Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 ARALIK 2005 / SAYI 1028 Şemse, Güldünya, Fadime ve diğerleri... Karanlıkta Diyalo ar Hepsinin bir ismi var, ama kendileri yok. Ya taşlanarak öldürüldüler ya vurularak. Kimileri intihar etmeye zorlandı. Melek Ulagay Taylan "Karanlıkta Diyaloglar" belgeselinde onları, öykülerini anlatıyor, kimin, neden öldürdüğünü de... Berat Günçıkan ebahat Akkoç gözyaşlarını tutamıyor filmi izlerken. Oysa salonda belgeseli izlcyen onlarca kişi arasında Şemse, Güldiinya, Fadime, Emine ve diğerlerine en yakın olan o. Diyarbakır'da kurduklan KAMER'de en sık karşılaştıklankonu bu, "töre cinayetleri". En çok umutlandıkları ve en çok kırıldıkJan yer... Hastanede ölüme direndiği süre boyunca Şemse'nin yanı başındaydılar, yaşayacağını, dikleneceğini umdular olmadı, öldü. Cenazesini bu törenin kurucusu erkeklere vermeyip kendileri taşıdılar. Bir başka kadın, telefonla yardım istedi "beni kurtann" dedi, onlar kim olduğunu, nerede yaşadığmı saptayana kadar kadın öldürüldü. Gözyaşları bu yüzden, ulaşamadıkları, ulaşsalar da yaşama çeviremedikleri kadınlar için. Kendini de izliyor perdede, Melek Ulagay Taylan'ın sorularını yanıtlarken... Yiizündeki acı asla silinmeyecek gibi. Çünkü bir türlü bitmiyor, kadınlar öldürülüyor, öldürülüyor... Taylan'ın belgeselinin adı "Karanlıkta Diyaloglar"... Bir trende başlıyor film, o, psikolog Jülide Aral ve Isveçli Ulla Lemberg, Doğu'ya doğru yol alıyorlar. Kadınların kadınla sınavı bu, Batı'nın Doğu'yla, yaşamın ölümle, törenin hukukla sınavı... Belgesel de bu sınavda herkesi yaşamdan yana tavır almaya çağırıyor, çünkü anlamak, görmek artıkyetmiyor... Melek Ulagay'ı Diyarbakır'a çeken, arkadaşı Jülide Aral. Aral, KAMER'le birlikte çalışıyor, kadınları dinliyor, travmalarıyla başa çıkabilmelerinin yolunu gösteriyor. Tanıklıklarını Ulagay'la paylaşınca belgesel fikri ortaya çıkıyor. îstanbul'da bir fotoğraf sergisi açan Lemberg de katılıyor çalışmaya. Çünkü Isveç'te de adı "töre cinayeti" olmasa da kadınlar "erkeklik"in kurallarına uymadıkları için öldürülüyor... Belgeseli, kadınları ve cinayetleri Ulagay anlatıyor. Siz 1968 kuşağındansınız ve sizin kuşağınızdan Doğu'ya, hatta onun da doğusuna, Filistin'e giden belki de tek kadınsınız. O yıllarda bu tür cinayetleri e karşılaşmadınız mı? Ya da siyasi hareketin içinde, gençliğin de etkisiyle bu cinayetler sizin ilgi alanınıza girmedi mi? înanın, o dönem benim de kafamı çok meşgul ediyor. Bu soruyu ben de kendime çok soruyorum. 1972 yılında gittim Doğu'ya ve 2324 yaşlarında genç bir kadın olarak dağlarda, köylerde çok uzun süre yaşadım. Nebahat'e de sordum bunu, "Böyle bir şey olsa, bu kadar yaygın olsa ben bunu nasıl duymam" dedim. Nebahat "Aslında var, eskiden beri bu böyle" diye yanıtladı. Fakat bu sadece Türkiye'de değil, Ortadoğu'da da çok yaygınlaştı. Nedeni ise batıl inançlar ve din. Ben de aynı sorunun cevabını arıyorum. "Kadın Doğu'da daha çok eziliyor" ortak bir bilgi, ama evde ya da sokak ortasında öldürüldüğü gerçeğiyle yeni yüz yiize geldik. Bu yaygınlaşmayı yaratan ne? Kente göç insani değerlerde çok büyük bir ması ve siyasal Islam ile aşiret kültürünün üst üste binmesi bu tehlikeyi daha çok gündeme taşıdı. îşin diğer tarafı ise iletişim ve medya. Eskiden aile içinde kalanlar şimdi ortaya dökülüyor. Bence hem sayısal bir artış hem de bunların daha çok yansıması söz konusu. Bu artışın biitün bir Ortadoğu'daki izini de sürdünüz nıii? Yaptığım tüm araştırmalar 1980'den sonraki bir artışa işaret ediyor. Irak'ta eski Baas'ı düşünelim, her türlü kadın haklarının olduğıı bir dönem, sayılar diişük. Saddam Hüseyın iktidarı sırasında, 1994te sanıyorum, kendi iktidarı ile aşiretleri birleştirmeyi düşündüğünde yaptığı bir açıklamada töre cinayetlerini onaylıyor. Tüm bu politikalar, aşiret kavramının güçlendirilmesi, tüm bunları Bilemiyorum, tüm bunlar benim gözlemlerim. Benim o filmde dediğim kadın ve erkeğin her anlamda ayrılması meselesi. Biz bu aynm olmadan büyüdük. Her şey ortaktı bizde. Dün gazetede gördüm, AKP yemeğinde bir milletvekilinin eşi, yalnız başına erkeklerden ayrı bir masada oturuyor. Ilişkiler bu kadar kopuksa, alanlar bu kadar ayrılmışsa sorun da artıyor. Burada mesele birey olmakta, kendi kararını verebilmekte. Isveç'te öldürülen Fadime Şahindal Isveç parlamentosunda "Kendi kararlarımı vermek, hatalarımdan öğrenmek, böyle yaşamak istiyorum" demişti. Oysa kadının böyle bir hakkı yok. 15 yaşında evlendiriliyor, kayınvalidenin yanına gidiyor, evlendirildiği adamla konuşmuyor. Ancak çocuk doğuracak, bir statü kazaOnlar okuyorlar ve öğreniyorlar. Ama bizim sözümüzü ettiğimiz, filmimde anlattığım zavallı "Emine"ninhiçbirşansıyoktu. Çokmücadele ediyor, kocaman bir adamla evlendiriliyor, adam onu çok seviyor ve savunuyor, ama bu kurtuluşa yetmiyor. Sonra kandırıyorlar, onu babasının evine temizlik için çağırıyorlar, evlenmeyi reddettiği amcasının oğlunun elinde bıçağı görüyor ama pes etmiyor. Sonunda adam başındaki eşarbı indiriyor, boğarak öldürülüyor. Töre demek konuyu daha ulaşılmaz, daha dokunulmaz hale getirmiyor mu? Getiriyor, ama her töre kötüdür, diye de bir şey yok. lyi şeyler de var kuşkusuz. Bu törenamus karmaşası bambaşka. Orada insanlara "töre" dediğinizde çok kırılıyorlar. Burada çok dikkatli olmak lazım. Çünkü onlar savunmaya geçtiklerinde törelerine daha çok bağlanıyorlar. UNUTMAK, HATIRLAMAMAK... Töre, "namus" cinayeti deniliyor, ama kan parası, berdel gibi uygulamalar da var, bu olayın bir de tıpkı başlık parası gibi, paraya bağlı bir yönü olduğunu da gösteriyor... Bütün bunların kurumsallaşmasının nedenlerinden biri de bu, ekonomik getirisi. Zannettiğimiz kadar ulvi bir namus dcğil bu, para bulunduğu zaman konu kapatılıyor... Bölgenin insanlarıyla, kadınlarla konuşurken zorlandınız mi? Genelde bu olayları yaşayanlar o köyden gidiyorlar. Iki taraf da gidiyor, çünkü arkalanndan ne diyeceklerini bilmiyorlar. O yüzden konuşmuyorlar. En temel şey "unutmak" geliyor, yok saymak, hatırlamamak... Ulla Lemberg size göre en azından mekân olarak daha Batı'da. Hiç çeliştiğiniz noktalar oldu mu? Olmadı, ama zaman zaman çok şaşırdı. Sanırım özellikle şeyhten biraz ürktü. Tabii çok büyük farklılıklar var aramızda. Tüm dünyayı dolaşmış, her şeyi yaşamış bir Isveçli olarak bile aklının almadığı şeyler olduğunu söyledi. Nasıl olabildiğine şaşırıyordu. Biz Urfa'dan Istanbul'a dönerken, 14 yaşında bir kız çocuğunu babası telle boğmuştu. Haberi ona okuduğumda "Ben daha fazla bir şey görmek istemiyorum, keşke bu kadannı da görmeseydim" dedi. Tüm bunları benim de onun da aklı almıyordu. Bir insanın bunun la nasıl yaşabileceğini düşünüyordılk. • Şemse Allak. çalkantıya sebep oldu. Bu eskiden de olv.yordu, belki köylerde bunu aralannda bir şekilde hallediyorlardı, ama kentte cinayetler onlara yabancı olan başka insanların gözleri önünde geçekleşiyor. Olay daha kamusal alanda gerçekleştiğinde namus kavramı da kamusal oluyor ve daha bir çıldırtıcı yere geliyor. Radyo programında şarkı izleyen kızın öldürülmesi gibi olaylar yaşıyoruz. Bunların başlangıcı 80'lere denk düşüyor. Bu, tüm Ortadoğu için de bir milat. Filistin Kurtuluş Örgütü'nde çalıştığım yıllarda Beyrut'ta, ki ben bir mülteci kampında yaşadım luzlar, kadınlar üstünde böyle bir baskı görmedim. Ama şimdi Hamas'ın egemen olduğu Filistin, Gazze ve diğer bölgelerde inanılmaz namus cinayetleri işleniyor. Islamın siyasallaş daha güçlü bir şekilde gündeme gctirdi. Doğu'da ve biitün Ortadoğu'da yaşanan savaşların bu cinayetlerdeki payı nedir? Şiddet bulaşıcıdır. Orada savaş var ve insanlar ölüyorsa birkaç kadının ölmesi de olağan sayıhyor. Milliyetçi söylem de bunu körüklüyor. En tehlikelisi de "savaşta insanlar ölürlerken namus için bir kız ölmüş, çok mu" anlayışı. Filistinli bir genç kendini böyle savunuyor. Ölümün kanıksanması, gündelik olması her türlü şiddeti meşrulaştırıyor. Türkiye'de siyasal Islam güçleniyor gibi göriinüyor. Bu sistem ile entegre bir giiçlenme. Batı'daki Miislüman kadına baktığımızda sistemden yararlanıyor, hayatı popüler anlamda kullanıyor. Doğu'yla aradaki bu fark, tslamın da bir çelişkisi mi? nacak, ancak o zaman konuşma hakkını kazanacak. Düşünün, en yakınınız insanla bile konuşmuyorsunuz, o zaman nasıl ortak bir hayat çıkar? Islamiyete baktığımızda bunun onaylanıp onaylanmaması var. îslamiyet bu süreçte çok karışık evrelerden geçmiş. Hz. Muhammed'in hayatına baktığımızda kadınların bugünkü kadar baskı altında olmadığını görüyoruz. Ama sonraki evrelerde aşiret ve kabile toplumlarında karışıklık doğuyor. Burada inancı olan, üniversitelere giden, akademik eğitim alan, kamusal alanı kullanan kadınların da bir sözleri, bir itirazları olması gerektiğini düşünüyorum, ama bunun için sokağa çıktıklarını görmüyoruz... Ben onlara inanıyorum. O kadınların, genç kızların da bir çıkış bulacağını biliyorum. PAZARIN PENCERESİNDEN ULEMAYA DANIŞ! Selçuk Erez Adamın günahına girdik; bak "ulema" âlimler demekmiş! "Avrupa Insan Hakları Mahkemesi, üniversitede türbanla okuması engellenen kızın basvurusu konusunda karar almadan önce, âlimlere danışmalıydı" demek istiyormuş bizimki... Mahkemeyi oluşturan hukuk adamları, hangi konuda ilim adamlarına, neden danışacaklardı? Bu ne ilimi olacaktı? Bunu söyleyene sor. "Ulema" gerçekten "âlimler" mi demektir? Ansiklopediye bakalım: "..Ulema, ilim sahibi olanlar demektir ve genellikle din âlimlerinden bahsedilirken kullanılan bir sözcüktür. Sünni Islamda ulema, dinin modernlik ve laikliğe karşı koruyucuları olarak kabul edilir. (bk. Glossary/islam/bldefulema.htm). Başka bir ansiklopedi de "Islam ve şeriatın hukuk bilginleridir... Şii Islamda rolleri yasallaştırılmıştır" diyor ve 20 yy'da Suudi Arabistan ve tran dışında birçok Islam ülkesinde etkilerinin azaldığı söyleniyor: Mesela, 1961'de Nasır, Mısır'da, bu konuda görüş bildiren en yüce kaynak sayılan El Ezher Universitesi'ni devlet denetimine almış, Cezayir'de Bin Bella ülkesindeki ulemanın yetkilerini kısmıştır. (en.wikipedia.org/wiki/Ulema) Desene, "ulema" Islamda olup bitenlerin ya da olacak biteceklerin dine uyup uymadığını belirleyecek kimseler anlamına geliyor. Alınacak kararların ulemaya danışıldıktan sonra alınması mı öneriliyor yani? Bu kuralın yürürlükte bulunması, Osmanlı'nın çöküşüne yol açmıştır. Birkaç örneğe bakmak bunu kavramak için yeter: 1590'da îstanbul'da Takiyuddin Efendi tarafından yaptırılan rasathane, ulemadan Saray Imamı Kürdizade ve Şeyhülislam Ahmet Şemseddin'in "Yıldızları incelemek, Allah'ın işinekarışmaktır!" demeleri üzerine yıktınlmıştır. Bir ömek daha verelim: 1839'da 2. Mahmud ile Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa kuvvetleri arasında gerçekleşen Nizip savaşında Osmanlı Ordusunun komutanı r {afız Ahmet Paşa, komutasındaki generallerden çok mollaların düşüncelerine önem vermekteydi. Karargâhında bulunan von Moltke'ye göre Osmanlı Ordusu, Mısırlıları yenecek bir durumdayken Prusyalı kurmay subaylar, muharebeye girişilmesi için Hafız Paşa'ya tavsiyelerde bulunmuşlar ancak Paşa, ulema'ya danışmış, onlar da o gün Cuma olduğundan harp yapılmasının şer'an caiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bir gün sonra Prusyalı subaylar, gece baskını yapılmasını önermışler, ancak ulema yeniden karşı çıktığından harekete geçilmemiş, Mısır ordusu da bu süre içinde Osmanlıları kuşatmıştır. Bu durumda Moltke, Hafız Paşa'ya Birecik üzerinden çekilip kuşatmadan kurtulmalarını önermiş, bu görüş de kabul edilmeyince 29 Haziran 1839'da Osmanlı Ordusu 4 saatte perişan edilmiş, binlerce ölü, onbinlerce esir ve 160 parça top bırakmıştır. Anlaşıldı: Avrupalılara, ulemaya danışmalarını önermek ve onlara bu alışkanlığı kazandırmak çok parlak bir fikir! Bize uyguladıkları eziyet ve bizi sürdükleri yokuşlann cezası olarak onlara, eninde sonunda mahvolmalarına yol açacak böyle formüller yutturmak gayet yerinde bir davranıştır! Aferin, helal olsun! •