Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 13 MART 2005 / SAYI 990 Size patron diyebilir miyim? Volkan Aran ayat yarışla başlıyor. Her ne kadar son dönemdeki bilimsel araştırmalar bazı spermlerin yarışta yer almadıklarını iddia etse de en azından bir kisım yine de milyonlarca sperm hücresinden en hızlısı, en atik olanı tüm engelleri aşıp yumurtayı döllüyor ve embriyo ana rahmindeki serüvenine başlıyor. Peki, ya kendi olmaktan ve bağımsızlığından vazgeçip başka bir şeye, bir embriyoya dönüşme kararı veren bu spermin yarışçı karakteri insana yansımak zorunda mı? Yani insan hayatı yarışla sürmek zorunda mı? Danvin'den sonra doğanın, tesadüfi bir varoluşlar bütünü değil, üstün olanların hayatlarını sürdürdükleri, yeni koşullara adapte olamayanların ise silindikleri bir yaşam alanı olduğunu biliyoruz. Ama eğer insan türünden bahsedeceksek, artık doğayı ve dünyayı kullanabilen, değiştirebilen insanın, herhangi bir mutasyon geçirmeden bu haliyle ve yarışmaya girmeden hayatta kalabilmesi mümkün değil mi? Mümkiin olup olmadığı hakkında görüşleri iletmeden öncc en doğal yarışta H faaliyetin olduğu her yerde çoğu gereksiz ve faydasız rekabetlerin içine sürükleniyor. Bundan ne kadar zevk alınıyor bilinmez, ama eğer yoksulluk sınırıyla ilgisi olmayan bu yarışlarda aktif olarak bulunmak istenmezse görsel medya başka seçenekler de seçenek demek ne kadar doğruysa sunuyor. Hatta "Biri Bizi Gözetliyor"la başlayıp, "Popstar"la devameden, "GelinimOlurmusun?", "Size Anne Diyebilir miyim?" yarışmalarıyla biraz daha saçmalanan programlardan sıkılanlar için yepyeni bir yarışma programı geliyor: Çırak, orijinal adıyla "The Apprentice". Yarışmalardan usanmıyoruz. Bu ay başlayacak yarışma ise müyonların "zenginlik" düşlerini karşılayacak. Yanşmanın adı Çırak. Yarışmaya katılmak için 30 bin kişi başvurdu. Yani kıyasıya bir rekabete tanık olacağız yine... Yoksulluk sınırındaki 27 milyona ve işsiz milyonlarca insana duyurulur... Anadolu Grubu tcra Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan "Çırak"ın hem yönetimini üstleniyor, hem de yanşmayı kazananı 15 milyar lira aylıkla yanında işe alacak... BU ÇIRAK BAŞKA ÇIRAK... Amerika'da zengin işadamı, emlakçi Donald Trump'un, yapımcı Mark Burnett ile icat ettiği ve şirketlerinden birinin başına getirmek için işe alacağı elemanı seçmeyi bir tür televizyon yarışmasına çevirdiği bu program neredeyse her yarışma programı gibi hatta daha fazlailgi çekince şimdi dünyaya pazarlanıyor. Amerika'da NBC'de yayımlanan ilk seriyi kazanan çırak, şu anda yıllık 250.000 Japonya'ntn kalkınmasını sağlayan Dr. Detning rekabet ve çatışma yaratan değerlendirme sistemlerini ortadan kaldırmayı öneriyordu. Oysa bugün kalabalıklann gözünü diktikleri yarışmalar rekabete dayanıyor... ki, hayatta kalma mücadelesindeki son durumu bildirelim. Ülkemizde açlık sınırının altında yaşayanların sayısı resmi istatistiklere göre bir milyon dolayında. Bununla birlikte yoksulluk sınırının altında yaşayan ve Türkiye nüfusunun yüzde 26.96'sını oluşturan yirmi milyona yakın insanın asgari ihtiyaçlarını temin etme çabası düşünülürse nüfusun üçte birine yakınının zaten zorunlu bir yarış içinde bulunması gerektiği açık. Peki niifusumuzun geri kalanı ne yapıyor? Görünen o ki geri kalan nüfus, asgari şartlar üzerindeki koşullara ulaşmak için bir araba, bir ev, çocukları için iyi bir eğitim çalışmakla birlikte bir yandan da hayatta kalmak için kullanmasına gerek kalmayan enerjiyı kendine yapay yarışmalar icat ederek tüketiyor. Bu yapay yarışmaların içinde ya taraf olarak ya da seyirci kalarak hayattaki varlığını ispat etmeye çabalıyor. Iş hayatında, eğitimde, politikada, sporda, hatta neredeyse bir dolar (yani aylık 30 milyar TL'ye yakın) maaşla Trump Tower Tampa'nın ve Manhattan'daki büyük bir inşaatın yapımında ve finansal yönetiminde çalışıyor. Türkiye'de de bu ay başlayacak ve yaklaşık 30 bin kişinin CV'sini göndererek başvurduğu "Çırak" yarışmasında ekran karşısında 14 hafta boyunca yarışacak 20 kişi geçen hafta belirlendi. Her hafta bir kişinin "kovulacağı" bu yarışmada kazanan, Anadolu Grubu Icra Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan'ın yanında 15 milyar maaşla göreve başlayacak. Biz bu programın daha doğrusu bu uzun ve acımasız iş mülakatının formatını bir kenara bırakalım ve insanları yarışmaya davet eden, neredeyse hayatı bir yarıştan ibaret gören bu düşüncenin muhaliflerinin sözlerine de kulak verelim. Japon mucizesini yaratan hareketin fikir liderlerinden ve W. Edwards Deming'in bireysel rekabet konusunda farklı görüşleri vardı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Japon Bilim Adamları ve Mühendisleri Birliği'nin (JUSE) davetlisi olarak bir dizi seminer vermek için Japonya'ya giden Dr. Deming, sonraları toplam kalite yönetimi adı altında tüm dünya iş âlemini etkisi altına alacak modelin de kurucuları arasında sayılmıştı. Deming 14 madde halinde özetlediği prensiplerini aktarırken "Şirket içi rekabeti ortadan kaldırın ve organizasyon içinde işbirliğine dayalı bir sistem kurun" diyordu. Dahası "Sayısal hedefleri, sayısal kotaları ve hedeflerle yönetimi kaldırın. Yerine liderliği koyun" diye ekliyordu "insanları işlerinden zevk almaktan mahrum eden engelleri ortadan kaldırın. Bu da, insanları sıralamaya sokan, rekabet ve çatışma yaratan değerleme sistemlerini ya da liyakat sistemlerini lağvetmek demektir". Deming bu maddelerin başına bir de not eklemişti: "Tüm bu on dört maddenin ortak tek amacı; insanların neşeyle çalışmalarını mümkün kılmaktır." Bu neşe belli ki sadece çalışanların mutluluğunu sağlamamış, Japon sanayiini diriltmişti. Japonlar Deming'in de danışmanlığını alarak bu prensipleri içeren yeni bir bakış açısıyla Amerika'nın ve Batılı şirketlerin dünya pazarındaki yerini tehdit etmeye başlamadan yaklaşık kırk yıl önce, rekabete karşı daha muhalif düşünceleriyle bilinen Ingiliz Filozof Bertrand Russell şunları yazmıştı: "Amerika'da herhangi bir adama ya da Ingiltere'de herhangi bir işadamına, hayattan zevk almasına en fazla neyin engel olduğunu sorarsanız, 'yaşamak için mücadele' cevabını alırsınız. (...) (oysa) yaşamak için mücadele diyenlerin gerçekte kastettikleri şey, başarı için mücadeledir. Mücadeleye girenlerin korktukları şey ise yarınki sabah kahvaltısını bulamamak değil, komşularından daha parlak başarılara ulaşmamak ihtimalidir. (Tabii Russell bunu yoksulluk sınırının altındakiler için söylemiyordu.)" Russell'a göre modern hayatta, rekabete verilen önem, Ogüst çağından sonra Roma'da olduğu gibi, uygarlık değer ölçülerindeki genel çözülüşle ilgiliydi ve insanlar artık entelektüel uğraşılardan haz duyamaz hale gelmiş görünüyordu. Görünen o ki Russell'ın 1920'lerde kaleme aldığı bu düşünceler hâlâ geçerliğini koruyor. Ama rekabetin ne kadarının gerekli olduğu hâlâ bir soru işareti. Bununla birlikte şu da bir gerçek ki; hayatı bu denli yarışarak, hız ve hareket içinde geçirmek, eğlence ve dinlenmeye ayrılacak sürede de insanları neşeli, zihinsel ve sakin uğraşlar yerine heyecanlı, çekişmeli ve taraf tutmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayacakları eğlencelere itiyor. Ve bugün insanların eskisinden daha az çalışarak geçimini sağlaması gereken teknoloji, ne garip ki hâlâ insan eliyle gereksiz bir rekabeti ve tüketimi körüklüyor ve açlık sınırındakileri yok sayıp insanların ilgisini yapay yarışlara çekiyor. • Orda bir okul var uzakta... Aylin Kotil H aftalık yazılarımı yazarken çok farklı durumlarla karşılaşabiliyorum. Değişik mektuplar alıp, bugüne kadar tanıma fırsatı bulamadığım akrabalarımla bile (fazlasıyla geniş bir aileyiz) yazışma fırsatı bulabiliyorum. Bana gelen mektupları bugüne kadar hiç sizlerle paylaşmadım. Ancak bir tanesi varki defalarca size duyurmak istedim. Her seferinde de ikilemde kaJıp vazgeçtim. Çatalca'da bir okul müdürünün mektubu sizlerle paylaşmak istediğim. Gelen postalarıma elimden geldiğince cevap yazmaya çalışıyorum. Bunu iş olarak görmüyorum. Bundan hem keyif alıyorum hem de besleniyorum. Okul müdürü mektubunda birçok eksikliklerinin olduğunu ancak en çok da bir kütüphane istediklerini belirtmişti. Konuyu uzunca bir mektupla açıklamıştı. Ancak yazısında ve aktardıklarında bu isteğini ilk bana iletmediğini birçok yere başvurup sonuç alamadığını da belirtmişti. Kendisine konuyla ilgileneceğimi, çevremdeki insanlardan yardım isteyeceğimi söyledim. Aradan zaman geçti, unutmamıştım ama gerçekten, tam anlamıyla fırsat bulamamıştım. Okul müdüründen, kendisine göre bir kez daha sonuçsuz kalan istek girişiminden dolayı, okkalı bir sitem mektubu aldım. Oysa o arada kendi imkânlarımca bir şeyler yapmaya çahşıyor fakat zaman zaman çaresiz kalıyordum. Bununla birlikte birkaç işle birden uğraştığım bir dönemde olduğum için açıkçası tam istediğim gibi de konuyla ilgilenemıyordum. Sonuç; kendi için değil okuttuğu çocukların imkânlarını arttırmak için her yolu deneyen sevgili müdürümüz bir şekilde kütüphanesini yaptırdı. Fakat raflara konacak kitaplar bir hayli para ediyordu. tşin bir başka tarafı da çocuklar kitap okumak istiyordu. Kendi çocuğuma kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için önce günde beş defa "bugün kitap okudun mu?" diye hatırlatmam gerekiyor. Sonra bununla kalmıyor, kendisi zaman sınırı koyduğu için (günde yarım saat) okumaya başlarken sanki koşuya çıkmış atlet gibi bana saat tutturuyor. Bir gün bunlar geçecek, bu bir alışkanlık haline dönecek ve hiç saat tutmadan yorulana kadar okuyacak diye hayal kurarak sabırla saati tutmaya devam ediyorum. Içimizden birçoğumuz zaman zaman yardım yapmak isteriz, ama nereye ve nasıl diye bilemeyiz. Ben bu hafta affınıza sığınarak sizlerden bu okulun kütüphanesi için kitaplar isteyeceğim... Başta azimli, pes etmeyen müdürleri ve sonra da okumak isteyen öğrenciler için bir kişiden gelecek, tek bir kitap bile çok değerli. Eksiklik duydukları ise güncel olan kitaplar. Hadi gelin hep birlikte kütüphanenin raflarını dolduralım ve okumak isteyen gençlerimiz olduğu için gurur duyup katkıda bulunalım.Yollama imkânınız yoksa benimle de irtibat kurabilirsiniz. Müdür: Dursun Duran Kaya Okul: Çatalca Kestanelik Çok Programlı LisesiTel:0212 794 23 01 aylin@kotilsarigul.com Çatalca Kestanelik , Çok Programlı Lisesi kütüphanesi kitap desteğinizi bekliyor... Fotograf: EDİBE BUĞRA