01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 MART 2005 / SAYI 992 Veganla anarşi buluşunca Sokak hayvanları... U mut, bir vegan ve aynı zamanda anarşist. www.veganarsi.cjb.net'in kurucusu. Veganarşi, bir grup ya da örgüt değil, kişisel bir hareket. Ancak "bazı kişilerin eleştiriye açık olmaması" nedeniyle soyadını ve fotoğrafını vermek istemiyor. Çünkü daha önce tehdit almış, dayak yemiş. Diğer bir kaygısı da, Türkiye'de Kurban bayramında yapılan bazı yazılama, pankart asma, kasap dükkanı taşlama, tehdit bildirileri ve deri dükkanı kilitlerinin zamklanması gibi eylemlerin üstüne kalması. Önce vejetaryen olmuş, sonra da vegan, "Çünkü bugün et ve diğer hayvan yan cndüstrileri, hayvanları ışkencelerden geçirerek, doğal ortamlanndan koparıp insana bağımlılaştırıyor. Türlerine geri dönüşü olmayan müdahaleler yaparak tahakküm mekanizmalarını tüm doğaya yaymaya çalışıyor. Veganlık benim için bu sistemden arınma biçimi" diyor. B akırköy Belediyesi Veteriner îşleri Müdürlüğü Sokak Hayvanlarını Rehabilitasyon Mcrkezi'nde çalışıyor Özlem Yağan. Veterinerlik, çocukluğundan beri istediği meslek. Şu anda 500 köpeğin bakıldığı merkezde, yakalama ekibinde çalışıyor. Merkezde, sokak hayvanları aşılanıp, kısırlaştırılıp tekrar sokağa bırakılıyor. Buradaki bütün hizmetler ücretsiz. tsteyenlere de ücretsiz hayvan veriliyor. Yağan, Hayvanları Koruma Kanunu'nu iyı bir adım olarak niteliyor, "Şimdi yeterli olmasa da, 45 yıl sonra insanlar ceza almaktan korkııp hayvanlara zarar veremeyecelder. Ama hayvan severler yasalanna sahip çıkmalı. Yıllardır Türkiye'de özellikle büyük şehirlerde sokak hayvanları ile 'mücadele' ediliyor. Ama hep itlaf gibi yanlış yöntemlerle. Insanlar hâlâ hayvanlarla yaşamak zorun da oldukları gerçeğini kabullenemediler. Kulağı kesik yavru köpekler, yan yanmış kediler geliyor merkeze. Belli ki bunlar insanlar tarafından yapılmış. Merkezde çok fazla cins hayvan var, yaşlandığı, katarat olduğu için hayvanlarını sokağa atıyorlar. Bir hevesle ahp, sonra umursamıyorlar" diyor. Yağan, her belediyenin sokak hayvanı merkezi olması gerektiğini, bunun vatandaşlık hakkı olduğunu düşünüyor. Singer ve Hayvanların Özgürleşmesi H Bütünü gözden kaçırmayın V Ben Pako'nun insanıyım P ako. Hayvan haklarının • sembolü. Hürriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun ise onun "insanı". Coşkun'un haftada iki gün Pako olup yazdığı yazılar, çok ilgi uyandırdı, hatta kampanyalara dönüştü. Pako'nun ölümü, bütün Türkiye'yi üzdü. Öyle ki, cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri bile baş sağlığı mesajları yolladı. Mezarında haftalarca mumlar yakıldı. Coşkun doğduğundan beri hayvanlarla yaşıyormuş, babası köpek, kedi, ceylan, kuş, at beslermiş, ama onun bir hayvanı besleyip seveyim diye bir tutkusu olmamış. Ta ki bir av sırasında "gaflet"le bir angıt kuşunu vuruncaya kadar, "Erkeği vurulunca dişisi gökyüzünde daireler çizip bağırmaya başladı. Meğerse, angıt kuşları eşlerini kaybedince onu asla terk etmezmiş. Bu benim için bir şoktu. Bununla ilgili bir yazı yazdım. O kuştan özürdü bu". Pako ile de tam bu sırada tanışmış, "Aldığımda çok küçüktü. Günlerce annesini, kardeşini aradı, ağladı. Ilk defa o zaman köpek rolü oynamaya, kardeşinin taklidini yapmaya başladım. Sonra da gençlere, çocuklara ulaşmak için onun dilinden yazılar yazmaya". Böylece haftada iki gün Pako olmuş Coşkun. "Pako benim köpeğim değildi, ben onun insanıydım" diyor, "O yazılar kolektif düşüncenin ürünüydü, benim, Pako'nun ve ona gelen mektuplar, fakslar ve çocukların söyledikleri... Beni en çok şaşırtan öldüğünde telefonların kilitlenmesiydi." ictor Ananias, vegan. Yani süt ve yumurta da dahil hiçbir hayvansal üriin kullanmıyor. Almanya'da doğmuş. Babası Şilili, annesi Türk. Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi'nin sahibi. Ailesi, annesinin sağlık sorunu nedeniyle yaşamlarını basitleştirme arayışına girmiş. Veganlık da, bu arayışta varılan bir yaşam tarzı. 6 yıl Almanya'da izole bir köyde yaşamışlar. O yüzden de bir başka beslenme şekli olabileceğini düşünmemiş hiç. Ta ki Ege'de bir köye yerleşinceye kadar, "Tek odalı bir evde ateşte yemek pişirip, kuyudan su çeker, değirmende un öğütürdük. Çevre ve beslenmenin, insan ya da hayvan haklarının ayrıca sorgulanmadığı bir yaşamdı. Çünkü böyle bir sorun yoktu. Dığer çocuklarla iletişim kurdukça farklı beslenme tarzları olduğunu gördüm. Yine de hayvan tatlarına özenmedim, eksiklık hissetmedim". Ananias 34 yaşında. Sadece birkaç kere tatmak için, zorlamayla ya da yanlışjıkla hayvansal ürün almış, ancak hoşuna gitmemiş. Duygusal olarak da kendini iyi hissetmemiş. Veganlığın kendisini güçlü kıldığını söylüyor, çünkü böylece hem yaşam felsefesini davranışa dönüştürüyor, hem de yaşamını başkalarına acı çektirmeden sürdürüyor. Doğal ortamında yetışmiş bir hayvanın sütünden, yumurtasından yararlanmayı yanlış bulmuyor, Ananias. "Ancak" diyor, "öldürmek için hayvan yetiştirmek bana saçma geliyor. Onlar da bizden çok farklı değil, kavrama yetenekleri az, konuşamıyor olabilirler, ama beyne, kaçma ıçgüdüsüne sahip, acı çeken varlıklar. Bugün onları süt, yumurta fabrikası haline getirdık. Bunları tüketerek, desteklemek istemiyorum. İnsan hayvan üzerinden çıkar elde ettiği sürece, hayvan hakları her öğünde ıhlal edılecek. Başını okşadığınız, size sokulan bir hayvanın haklarını savunmak kolay. Ama korkulan bir yılanın, iğrenilen bir böceğin de ekolojik denge içinde bir görevi, yeri olduğunu unutmamalıyız". Ananias'a göre Anadolu kırsalında yaşayanların, Şamanizm ya da sonradan seçtikleri inançları ve ahlaki dokuları gereği, hayvanlarla ve doğanın diğer varlıklarıyla çok dengeü ilişkileri var, "Mesela, Yörükler bir hayvanı öldüreceklerse onun küından tırnağına kadar her şeyinden yararlanırlar" diyor. Hayvan haklarının en çok çiğnendiği yerin, sokaklardan önce mutfaklar, süpermarketler, alışveriş merkezleri olduğunu düşünüyor. Yine de konuya haklar açısından yaklaşmıyor, "Hayatta değişmeyen tek şey, doğadaki yaşamsal bütünlüğe bakarak, o bütünü gözden kaçırmadan karar vermeyi öğrenmek. Yoksa birinin hakkını korumaya çalışırken birilerini yeriz" diyor. Hayvanlara düşkün değilim H ayrullah Ooğan, on yıldır çevirmenlik yapıyor. Son çevirdiği kitap Peter Singer'ın "Hayvan Özgürleşmesi". Kitabın Doğan için ayrı bir önemi var, çünkü o da Singer gibi düşünüyor. 6 yıl önce vejetaryan olmaya karar vermiş. Tek gerekçesi hayvanların öldürülmesi de değil "Modcrn hayvancılıkta hayvanlar tam anlamıyla makine olarak görülüyor ve hayatlarının her anında acı çekiyorlar" diyor. Bir de saptaması var, erkekler aşırı hassas ve yufka yürekli görünmekten korktukJan için vejetaryen olma kararını alırken kadınlardan daha çok zorlanıyorlar. Doğan'la vejetaryenlik ve çevirdiği kitap üzerine konuştuk. Hayvan Özgürleşmesi'nin çevirisini yaptna flkri nasıl gelişti? Vejetaryen olmaya karar verdikten sonra o sıralar, Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi'nde konuyla ilgili tek kitap olan Hayvan Ozgürleşmesi'ni okumuştum. Ayrıntı Yayınlan'nın hayvan haklarıyla ilgili bir kitap yayımlamayı planladığını öğrenince bu kitabı önerdim ve çeviri işini de üstlendim. Türkçe'de hayvan haklarıyla ilgili yayın yok denecek kadar az. Dünya genelinde bu konuda çok canlı bir tartışma var, ama Türkiye bu tartışmaya çok yabancı kalıyor. Bu yüzden de hayvanlara uygulanan zulümler hiçbir engelle karşılaşmadan sürüp gidiyor. Et yiyen hiç kimse bu konuya yabancı kalamaz, ki bu da Türkiye'de yaşayanların tamamına yakını demek. Hayvanlar hissetme yetisine sahip varlıklar, onları öldürüyorsamz hiç değilse bunu açıklamaya çalışmanız gerekir. Türkiye için düşünüldiiğünde kitaptaki bilgiler ne kadar geçerli? Hayvan araşörmaları, sınai çiftlikler... Batı'ya kıyasla çok daha az deney yapılıyor, ama yapılanlar kitapta anlatılanlardan çok farklı değil. Yaptığınız işe bilimsel bir görünüm verdikten sonra hayvanlara ıstediğiniz her türlü acıyı çektirebilirsiniz. Hayvanların kaderi, tamamıyla araşürmacının insafına kalımş. Hayvancılık konusunda da, Türkiye'de tavuk çiftliklerindeki uygulamalar hemen hemen aynı. Hayvan çiftliklerındeki, mezbahalardaki koşullar araştırıldığında sadece hijyen ve insan sağlığı boyutuyla ilgileniüyor. Bu konuda hayvanların da bir taraf olduğunu söylemek zorunda kalmak bile gülünç geliyor, bana. Singer bu uygulamaları hayvanlara yaklaşımımızdaki etik sorunu sergileyen örnekler olarak kullanıyor. Hayvan haklarıyla ilgilenmeye nasıl başladınız? Vejetaryen olmaya karar verdiğimde. Hayvanlara özel bir düşkünlüğüm yok asknda. Ben de pek çok kişi gibi kedileri ve köpekleri severim; fare, hamam böceği gibi hayvanlardan hoşlanmam. Ama bunu etik bir mesele olarak görmek zorundayız. Başkalarına mümkün olduğunca az zarar vererek yaşamak isüyorsak, hissetme yetisine sahip varlıklar olan hayvanları da bu kategorinin dışında tutamayız. ayvan Özgürleşmesi, Felsefeci Peter Singer'ın en çok okunan kitabı. Ilk defa 1975 yılında yayımlanan kitap, geçen hafta Ayrıntı Yayınlan'ndan çıktı. Kitap, "insan dışı hayvanlara" nasıl davranılması gerektiğini sorguluyor. Bunu yaparken de, şu andaki uygulamalardan örnekler veriyor, bunların ardında yatan önyargıları açığa çıkarıyor. Kitapta anlatılan evciller değil dc, soframızda yemek olan, deneylerde öldürülen hayvanlar. Singer'a göre hayvanlara yapılan zorbalık "Beyaz insanların yüzyıllarca siyahlara uyguladığı zorbalığın yol açtığı acıyla kıyaslanabilecek kadar büyük". Hayvanların özgürleşmesi isteğini ise "farklı varlıkların eşit derecede önemsenmesi" düşüncesine dayandırıyor. Burada geçerli olan kriter, acı çekmek. Onun amacı da, "acı ve mutsuzluğu sona erdirmek". Yoksa hayvanlara özel bir "ilgi" duymuyor ya da onları "sevmiyor". Sadece onlara, hissetme yeteneğine sahip bağımsız varlıklar olarak davranümasını istiyor. Aksi durumda yapılanı "türcülük" olarak tanımlıyor. "Bu, bir kişinin kendi biyolojik türünün çıkarları lehine ve diğer biyolojik türlerin çıkarları aleyhine, önyargılı ya da yanlı davranmasıdır" diyor ve soruyor: "Daha zeki olmak bir insana başka insanları, kendi amaçları doğrultusunda kullanma hakkı vermiyorsa, nasıl olur da insanlara insan olmayanları sömürme hakkı verebilir?" Türcülükten kaçınmanın yolu ise, "Benzer varlıkların benzer bir yaşama hakkına sahip olduğunu ve sırf bizim biyolojik türümüze üye olmanın yaşama hakkı konusunda ahlaksal bir ölçüt olarak tek başına yeterli olamayacağını kabul etmek". Kitapta, türcülük iki örnekle sergileniyor, yazar "Birinci uygulama (hayvanlar üzerinde yürütülen deneyler) bizim oylarımızla işbaşına gelen hükümetler tarafından destekleniyor ve büyük ölçüde bizim vergilerimiz kullanılarak gerçekleştiriliyor. îkinci uygulama (gıda üretmek için hayvan beslemek), insanların çoğunluğu ürünlerini satın almasa ve yemese mümkün olamazdı" diyor. Kitapta, hayvanlara karşı uygulamalarla ilgili bazı örnekler de var. Bu uygulamalardan biri hayvanların araştırmalarda kullanılması. Araştırmacıların başında da silahlı kuvvetler geliyor, radyasyona maruz kalabilecek bir pilotun ne kadar daha uçak sürebileceğini anlamak için maymunlara radyasyon, elektrik şoku veriknesi; virüslerin etkilerinin köpekler üzerinde araştırılması gibi... Hayvanlar üzerinde yapılan psikolojik deneylerin sayısı da, zararı da diğerlerinden az değil. Tıpkı Harlow ve Suomi adlı araştırmacıların "bebeklere canavarca davranacak gerçek bir anne maymun yaratılması" araştırması gibi... Bu deney için dişi maymunlar tecrit altında tutulmuş. Daha sonra erkek maymunlar içeri alınmış. Dişi maymunlar cinsel ilişkiye girmeyi reddedince "Tecavüz askısı" adı verilen bir teknik kullanılmış, erkek maymunların tecavüz etmeleri ve dişilerin hamile kalmaları sağlanmış. Doğumdan sonra dişi maymunların bebeklerini görmezden geldikleri sonucuna ulaşılmış, ama hepsi bu değil, araştırmacılar gözlemlerini "Kimi maymunlar acunasız ve öldürücüydü. En sevdikleri numaralardan biri dişleriyle bebeğin kafatasını kırmaktı. Ama en mide bulandırıcı davranış bebeğin yüzünü yere çarpmaları ve ileri geri sürtmeleriydi" diye aktarıyorlar. Kitapta işlenen diğer bir konu ise, sınai çiftliklerindeki hayvanlar. Yumurtadan yeni çıkmış civcivlerle ilgili uygulamalar örnek veriliyor. Erkek ve dişiler "civciv ayıklayıcı" ile birbirinden aynlıyor, hiçbir ticari değeri olmayan erkek civcivler atılıyor. Bazı şirketler bu küçük kuşları zehirli gazla öldürüyor; ama çoğu canlı canlı plastik fıçılara dolduruluyor ve üzerlerine atılan diğer civcivlerin ağırlığtyla boğularak ölüyor. Bazı yerlerde de canlı canlı kıyılıyor ve kız kardeşlerine verilecek yemlere karıştırılıyorlar. Türkiye'de yaygın olan sığır besleyiciliği de örnek olarak verilmiş, sığırların boynuzlarının kesildiği, damgalanıp, iğdiş edildikleri anlatılıyor. Çünkü boynuzlar, hayvaniarın et/erinin berelenmesine ve derilerinin zarar görmesine yol açıyor ve kârı azaltıyor. Ne var ki, boynuzlar da hissiz kemiklerden ibaret değil.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle