Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 MART 2005 / SAYI 992 ÇÖPÇATAN TV'LER... "Gelinim Olur musun", "Size Anne Diyebilir miyim", "Bir Prens Aranıyor"... Bu yarışma programlarının içeriği : ezeli konu, kadınerkek ve evlilik... Seyirciyi birer röntgenci yapan, kendileri de birer teşhir alanı olan bu programlar geleneklerin taşıyıcısı mı? İzleyici bu programlarda ne buluyor? Işte soruların yanıtları... Seda Akdoğan Sibel Bahçetepe vlilik programlarıyla aramızda aşk ve nefret ilişkisi var. "Ben evleniyorum", "Gelinim olur musun", "Size anne diyebilir miyim", "Bir Prens Aranıyor" adlı, saatlerce süren canlı yayınlar izlenme rekorları kırıyor. Hatta bu rekor, AB'yle müzakerelere başlama tarihinin belli olduğu 17 Aralık zirvesinde bir kere daha sınandı. Kaybeden AB'nin müzakereleri oldu. Onca ilgiye rağmen en çok protesto edilen, eleştirilen programlar da bunlar... Gecelerle de sınırlı kalmıyor evlilik programları, gündüzlerimize de sarkıyor. "Evin içindeki" kavgalar bütün sabah programlarına tartışma hammaddesi sağlıyor. Program yetmiyormuş gibi bu kez de "taraftar kavgaları" izleniyor. Programlarda ünlü olanlar soluğu ÎMÇ'de alıyor, Tülin'le Caner'in "hastaeden" ilişkileri gündemde kalmayı sürdürüyor. Oidipus ya da Elektra kompleksleri, kaynana gelin ilişkisinin kökeni, ailenin kapitalizmle ilişkisi değil elbette tartışmaların konuları. Üstelik çoğunluk bu programlarm evlilik kurumuna ve geleneklere zarar verdiği düşüncesinde birleşiyor. Bu da protestoların temelini oluşturuyor. Bir protesto grubunun kendisine seçtiği slogan ise: "Türkiye bunu hak etmiyor". Peki bu tip insanlar yaşadığımız çevrede, yan komşumuzda, ailemizde yok mu? insanlar "Semranım"da kendilerini gördükleri için mi rahatsız oluyor? Bu sorular sadece televizyon ve popüler kültür uzmanlarının ilgi alanına girmiyor, toplum bilimciler ile psikologların da bu programlara dair söyleyecekleri var. Işte düşündükleri: İkiyüzlü bir haz Geleneksel yapıyı bozar gibi görünse de aslında yeniden üreten bu programlara Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Nazlı Ökten'den de şöyle bir yanıt geliyor: "Gelinli kaynanalı programlar toplumun muhafazakâr değerlerini pekiştiriyor. Orneğin kadının ev içindeki konumu, namus, gelinkaynana gerilimi gibi durumların tekrar gündeme gelmesinin sağlıyor." Ökten'e göre bu programları seyredenler "ikiyüzlü bir haz" yaşıyorlar. Ökten, bu konudaki düşüncelerini şöyle özetliyor: "însanlar bunları izlerken haz da alıyorlar. Aslında bu programlar geçmişten gelen gelenekleri de destekliyor. Çünkü programların formatı görücü usulü ile evliliklere benziyor. Evet, bu programlar belli bir aşamaya kadar etkili, ama izleyici, yine de gerçek yaşamda kendi hayatına daha yakın insanla evleniyor." Reality show'lar ve kapkaç... Doç. Dr. Neşe Kars Istanbul Üniversitesi Raciyo Televizyon Sinema Bölümü Oğretim üycsi. Televizyon programlarının büyük bölümünü gasp, kapkaç gibi suçların yaratıcısı olarak görüyor. "Eskiden reality şovlar vardı, bugünün gasp, kapkaç gibi suçları bu tarz programların etkisiyle oluştu. Bu programlar devam ederse ileriyi düşünemeyen, algılayamayan insanlar ortaya çıkar" diyor. Kars'a göre bu programlar "eşitleyici bir rol" üstleniyor. Bu kadar çok izlenmelerinin de nedeni bu, insanlar eşitlikçi gördükleri programları izlemeyi seviyor. Peki, onca kavgaya rağmen niye televizyonun düğmesine bakılıp kapatılmıyor? Kars'a göre bu sorunun yanıtı merak duygusunda gizli. "Seyirci bu programları merak dürtüsünden dolayı izliyor, yapımcılar da merakı yüksek tutmak için kavgaları teşvik ediyor, hatta bir yöntem olarak kavgaya başvuruyor" diyor. Kars'ın bu programlarla baş etme önerisi reklam verenleri hedef alıyor. "Reklam verenlerin bu programlardan elini çekip kaliteli programları desteklemeleri halinde, bu programlar kendi kendini imha edecektir" diyor. E En büyük görev ailenin Uzman psikolog Çiğdem Demirsoy'a göre ise en önemli görev ailelere düşüyor. Demirsoy, "Ailelerin bu kötü örneklerden yararlanıp çocuklarına iyileri sunması gerekiyor. Toplumun büyük kısmı bu programlara eleştirel gözle bakıyorlar, ama ne onlar ne de yayıncılar kendilerini izlemekten alıkoyamıyorlar" diyor. Evlilikten soğutuyor Sosyoloji Derneği Başkanı Birsen Gökçe'nin düşüncesi ise bu tür programların evlilik kurumunu olumsuz etkilediği yönünde. Bir kuşağın programlar nedeniyle yara aldığını dile getiren Gökçe'ye göre, bu tip programlar mahalle kavgalarından farksız: "Evlilik başlı başına bir sosyalleşme sürecidir. Burada yaşanan olaylar kavgalar, bilgisiz kişilerin konuşması. Bu da kışiliği tam oturmamış gençlerin evliliğe bakış açılarını olumsuz yönde etkiliyor." Gökçe, kadın ve erkeklerın yıkıcı mesajlar veren bu programlardan etkilenerek evliliğe sıcak bakmadığını ve evliliğin bir sorun olarak algılanmaya başladığını düşünüyor. "Bunların yanında hayatın ve işsizliğin getirdiği sorunlarla evlilik problemi ciddileşiyor" diyor. PAZARIN PENCERESİNDEN Olmuyor Matmazel Varusyan! Selçuk Erez n altı Mart'ta Haldun Taner'in doksanıncı doğum yıldönümü kutlandı. Yazılarıyla, tiyatro oyunlarıyla kültürümüzü zenginleştirmiş olan Taner her gün anılmaya değer çok önemli bir yurtdaşımızdı. Haldun Bey'in doğum gününde onun, epik tiyatro teorisini geliştirmiş olan Bertolt Brecht'in doğumunun yetmiş beşinci yıldönümünde söyledikleri geliyor akla. Niçin? Çünkü Taner, aynı zamanda dünya epik tiyatro literatürüne özgün yorumuyla anlamlı katkılarda bulunmuş bir yazarımızdır da ondan. Taner ne demişti bu anma yazısında? "Brecht'in Epik tiyatrosu, dramatik tiyatro geleneğinden hem şekil, hem öz bakımından ayrıldı... Tiyatro kaderciliği savunmamah, tersine, kader diye bir şey bulunmadığını, sadece insanlar tarafından değiştırilebilecek bir takımkoşullar, durumlar olduğunu öğretmelidir. Bu O durumlan değiştirebilmek için önce bu durumları olağan bulmamak gerekir. Brecht'e göre tiyatro, seyircide bu tenkit bilincini uyandırdığı vakit ödevini yapmış olacakur." Taner'in tiyatrosunu incelemiş olan Ayşegül Yüksel, Taner'in epik oyunlarına "Keşanlı Ali Destanı" ile başladığını, Brecht'in Avrupa ve Amerika seyircisine benimsetmek için onca zorluk çektiği epik yöntemi,Taner'in,Türk seyircisine bir gecede benimsettiğini anlatmıştır. ÇünküTaner, Brecht'in epik tiyatrosu için kullandığı öğelere, bizim geleneksel tiyatromuzun elemanlarını da katmıştır da ondan. Taner, Keşanlı Ali'de halk tiyatrosunun özelliklerinden yararlanarak önemli bir sorunu gündeme getirmişti: Otoriteye bağımlılık... Haldun Taner bu oyunda, köyden şehre göçü ve bununla birlikte ortaya çıkan Haldun Taner. sosyal çelişkileri anlatmıştı: Bir gecekondu mahallesi... Başkasının işlediği cinayetle hapse giren ve istemeden kabadayı olan Keşanlı Ali, hapisten çıkınca her türlü haraç ve rüşvetten bıkan mahallelinin kurtarıcı umudu olur. Ancak onun da değiştirebileceği pek bir şey yoktur. Keşanlı Ali'de, gecekondu ortamında kendilerine bir kahraman miti yaratmak isteyenler yerinde bir yoruma görehalkımızı temsil ediyordu. Taner'in bu oyunu yazdığı günden bu yana geçen kırk yıl içinde bu açıdan bir şey değişti mi? Hâlâ bir süre hapse girdiği için kahraman sayılanlardan medet ummuyor muyuz? Ufaklı büyüklü partilerimizin başına oturttuklarımızı kurtancı ilan edip başarısızlıklarına rağmen ebediyen o mevkilerde tutmuyor muyuz? Taner, bu gün, sadece kültürümüze katkılarıyla, böyle bir yazarı olan bir ülkenin yurtdaşı olduğumuz için övünmemıze yol açtığı için değil, üç beş Haldun Taner daha yetiştirebilecek bir düzeye varıp varmadığımızı anlayabileceğimiz bir "ayraç" olduğu için de önemlidir : Uygarlaşıyor muyuz? Hâlâ yapay kahramanlar yaratıp bunlardan medet umuyor muyuz? Oyunlarında bizi uyandırıp sorgulamamızı istedikleri bugün de yürürlükte oldukça bu sorulara olumlu bir cevap veremeyiz! Doğumundan doksan, onu kaybettiğimiz yıldan bu yana da on dokuz yıl geçti. Ancak ben her sabah haberleri izlediğimde ülkeme yakıştıramadığım olaylara, zevksizliklere, hele hele bu ülkeyi yönetenlerin günaşırı "Bakın ne büyük bir hızla kalkmıyoruz!" dediklerine şahit olduğumda Taner'in bize, bir öyküsünde piyano hocasını konuşturduğu gibi seslendiğini duyar gibi olurum: Bu öyküde, öğrenci, vazifesini çalıp bitirince öğretmen hemen ayağa kalkmış, odayı arşınlamaya baslamıştır.. Non, ça ne va pas Mademoiselle Varusyan. Olmuyor! Double corde'lar iç eyi degil. Et vos staccatos? Oh mon Dieu, mon Dieu... Em siz çaldiniz, presto vivace çok yavas... Yok efendim böyle çalmak. Vivace, vous comprenez, ViVaCe, yaniyakim canli, daha canli, çok canli! •