Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 ARALIK 2005 / SAYI 1028 Zenginlik ve suçluluk duy usu Özlem Altunok 1. Sayfamn devamı "Kutsal Yürek"in diğerfilmlerinizegöre daha karanlık bir filtn olmasında, bu yaşadıklarınızın etkisi oldu mu? Sanırım evet. Aslında birkaç neşeli bölüm vardı, ama benim içimden oralarda gülmek gelmedi. Ciddi olma kaygısından çok, esas noktadan uzaklaşmak istemedim. O esas nokta dediğiniz yerde, yoksulluk ve inancı yan yana getiriyor, hatta papaza, "Inanca en az ihtiyacı olan yoksullar" dedirtiyorsunuz. Ben sahip olduğum şeylerden rahatsızlık duyuyorum. Bu çelişkiyi sürekli yaşıyorum. Mesela konforlu bir arabayla, otobüs durağının önünde soğukta bekleyen insanları görünce o arabanın içinde olmaktan utanıyorum. O insanların hepsini arabaya alamazsınız ya da siz arabanızdan vazgeçseniz yine bir şey değişmez. Filmi bu çıkışsızlık yüzünden yaptığımı söyleyebilirim. Yoksulluk konusuna gelince de, Italya'da film hakkındaki bir açıkoturumda, "Bu film bizeekonominin nasıl düzeleceğini gösteriyor" sonucu çıkmıştı. Banal gelse de, varlıklı kişilerin mallarını yoksullarla bölüşmesinden başka bir çözüm yok gibi görünüyor. Gizli oyuncu Başrol oyuncusu Irene, yani o hesaplaşma halini yaşayan kişi, biraz da siz misiniz? I ier yönetmen, eğer filmin senaryosu kendisine aitse, koyduğu tünı rollerde biraz da kendisini anlatır. Ona bakarsanız Irene kadar, sokaktaki deli dilenci de benim, alkolik hala da... Bu saydığımz karakterler hep kaybedenler... Evet. Mesela filmde bir de hırslı bir hala var. O beni çok güldürüyor, çizgi roman karakteri gibi bir kişilik... Böyle insanlar yanındaki insanın elindekini alır, bunu da farkında olmadan yaparlar. Bu filminizi, diğerlerinden ayıran temel unsur ne sizce? Duygularımdan, kafamı karıştıranlardan yola çıksam da, ilk kez bu filmdeki kişiler tanıdığım topraklardan değil. Mesela ben bir endüstri şirketinin başkanını ya da bir papazı tanımıyordum. "Karşı Pencere" ya da "Cahil Periler "de aşağı yukarı tanıdığım kişilikler vardı. Bu yüzden gelecek filmde yeniden kendi dünyama dönmek istiyorum. Herhalde bu ağlayanlar yoksullar değildi, ayrıca bu suçluluk duygusunun da yoksulluk sorununu anlatmakta ve anlamakta yetersiz bulduğumu söylemeliyim... Haklı olabilirsiniz. Filmden etkilenenlerin, çıkınca ağlayanlann çoğu üst tabakadan insanlar. Şimdi filmin, tuhaf bir şekilde neFilmde zengin işkadınını canlandıran Barbara Bobulova (Irene), yoksullara yemek dağıtırken... den o tabakaya hitap ettiğini daha iyi anlıyorum. Yoksulluk meselesi, bugüne kadar hep üçüncü dünyanın meselesiydi. Avrupa bu sorunla yüzleşince, çok mu nahif davranıyor? Üstelik sizin başlangıç noktanız, yani bu filmin düşüncesinin başladığı yer de Hindistan... Aslına bakarsanız Hindistan'a 20 yıl önce gitmiştim. Döndüğümdeyse durup dururken ağlıyordum. Bu, yola çıkışımın sadece bir noktasıydı. Son yıllarda, ltalya'da gözlemlediklerim de enteresan. Filmi çekmeden önce îtalya'da yoksulların erzak aldığı bir yere gitmiştim. Yemek kuyruğunda iyi giyimli, yaşlı bir kadın vardı. Belli ki, sokakta yaşamıyor, buna rağmen, arkadaşına yemek alıyormuş gibi gururla sıraya girmişti. Oysa aç olduğu her halinden belliydi. Yani artık sınıflar arasındaki sınırlar gittikçe birbirinden uzaklaşıyor. Euro da, Avrupa'da yoksulluğu getirdi, işsizliği arttırdı. Meslek sahibi, ama ay sonunu getiremeyen bir sürü insan var artık. Yoksulluğun bu kadar yaygınlaşmasıonu hepimizin sorunu yaptı. ,,..,»«, Peki bu film size bir şeyler kaybettirdi mi? En azından gişe anlamında. Çünkii filmin îtalya'da "Cahil Periler" ya da "Karşı Pencere" kadar izlenmediğini biliyoruz. Yönetmenlerin sinema kariyerlerinde bu gibi iniş çıkışların olmasını pek de yadırgamıyorum. Ama yönetmen olarak bu filmle kaybetmediğim hissini taşıyorum. Zaten önceki filmlerime göre daha az seyirci toplayacağımı biliyordum. Çünkii film, içinde aşk, cinsellik gibi tipik unsurları barındırmıyor. Hiç ünlü oyuncusu yok. Bir de şu sıralar Italya'daki izleyicide bir geneleve gider gibi sinemaya gitme isteği var. »" Genelevden kastınız ne? İnsanlar düşünmek yerine, kendilerini rahatlatacak bir şey arıyorlar, rahatsız olmak istemiyorlar. Oysa bir film kasvetli de olsa, sizi güldürebiliyor ve ağlatabiliyorsa bu önemlidir. Çünkii hayat da böyledir. Mesela bu iki unsuru "Cahil Periler" ve "Karşı Pencere"de çok kullanmıştım... Türkiye'de de bir film yapmayı düşüniiyordunuz... Hâlâ düşünüyorum, ama yakınlarda değil. Zaten şimdi Galata'da bir ev aldım, tamir ettiriyorum. Herhalde burada bir evinıin olması beni daha çok buraya bağlayacak. Bu iki ülke arasında mekik dokunıaktan yorulduğunuz anlamına mı geliyor? Zamanına göre değişiyor aslında. Bazen çok ağır geliyor, bazen hafifletiyor. Zaten iki kültürlü, iki memleketli olmanın getirdiği de bu. Ya iki yere de ait oluyorsunuz ya da tam tersi hiçbir yere ait olamıyorsunuz. AVRUPA'NIN YENİ YOKSULLARI Ama kahramanınız Irene'in sahip olduklarını paylaşmasını inandırıcı bulmak pek de mümkiin değil... Öyle mi, size inandırıcı gelmedi mi, Irene'in o çıkışsızlığı? Evet. Çektiği acıyı ve öfkesini pek anlatnlandıramadım. Ama aldığı eğitim ve yaşadıkları, duygularını belli ctmemesini gerektiriyordu. Aslına bakarsanız neden bazı insanların filmden fazlasıyla etkilendiğini, bazılarınınsa hiç etkilenmediğini çok merak ediyorum. Mesela tanıdığım yaşlı bir çift, filmi seyrettikten sonra yemeğe gidiyorlar, sonra da eve gidince birbirlerine sarılıp ağlamaya başlıyorlar... MÜDAHALE ANI... Ortak noktalardan biri ise yine ağırlıklı olarak kadınların başrolde olması... Evet, ama yeni filmde daha çok erkek kişilikler ve onların ruh halleri olacak. Ama senaryo bitene kadar pek çok şey değişebilir de... Evet, bu sizin hep yaptığınız bir şeymiş. "Kutsal Yürek"te de senaryoda olan pek çok şeyi çekim aşamasında çıkarmışsınız... Hem de birçok bölümü... Mesela dilenciyle kızın evde olduğu karede bir sevişme sahnesi vardı. Orada senaryoyu hem biraz Irene'e platonik bir aşk duyduğum için hem de o an gerçekten öyle hissettiğim için değiştirdim. O platonik aşk dediğiniz şey, filmin içine girmeden, müdahale etmeden duramamak mı? Yani bir tür gizli rol. Çok doğru. Yönetmen olmak o noktada kesmiyor beni. Her şey iç içe geçiyor ve rahat duramıyorum. Oda Tiyatrosu'nda sahnelenen 'Geçit Yok'u Emre Koyuncuoğlu yönetiyor İzmit'in genç oyuncuları... Bengi Heval Öz H âlâ oyunculuğun iki hoplayıp bir zıplamak olduğunu düşüneniniz yoktur değil mi? Çünkü büyük fedakârlıklar ister bu meslek, üstelik Türkiye'de daha fazla. Kendi başına zordur, ama bir de ekonomik sıkıntılar, kadro eksiklikleri, emeğinin karşdığını alamamalareklenince... Yani meslekten bile sayılmaz onların yaptığı iş. Yine de büyük bir aşkla ve şevkle gidilir her gün provalara, oyunda alkış almak umuduyla... Izmit Şehir Tiyatrosu (Şimdiki adı ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları) 1997yılındakuruldu. O zamanın belediye başkanı Sefa Sirmen onlara ilk olarak Seka Sahnesi'ni verdi. Sonra da söz verdiği üzere Süleyman Demirel Kültür Merkezi'ni yaptırdı ve tiyatroculara teslim etti. Depremin ardından Seka hasar görünce yine tek sahneye kaldılar. Geçen seneden beri de tzmit'te sahne sayısı çoğalmaya başladı. îlk önce Halk Eğitim Merkezi'ndeki sahne yeniden kullanıma girdi, sonra da Süleyman Demirel Kültür Merkezi'ndeki küçük sinema salonu yenilenerek Oda Tiyatrosu'na dönüştürüldü. Ama buna karşılık îzmit'in kadrolu oyuncu sayısı artmadı. Yönetimler bunun için genç konservatuvar mezunlarını yevmiyeli çalıştırmaya başladılar. Kadrolu oyuncular şu anda otuzlu yaşlarında, bunun yanında kadrolu olmayıp yıllardır bu tiyatroya emek veren, az maaşla tiyatro yapmaya çalışan genç ekip de ustalaşmış durumda. Işte bu genç oyuncuların oyunu artık Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nin içinde yeniden düzenlenen Oda Tiyatrosu'nda izlenebilecek. Emre Koyuncuoğlu'nun yönettiği bu yeni oyunun adı "Geçit Yok". Oyunda şehir yaşamını terk ederek, Irlanda'nın bir köyüne yerleşen bir kadının, bu yeni hayatıyla tanışması anlatılıyor. Serhat Güzel, Nuri Karadeniz, Erdem Irmak, Volkan Yosunlu, Nurcan Tural'ın rol aldığı "Geçit Yok"un, dekor tasarımı Efter Tunç'a, giysi tasarımı Ebru Aklar'a, ışık tasarımı ise Cafer Yiğiter'e ait. Oyunun yönetmeni Emre Koyuncuoğlu ile yeni oyunu ve tiyatro üzerine konuştuk. HURAFELER VE GERÇEKLER... "Geçjt Yok" oyununu kendin seçip çevirdin. Özel bir sebebi var mı? Evet. Öncelikle çağdaş, sosyal gerçekçi tiyatro oyunları için çok iyi bir örnek. Ayrıca Izmit'te güncel hayatta karşı karşıya gelebileceğimiz durumlar. Şehre göç, çiftlik veya emlak satın almak isteyen sonradan zengin yöreliler, bölgeye yeni yerleşme planları olan, bir şeylerden kaçan şehirli kadınlar vs... Oyun sence neyi anlatıyor, özellikle nelere parmak bastın? Oyun tamamen bir yaşam kesiti izdüşümü ve bu kesit ağırlıklı olarak yalnızhğın paylaşımı üzerine. Birbirlerinden çok farklı yaşam hedefleri, kişisel tarihleri olan insanlar, başlangıçta korku hikâyeleri anlatarak aslında birbirlerini tartıyorlar. Daha sonra anlatılan söylentiler, hurafeler, yerlerini gerçek hikâyelere bırakıyor. Belki de gerçek olanlar taşıması daha güç olanlar. Bu paylaşım da insan ilişkilerinde başka boyutlar açıyor. Bugüne kadar hangi oyunları yönettin? Özen Yula'nın "Kırmızı Yorgunlan"nı, Sarah Kane'in "Psikoz 4.48" ve "Tutku" oyunlarını yönettim. "Mutfak Kazaları"nı Perihan Mağden'in şiirlerinden, "Hayat Devam Ediyor"u ise Özen Yula'nın metinlerinden yararlanarak düzenledim, "Home Sweet Home" da kendi düzenlediğim bir oyun. Tiyatroda tercih ettiğin bir anlatım biçimı var mı/ Oyununa göre değişiyor, ama daha çok doğal olanı ve sahnede her türlü dilin bir enformasyon olarak görülüp işlendiği bir tiyatroyu seviyorum. Beden dili, ses kullanımı, metnin dinamiği ve her türlü görsel malzemenin yerleşiminin, müzik kullanımının birbirlerine doğru ve tamamlayıcı olarak işlediği bir tiyatroyu seviyorum. Beden dili kavramı senin tiyatro anlayışında nereye oturuyor? Benim için sahnede en büyük görsel malzeme, tamamen kendi içinde bir dil, oyun metnini zenginleştiren, karmaşıklaştıran, onaylayan, reddeden bir malzeme. Özellikle bu malzemeyle oynamayı çok seviyorum. • • +