. Tsunamı olayı, savaşlar, bir de sokak çocukları. Dünya gündemindeki ya da hayatınızdaki bir olayı değiştirme şansınız olsaydı, neyi değiştirmek isterdiniz? Dünyadaki haksızlığı kaldırmak isterdim. Bir dengeye oturtmak isterdim Hayata gelirken seçme şansınız olsaydı, ne olmak isterdiniz? Gene sanatla uğraşan biri olurdum. Ya da cerrah. En sık kullandığınız kelime nedir? Hayır. 4