25 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mizahını, "Ben kızdıkça siz gülün istedim" diye açıklıyor, okunu kalabalıkların "ortak düşmanına" doğrultuyordu. O bugiin de sinirli, ama kızgınlığı kimseyi güldürmiiyor. Mizahı da "azınhğın" ortak düşmanını hedefliyor... I O artık bir profesyonel! Şiir kaseti, oyunu, kitabı aynı anda piyasaya çıktı. Kim ne derse desin yaptıkları ses getiriyor, satılıyor, tüketiliyor. Tam da onun istediği gibi... Peki Yılmaz Erdoğan neden bu kadar kızgın? Öfkesinin kaynağı ne? 1. sayfanın devamt Sonra tesadüfler birbirini izledi, "Ben tiyatro yapacağım" dedi ve okulu bırakarak kendini yazıya ve oyunculuğa verdi. Hakkâri'den arkadaşı Muhsin Kızılkaya'yla birlikte Vedat Günyol'un yolunu tuttu, öykülerini okuttu. Günyol, beğenisini Ferhan Şensoy'dan randevu alarak gösterdı. Nöbetçi Tiyatro'da amatör oyuncuyazarlığa başladı. Bir yıl sonra kendi tiyatrosu "Güldüşündür"ükurdu. sitelerin amatör tiyatro topluluklarının gözdesiydi. Onun yazdıklarını oyunlaştırmaya niyetlenırken bir yandan da " Yılmaz'ı da çağınrız. Gelir..." diyorlardı, içlerınden biri olduğuna emin. Birlikte mücadele ettiklerıne inanıyorlardı. Inadını seviyorlardı. Kimileri akrep burcu olmasına bağlasa da o, "O güven nereden geliyordu tam bilmiyorum, ama biri bana bir şeyi yapamayacağımı söyledığınde, hep ben yapayım da gör, diyordum" diye açıklıyordu, ınatçılığını. Bir "Türkiye rüyası" yaratıyordu ızleyicilerin gözünde. "Kadınlık Bİ2de Kalsın"ın tadı damaklardayken, "Kayıp Kentin Yakışıklısı" geldi. Sadece kitap raflarına da değil, her yere. Top Ten listelerinde bir numara oldu sesi, kırtasiyelerde boy boy kartpostallara basılmış şiirleri yer aldı. Onun geldiği yerleri hiç görmemiş, ömürlerinde bir kez otlu peynir yememiş, Muş Ovası'ndan geçmemiş ve dahi Van'ın kahvaltı salonlarına gitmemiş herkes, içli içli söylüyordu onunla birlikte: "Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim"... "Kayıp Kentin Yakışıklısı" amcasıydı. Faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti. Sağhk Bakanlığı müsteşarıydı ve çetelerle mücadele ediyordu. Cesedi Kırıkkale yakınlarında bulundu. Bir demecinde, "Sen Susurluk, gözlerin konuşsun" dedi, amcasının ölümünü Susurluk Çetesi'ne bağlarcasına... Sokakta, halkın arasında olmayı "yazma eyleminin" temeli sayıyor, halkla birlikte yaşamayanları eleştiriyordu. Bir manav kendısine "Türkçeye kazandırdıklarınız için sızi çok takdir ediyorum" deyince "turplarla birlikte kalakaldığını" anlatıyordu. "Sokaktan koparsam yazamam" derken samimi olduğuna inanılıyordu. de artistlik yapamazsınız" derken alabildiğine pervasızdı. Bir röportajında "Niye bana gıcık oluyorlar, anlamıyorum" diye soruyor, bir sonraki röportajında bu soruyu kendisi yanıtlıyordu: "Beş karpuzu bir koltıığa sığdırıyorum da ondan"! Kendisinin tartışıldığı "Siyaset Meydanı" programının tek konuğu oldu. "Zirvede olmak yalnızlıktır, onun için ben zirveye yakın bir yerde kamp kuruyorum, inip inip çıkıyorum" dedi. Parasız gunlerinde daha mutlıı olduğunu söyledi Bu, bir zamanlar en temel duygusu olan hüznün, yerini agresifliğe bırakmaya başladığını haber veriyordu. "Artık herkes yakınlarım bile o Yılmaz Erdoğan diye yaklaşıyor. Arrık galiba ben de Yılmaz Erdoğan'rm diye davranmaya başladım ve bundan da çok hoşlanmıyorum doğrusu" dedi. bağırması değil, susması marifettir." Şiir kasetinin pazarlamasını yaparken "Sizin için yaptıh gardeşim bunu. Alsaızaaa" diyordu. Şıvesıni de artık bir pazarlama stratejisi olarak kullanıyordu. Mizahının ucunda artık sadece "yurdum ınsanı" dediği, sokaktaki insan vardı. Şimdi 34'te 34 bir Istanbulluydu. Hakkârilıliği plakasının ortasındaki BRF'ye (BERFÎN) sıkışıp kalmıştı. Şimdi, alabildiğine depresıf, kendisini eleştırenlere "paran kadar konuş" dıyor. Niye mı? Bir filmı eleştirirken kendisinin yazdıklarında bu sorunun yanıtı. Matrıx Reloaded'ı bir gazete için izleyip filmdeki uzay gemisi dahil bütün karakterlerden özür dileyerek başladığı eleştirisinde şöyle diyor: "Milyon, milyon dolarlarharcanmışbirfİlmi eleştirmek haddimize düşmez, ama filmin Özgür :Erba§ O ARTIK PATRON... 1994, BKM'yi kurup adına patron sıfatını eklediği yıl oldu. "Bir Demet Tiyatro" ve "Mükremin Ağbi", Yılmaz Erdoğan isimli kar topunun, çığa dönüşmeye başladığı dönemdi. Bir ara "Mükremin Çıtır, namı diğer Yılmaz Erdoğan" halini aldı. Hemen her gazete ve dergide röportajları yayımlanıyor, televizyonlarda magazin programlannın vazgeçilmez konukları arasında yer alıyordu. Ama artık ona politik sorular sorulmuyordu Daha dün, yazarlığın mideyle ilişkisini "Bu ülkede yazar olmak istiyorsan önce gastrit, sonra ülser olman gerekiyor. Çünkü bu ülkede yazarlar yazdıklarından dolayı hapse atılıyorlar" sözleriyle kurarken, şimdi "magazin kameralarını görüp mide krampları geçirmeye" başlamıştı. Karısıyla boşanması sadece magazincileri değil, ağırbaşlı köşe yazarlarını da meşgul etti. Gazeteciler şimdi sıklıkla "çapkın olup olmadığını" soruyorlar, o ısrarla "hayır" diyordu. Sinemaya "Vizontele"yle adım attı. Uçan kamera kullanmış, bütün parasını bu filme yatırmıştı. Oyuncularla, yönetmenlerle tartışmaya başladı. Bu tartışmalar onun için rüşt ispatı gibiydi. Onlar eleştiriyor, o kimi zaman kırık, kimi zaman iddialı karşılıklar veriyordu. Onca hayranı varken sanatın elitistlerinin kendisine "üvey evlat" muamelesi yapmasını hazmedemiyordu. Bu tartışmalar kesilmeyecek, o hep Istanbul'un surlarına ta kılıp kaldığını düşünecekti... Tek bir çıkış buldu kendine, kendisiyle birlikte "bız de varız" diyen hayranlarını kırmak pahasına, konuştu, yazdı, oynadı, bir film daha çekti... Üstelik bu kez siyasi bir filmdi, 12 Eylül'ü anlatıyor, ama herkesin hâlâ canını yakan şıddeti kamerasının dışında bırakıyordu... Bir iş daha yarattı kendine, "Sultans of the Dans"in da süpervizörlüğüne soyundu. Abisi ve kardeşlerinin de dahil oldukları işkollarıyla birlikte artık bir "Erdoğan AŞ"den söz edilebilirdi... YILMAZ'I DA ÇAĞIRIRIZ, GELİR... 1993'te onu kitlelerle buluşturan "Hüzünbaz Sevişmeler" yayımlandı. "Ağrıyan I/Bir îshaksrn, Bir Cemil"de idamı bekleyen bir adamı anlatıyordu. Karakola temizliğe gelen bir kadının yanlışlıkla "ele geçirilen" bir "teröriste" nasıl dönüştüğünü ise "Ağrıyanll/ Sevim Taşan Benim!"de okuyorduk. Şişelerin bir işkence aleti olduğunu aynı öyküde karakola gelen bakkal çırağından öğreniyorduk: " Abi şişeler birikmiş yine..." Gülüyorduk... Gülmemize sinirleniyor, yine de kah.kahalarımızı tutamıyorduk... îzleyicileriyle ortak şifresinde işte bunlar vardı... 90'lann ortalarında liselerin, üniverVizontele'de Siti Ana'nın sorduğu soru bugiin Yılmaz Erdoğan'ın eleştirilere karşı verdiği tepki için de geçerli: "Sebep?" SOKAĞIN DİLİ... Muzaffer Buyrukçu onun için, "Yılmaz Erdoğan, ezilen, sömürülen, yalnız bırakılmış, itilip kaktlan sınıfların sözcüsü, temsılcisi" diye yazmıştı. O ise kendini "Kürdüm demenin tavır olmaktan çıktığı bir ortamda, farklılıkların zenginliğe dönüşmesi için Kürdüm diyorum" diye açıklıyordu. "Ben devrimci doğmuşum. Politik bir insanım. Ülkenin en ciddi problemleri bile geyik muhabbetine dönüşüyor" diyerek eleştiriyordu birilerini. O zamanlar gazeteciler, siyasete ilişkin sorular soruyorlardı ona. Sıyasetçilerin abuk sabuk açıklamalarına tepki göstermekten, Hizbullah terörünün nedenlerine daır düşüncelerini açıklarnaktan kaçınmıyordu. Cezaevlerinde ölüm oruçları sürerken "Hıslerı ölmüş bir insan benim aydın tanımıma uymuyor. Bu dünyada nıçin hacim kapkyorum sorusuna cevap vermeli insan önce" diyordu. Vizontele Tuuba'da Tuğba Ünsııl'la birlikte Her şeye ve herkese rağmen Hollyvvood'a da gitti, hem de "Hakkâri'den tstanbul'a gelmenin, Istanbul'dan Hollyvvood'a gitmekten daha zor olduğunu" söyleyerek. Oyola çıkarken, şairler, yazarlar, oyuncularla birlikte binlerce insan ABD'ye karşı yürüyordu. Irak işgalıni protesto için, en umulmadık kişiler alanlara inerken "şifredaşları", bir umutla onu bekliyordu. Gelmedi. Nedenini bir röportajda anlattı. O artık "mitinglerin sahte olduğuna" inanıyordu: "Bütün mitingler sahtedir. Bir fikir, hakikaten fikirse, insanların yararınaysa duyulabilir tonda söylemen de yeterlı. Genellikle yalanlar bağırarak söylenir. ()nun için, insanlar yalan söylemek için bu kadar kalabalığı bir araya getiriyorlar. Yüz bınlerce kişinin sonuna doğru sıkılanları gördüm. Sıkıldım, esnedim. Demek ki 500 milyon dolar bile bazen seyircinin sıkılmasına mani olamıyor..." Erdoğan "ücretsiz" olarak izlediği filmi eleştirirken, "haddinin" çerçevesini filme harcanan parayla çizdiğini gizlemiyor. Böyle olunca da kendisini eleştirenlerden "5 lirakk" bilet parası kadar konuşmalarını isteme si kulağa çok garip gelmiyor. Ne de olsa "esin perisi" bekleyemeyecek kadar "profesyonel" artık Yılmaz Erdoğan. Üzerine barkot koyduğu ürünlerini pazar'ıyor. Her malın bir alıcısı bulunuyor, o alıcıların kim olduğu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ferrari'ye LPG taktıran "yurdum ınsanına" hizmet sunmak, artık onun ağırına gitmiyor!© • ÇOK SATAN İYİDİR! Bir şair mi, oyuncu mu, yazar mıydı? Çok satması iyi olduğu anlamına gelırmiydi? "Satan iyidir, hatta satmıyorsa kötüdür" sözleriyle şimşekleri daha da uzerine çekti. "Üstüne etiket, barkot koyuyorsan bunu satmak istiyorsundur. Hem üzerine fiyat koyup hem
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle