22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 27 MART 2005 / SAYI 992 SARTRE1OOYAŞINDA JeanPaul Sartre varoluşçu felsefe akımıyla 20. yüzyılın düşününü derinlemesine etkileyen ve bu yüzyılın önde gelen figürlerinden biriydi. Filozof, yazar, dramaturg, angaje militandı. Bu yıl Sartre'ın yüzüncü doğum yıldönümü. Filozofun doğum günü Fransa'da ve dünyada çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Akça Zeynep V arolmak yalnızca "burada" bulunmaktır, diye yazmıştı Sartre "Bulantı" adlı romanında. Onun için "varoluşçuluk insancıllıktır (hümanizm)", yani bu felsefe her şeyden önce insanın varoluşu ve bu dünyada bulunma sebebiyle ilgilenır. Varoluşçuluğun çıkış noktası, Dostoyevski'nin "Eğer tanrı yoksa her şey mubahtır" sözüdür. Öyleyse insan özgürdür, bir kere dünya yüzüne geldikten sonra özgürlüğe mahkumdur ki bu özgürlük ancak ölümüyle sona erer ve attığı her adımdan sorumludur, özrü yoktur. Insanın özgürlüğünü dolu dolu yaşaması da ancak, projeler üretip, yaşama tamamen angaje olmasıyla mümkün olur. JeanPaul Sartre, ya da çocukluğunda ailesinin kendisini çağırdığı adıyla "Poulou", 21 Haziran 1905'te Parıs'in 16. bölgesinde doğdu. Bahriye subayı olan babası JeanBaptiste 1906'da ölünce, annesi AnneMarie ve büyükannesi Louise ile büyük babası Charles Schvveitzer tarafından yetiştirildi. Büyükbabası Protestan rahibi olmasına rağmen evde daha çok Katolik bir ortam hâkimdi. Sartre 1915'te Paris'teki Henri IV Lisesi'ne başladı. 1917'de annesi yeniden evlenince La Rochelle'e taşındılar. Bu dönemde Sartre üvey babasıyla çatışmalı bir ilişkiye girdi ve 1920de tekrar Paris'e döndü. 1924'te, dört yıl okuyacağı Paris'in en saygın üniversitesi Ecole Normale Superieure'e yedinci olarak girdi. 1928'de doçentlik sınavını veremedi. Ertesi yıl temmuz ayında Simone de Beauvoir'la tanıştı. Sartre birinci, Beauvoir ikinci olarak doçentlik sınavını geçtiler. Böylece giderek entelektüel çevrelerde bir mit haline gelen ömür boyu sürecek sıra dışı ilişkileri başlamış oldu. Birbirlerinin her zaman en büyük destekçisi oldular, ama evlenmediler, birlikte oturmadılar, zaman zaman Sartre'ın "olumsalcontingent aşklar" dediği geçici ikinci bir ilişkileri oldu. 1929'da Sartre bir meteoroloji istasyonunda 18 ay sürecek olan askerliğine başladı, 193 l'de Havre Lisesi'ne felsefe hocası olarak atandı. Sonra Laon ve Paris'e tayini çıktı. 1933'tebursla Berlin'e gitti ve Husserl'in fenomenolojisiyle tanıştı. 1938'de ilk romanı "Bulantı", 1939'da "Duvar" adlı öykü kitabı basıldı. Savaşın patlak vermesiyle 2 Eylül 1939'da askere alınarak Fransa'nın doğusuna gönderildi. 194041 arası Almanlara esir düştü. Hastane çadırındaki papazlara Heiddegger anlatarak ve askerlerce Noel'de sergilenen "Bariona" adlı bir piyes yazarak geçirdi buradaki vaktini. 1941'de sahte evraklarla serbest bıraluldı, Paris'e döndü ve felsefe öğretmenliğine devam etti. 1943 te büyük felsefi eseri "Varlık ve Hiçlik" ile "Sinekler" piyesiyayımlandı. 1944'te "Gizli Oturum" sahnelendi. Aynı yıl Sartre öğretmenliği bıraktı ve kendini tamamen yazarlığa ve gazeteciliğe adadı. 1945'te Combat ve Figaro gazetelerinin temsilcisi olarak Amerika'ya gönderildi, Temps Modernes dergisini kurdu. Yine 1945'te "Hürrüyetin Yolları"nın ilk iki cildi çıktı. Sonraki yıllarda sırasıy la "MezarsızÖlüler", "Saygılı Yosma", "Kirli Eller" yayımlandı. 1950'den sonra Sartre açıkça politika sahnesinde boy göstermeye başladı. Sovyetler'deki çalışma kampları üzerine bir yazı yazdı, bu sıralarda Kore Savaşı başlamıştı. Komünistlere eleştirel bir bakış açısıyla yanaştı, yeniden Marx okumayakoyuldu. 1952'deCamus'yle bozuştu. 1954'te Sovyetler'e ilk ziyaretini yaptı, 1955'te Çin'e giderek Mao'yugördü. 1956'da Temps Modernes dergisi Cezayir Savaşı'na karşı tavır aldı. Aynı yıl Express dergisine verdiği bir röportajda Sartre Sovyeder'in Macaristan'a müdahalesini kınadığını belirterek komünist partiyle ilişiğini kesti. 1958'de De Gaulle'e karşı tavır aldı ve Cezayir Savaşı'nı protesto eden 121'lermanifestosunuimzaladı. Brezilya'ya yaptığı bir seyahat sırasında Cezayir Kurtuluş Partisi'ne askeri yardım yapmakla mahkemeye çıkarılan Jeanson ve arkadaşlarından yana çıkan bir açıklama yapınca ortalık karıştı. Emekli askerler Champs Elysee'de yürüyüp "Sartre'ı kurşuna dizin!" diye bağırdılar. Yine 1958'de ikinci büyük felsefi eseri "Kritik Aklın Eleştirisi" yayımlandı. 1964'te otobiyografik kitabı "Sözcükler" basıldı ve Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetti. 1967'de Vietnam'daki savaş suçlularını yargılamak üzere kurulan Russell mahkemesine katıldı. Mayıs 68 hareketini destekledi, CohnBendit'le görüşerek Sorbonne'da bir konuşma yaptı. 197172 yıllarında Flaubert üzerine yaptığı üç ciltlik dev araştırması" Ailenin Budalası" yayımlandı. 1973 'te Liberation gazetesini kurdu. Birkaç gün sonra büyük ölçüde görme yeteneğini kaybetti; artık ne okuyabiliyor, ne yazabiliyordu. Yazacaklarını teybe kaydetmek ya da sekreter tutmak gibi hilelere başvurdu, ancak yine de birçok eseri yarım kaldı. 15 Nisan 1980'de Paris'te hayata gözlerini yumdu. VAROLUŞ Varoluşçuluğun temeli "varlık özden önce gelir" fikrinde yatıyor. İnsan "etre poursoi" yani "kendi için varlık"tır. "Kendinde varlık", hep kendisiyle ' karşılaşmaya mahkumken, kendi için varlık yani insan bilinci sürekli değişkendir. Örneğin bir bisiklet yalnızca bisiklettir ve asla ne kendisinin ne de durumunun farkına varabilir. Eskiyince hurda olur ve artık hurda bisikletten başka bir şey değildir. Oysa ben bisikletimi kullanıyorum ve burada ben, ben olmayanım. Yani hem insan olarak kalıp, hem de başlangıçta olmadığım bir şey olan bisiklet sürücüsü konumundayım ve birkaç saniye sonra yine bisiklet sürücüsü olmaktan çıkacağım. Ayrıca bir yandan bisikletimi sürerken, bir yandan da kendimi bambaşka bir durumda düşleyebilirim, mesela az sonra yüzeceğimi düşünerek bundan büyük bir zevk alabilirim. doğrulamakla yükümlüdür. Ama bilinç kendini nesneleştirmeye başladığı zaman kötü niyete başvurmuş olur. Örneğin bir burjuva ya da işçi olarak dünyaya gelmek olumsaldır (contingent), çünkü bu seçümemiştir. Ancak burjuvayı ya da garsonu oynamaya başlarsak o zaman bu kötü niyet olur. Çünkü bu olmak olmadığı halde olmayı oynamış olurum. görüyorlar, öyleyse varım (...) Beni gören... beni var ediyor, ben onun gördüğü gibiyim." Problem şu ki öteki beni arzusuna göre deforme edip, görmek istediği gibi var edebilir. "Gizli Oturum"daki karakterlerin dramı budur, aynaları yoktur ve kendilerini ancak diğerlerinin deforme olmuş aynalarında, başkalarının gözüyle görebilirler. ÖLÜM Sartre için ölüm, özgürlüğün karşıtıdır, bir hiçtir. En berbatı da ötekilerin zaferidir! Çünkü bir kez ölünce ancak diğerleri bizi düşündüğü ölçüde varızdır, buna ne derece varolmak denebilirse. Ölünce artık bir özne olmaktan, dolayısıyla özgür olmaktan çıkarız. Yalnızca diğerlerinin bize biçeceği değere kalmış bir şey, bir kendinde varlık oluruz. Örneğin ölmüş bir yazar kendini eleştirmenlere karşı savunacak durumda değildir. Ötekilerin eline bakarak varolmak gerçek bir varoluş değildir. Dahası öteki de yok olacaktır bir gün. Demek ölmek, kendi ölümüyle bizden kalan varoluş kırıntısı da yok olacak olan başkasında şöyle böyle varolmak oluyor. Ölmek hiçliktir. Ölümde kaygı bile yoktur, çünkü kaygılandırıcı olan özgürlüktür. BAŞKASI Başkasının varlığını ortaya çıkaran bakıştır. Bakış gözlerle sınırlı değildir, çünkü gözlerin arkasında yargılayan bir bilinç (özne) vardır. Önce ben ötekine bakarım, bana bir nesne gibi görünür. Sonra öteki bana bakar ve ben ona bir nesne gibi görünürüm... "Erteleme (Le,, Sursis)"de Sartre şöyle yazar: "Beni ÖZGÜRLÜK Özgürlük, bilincin varlığıyla yani Sartre için "kendi için varlık"la iç içe geçmıştir. Varoluş felsefesi özgürlüğü yalnızca eylem (praksis) olarak değil aynı zamanda düşünce olarak da görür ve onu prensip edinir. Varoluş özgürlüktür ve hatta özgürlükten başka bir şey olamaz. "Varlık ve Hiçlik"te ve romanlarında sürekli söylediği budur: "tnsan özgürlüğe mahkumdur." Özgürlük bir kavram değildir, beni var eden varlığımdır. Özgürlük adlı bu proje, insanın kendi içine kapanmasıyla değil, dışa açdmasıyla gerçekleşir. Sartre için her şey dışarıdadır. Tıpkı özgür olmaya mahkum olduğumuz gibi angaje olmaya da mahkumuzdur. Angaje olmak, istesek de istemesek de bu dünyaya fırlatılıp bir yolculuğa koyulmak, yani özgür olmak, ve gerçekleşsin gerçekleşmesin, yarıda bırakılsın bırakılmasın geleceğe ilişkin projeler iiretmektir. Hiçbir dayatılmış değer olmaksızın özgürüz. Her şeyi yaratmak zorundayız; kendimizi, normları ve hiçbir özür olmaksızın. Özgür insan, davranışlanndan sorumlu olmayı kabul edip insanlığa angaje olmaktır. Desen: HAKAN ÇELİK KAYGI Varoluşçulardaki kaygı öznel bir duyguyu temsil etmiyor, yani anksiyete veya korkuyla kanşurılmamalı. Kaygı, hiçlik karşısında duyulan kaygıdır, özgürlük kaygısıdır, yani öznelliğin özünün ortaya çıkışıdır. Varoluş felsefesinin temel tutkusudur, insanın varoluşunun radıkal deneyidir. Sartre'da kaygı, özgürlük bilincini harekete geçirmek için gerekli bir elemandır. 'KÖTÜ NİYET' (MAUVAISE FOI) "Kötü niyet" her şeyden önce özgürlükten kaçış demektir. Bilincimiz sürekJi dünya yüzündeki konumunu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle