18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 4 ARALIK 2005 / SAYI1028 ı Temizlik nereden gelir? Ataol Behramoğlu KP'lilerin ülkeyi her alanda dinscl bir kimliğe büründürme girişimlerinin sonu gelmiyor. Sadece siyasette, kültürde, eğitimde, ekonomide değil, günlük yaşamın akla gelebilecek ve gelemeyecek her alanında... Türban, park alanlarına cami yapılması, içki yasağı, sokak ve bu türden toplu yaşam alanı adlarının kendi "ideoloji"lerine göre değiştirilmesi, yine bu türden yaşama alanlarında haremlik selamlık uygulamalarma gidilmesi, yiyeceklcri de helal (ve bu demektir ki haram) olarak yaftalama girişimi, bu konuda akla bir çırpıda gelen örneklerden... lstanbullular, Beyoğlu'ndaki ağaçların acımasızca yok edilişinin, yolların ve ara sokakların kazılarak yürünemez duruma getirilmesinin arkasında da, yaklaşan Noel ve yjlbaşı kutlaınalannın sabote edilmesi, Beyoğlu ewiftmnın ve halkın bezdirilmesi amacının yattığını düşünüyor... AKP'nin yerel yönetimler olgusuna verdiği özel önemin başlıca nedenlerden birinin (bazı safdil aydınlarımızın düşündüğünün tersine) demokrasi tutkıısu filan dcğil, yerel yönetimler eliyle günlük yaşama bu dinsel kimliğin daha kolay giydirilcbilccek olduğu gittikçe daha açık seçik görülüyor... Eşyanm doğası gereği, AKP yönetimlerinin bu türden girişimleri koyu bir bilgisizlikle at başı gitmekte... Siz, bu günün günlük yaşamını, birçoğu bin beş yüz yıl öncenin ve bambaşka bir toplumun o günkü günlük yaşam gereksinimlerine göre belirlcnmiş kurallara göre düzenlemeye kalkarsanız, bugünün toplumunu bin beş yüz yıl önceye götürmek istiyorsunuz demektir... Günlük yaşama dinsel bir "kisve" giydirilme yönündeki çabalara bir örnek daha ekleyeyim: Özgürlük istiyoruz. "Bacaklarımı kaybettiysem, kafamı da kaybetmedim ya!". 25 yaşındaki Suat Avcı bu sözlerle özetliyor yaşadıklarını, yaptıklarını ve yapacaklarını... Yine de kırgınlıkları var, kızgınlıkları da... Şimdi bir serginin modelleri arasında. Amacı, "normal" olanlara, engellilerin takıldıkları engelleri göstermek. Bir de nasıl daha özgür yaşayabüeceklerini... A Esra Açıkgöz Temizlik imandan gelirmiş... AKP'li belediyelerin temizlik araçlarının bir çoğunda, belki hepsinde yazılı olan "masum" görünüşlü bir dinsel söz ... Temizlik "iman"dan, yani "mümin" olmaktan, Islam inancına bağlı olmaktan gcliyorsa, neden dünyadaki en kirli, en bakımsız toplumlarının belki de en başında, aralarında bizim de bulunduğumuz Islam toplumlan geliyor? Çünkü temizlik "iman"dan önce, parayla, maddi olanak sahibi olmakla, eğitimle ilgilidir. Suyu, modern anlamda tuvaleti bulunmayan sayısız yerleşim birimimiz varken ve temizlik araçlarının kendileri çoğu kez acınacak durumdayken "Temizlik îmandan Gelir" sözünü "kitap"taki yerinden alarak bir slogan gibi bu araçların arkasına yazmak ayıp olmuyor mu? Bu Pazar söyleşisini, Mili Eğitim Bakanı'nın öğretmenler gününde söylediği bir sözün, yukarıdaki söz ve örneklerdeki gibi çağ dışı, bilim karşıtı içeriğini vurgulayarak tamamlamak istiyorum... Maaşlarının azlığından yakınan öğretmenleri Bakan şu dinsel "vecize" ile yanıtlıyor: "Olmayanı vermek Allah'a mahsustur!" Ne kadar hoş, nc kadar duygulandırıcı, ne kadar inandırıcı ve ne kadar "mümin "ce, öyle değil mi?.. Bakanın bu cümlesini okuduğumuz haberin yer aldığı 24 Kasım tarihli Cumhuriyet'te, "Onlar, Işığıdır Bu Yurdun" başlıklı köşe yazısında Toktamış Ateş, dünya ülkelerinin eğitime ayırdığı bütçenin ulusal gelire oranımn dökümünü veriyor. Buna göre Türkiye, yüzde 2.2 ile, ulusal gelirinin yüzde 5.5'ini eğitime ayıran Suudi Arabistan'ın bıle iki kat gerisinde ve dünya sıralamasında en alt basamaklarda... Aynı yazıda, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında bu oranının yüzde 10'la, bu günkü dünya sıralamasının da en üstlerinde yer alabileceğini öğreniyoruz... Her şeyi "iman"la açıklayan, sıkıştıklarında Allah'ı kalkan yapan bu gibi yöneticilerle ülkemizin nereden nereye geldiğinin bundan daha çarpıcı bir göstergesi olabilir mi? • ün Dünya Engelliler Günü'ydü ve yine çeşitli etkinliklerle kutlandı! Engellilere gazetelerde, televizyonlarda söz hakkı verildi, onlar da her yıl olduğu gibi yine sıkıntılarını dile getirdiler; "Ulaşım zorluğu çekiyoruz", "Eğitim hakkımız yok", "Insanlar bizi dışlıyor"... Taleplerini de ilettiler; "tyi sağlık hizmeti istiyoruz", "Devletten iş bekliyoruz"... Yeni bir talep daha vardı, "Özürlüler de özgür olmalı". Bu, aynı zamanda İFSAK ve Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği'nin (BEDD) birlikte açtıkları fotoğraf scrgisinin başlığı. Reproset Galerisi'nde açılan sergide fotoğraflarla bedensel engelliler ve onların sorunları anlatılıyor. Tıpkı bu karelerde yer alan Suat Avcı'nın bize anlattıklan gibi... Avcı, 25 yaşında. Hayata sıkı sıkı bağlı, haksızlığa tahammülsüz, konuşkan biri. Bu sergide yer almış, çünkü insanlar neler yaşadıklarını, nasıl daha özgür yaşayabileceklerini görsün, engellilerin takıldıkları engelleri bilsin istemiş. Çünkü engellilerin evlere kapatılmasından ya da kapanmasından, Istanbul'un mimari engellerinden, "normal insanlar"ın sorunlarına uzak olmasından, otobüs şoförlerinin "beleşçi" demelerinden, taksicilerin tekerlekli sandalyeleri için bagaj parası almalarından bıkmış. Avcı Batmanlı, Istanbul'a 4 yıl önce ailesiyle birlikte gelmiş, " Annem Batman Tekel Fabrikası'nda çalışıyordu. Kapanınca buradaki Tekel'de çalışmaya başladı. Babam zaten rahatsız olduğu için çalışamıyor" diyor. Biri kız, 8 kardeşi var. Biri yeni öğretmen olmuş, diğeri beşi okuyor. O da açıköğretim lisesinde eğitim alıyor. Yaşadığı yere ters ilçelere düşen sınav yerlerinden ve kanunen engellilerden alınmaması gerektiği halde her sınav için 50 milyon lira ödemekten şikâyetçi. Bunun için, Milli Eğitim Bakanlığı'na dilekçe vermiş, ancak hiçbir yanıt alamamış. Bakan D 'Depremde neler yaşadın?' dıye soruyordu. Ben unutmaya çalışıyorum, o hatırlatıyor. En sonunda dayanamayıp adama, serumu fırlattım. En ?oru, başkalarına muhtaç olmak, oysa eskiden çalışır, kendime bakardım. Hatta ilkokulda evden ayrılıp, bu olaya kadar tek yaşadım" diyor. Sonra bir karar vermiş kendi kendine, "Akıllı olup da dünyanın kahnnı çekeceğime, deli olayım da dünya benim kahrımı çeksin" demiş. Yine de kırıldığı, kızdığı zamanlar olmuş. Özellikle de insanların hor görmeleri, ikinci sınıf insan muamelesi yapmalarına bozulmuş en çok, "Dernek bizi yazın Gökova'ya götürmüştü. Denize girince insanlar bize çok garip baktılar, hatta bizden kaçtılar. Bizım de denize girme hakkımız yok mu? Bazı insanların özürlü, sakat kelimeleri de çok argo" diyor. O da bütün bunlara inat, insanların kendilerini hor göreceği korkusuyla 15 yıldır Kartal'ın dışına çıkmamış arkadaşlarmın aksine, "Ayaklarımı kaybettiysem, kafamı da kaybetmedim ya" diyekendini Istanbul'a atmış. Yine de bu kolay olmamış. "Normal" insanların dahi yaşamakta güçliik çektiği Istanbul onu bozuk yolları, asansörsüz üst geçitleri, rampasız kaldırımları, tekerlekli sandalyesinin lastiğini patlatan iskeleleri ile karşılamış. En zoru da, tuvalct için gidebileceği sadece iki yer bulması olmuş, Kadıköy ve Tophane'de... Avcı, bütün bunları şu üç cümle ile özetliyor: "Avrupa'dan gelen bir engelli, taksiciye 'Türkiye'nin engellisi yok galiba?' diye sormıış. Türkiye'nin engellisi özgür mü ki, dışarı çıksın. Istanbul, onları evlerine hapsediyor." lık, ulaşım, dilekçe, hor görme... Bunlar, Avcı'nın en çok kullandığı kelimeler. Onu tanıdıkça, yaşadıklarını anladıkça bunların nedeni de ortaya çıkıyor. Emekli Sandığı'mn verdiği emekli maaşı ile geçiniyor. AB ile Türkiye arasında yaşanan yakınlaşmadan memnun, çünkü bu sayede eskiden 3 ayda 175 milyon lira olan maaşı, şimdi 450 milyon liraya yükselmiş. "Peki yaşadığın en büyük sorun ne?" sorusunun yanıtı çok basit, üstelik de sadece bir cümlelik, "Ulaşım, eğitim ve bir de iş". SONUÇSUZ KALAN DİLEKÇELER... Avcı'yı ki2dıran başka bir konu ise, engelliler arasında ayrım yapılması. Mesela, Devlet Demir Yolları gazilere ücretsiz ulaşım sağlarken, engellilere bu olanağı vermiyor... Özel sektördeki bazı şirketler, zorunlu olarak engelli çalışan alırken, "tekerlekli sandalye"deki engellileri kabul etmiyor... Bu şirketleri şikâyet etse de, bir sonuç alamamış Avcı. Tıpkı başka konularda bakanlıklara, siyasi partilere ve hatta Genelkurmay'a bile yaptığı şikâyetler gibi. Ya ev yaşamı? "Benim gibi ailemin de hayatı değişti, özellikle de maddi yönden çöktük. ikinci katta kaldığımız için, merdivenleri kıçımuı üzerinde sürünerek çıkmak zorunda kalıyorum. Onun dışında, yemeği yapar, sobayı yakarım" diye yanıtlıyor, soruyu. Avcı'nın hayali mimarlık okuyup, engellilerin kimseye muhtaç olmadan yaşayacakları evler yapmak. Bir de engellilerin dertlerini anlatmak için bir gazetede köşe yazarı olmak. Şimdi iki isteği var; bir golf arabası, bir de bilgisayar, "Golf federasyonunun peşindeyim ancak bir türlü ulaşamadım" diyor. • Galerı Adresi: Huzur Mah. Imam Çeşme Sok. No: 6 Seyrantepeîstanbul Tel: 0 212 335 97 22 BEN DE BİR ZAMANLAR 'NORMAL'DİM Lise ikinci sınıfa kadar "normal" birhayatı olmuş, Batman'da normal bir liseye gitmiş, yazları Yalova'da çalışmış, 3 ay kazandığı ile hem kendi hem de kardeşlerinin okul masraflarını karşılamış... Ta ki, Yalova'ya gittiği 1999 yazına kadar... " Aslında yanlış kurtarma ve geç tedavinin eseriyim" derken ne üzgün ne de öfkeli. 3 saat göçük altında kaldıktan sonra kurtarümış, ama ne korse bağlanmış ne de Yalova'dan Bursa'ya nakledilirken kemer takılmış. Sonuç, omurgadan 1.5 cm. ayrılmış üç kırık. Depremi unutması da engeli ile yaşamaya alışması da pek kolay olmamış, "Hastanede, her gün psikiyatr gelip, Başlangıçlar... Aylin Kotil er başlangıç bize enerji, ümit ve mutluluk verir. Bitirmek ise güzel bir iş başarmış olsak dahi, bizi hüzünlendirir. Her başlangıç, adeta yeni bir hayata hazırlar bizi. Başlayabilmek mutluluktur çoğu kez. En azından başlangıçtan önceki sıkıntdı bekleme süresinin bitişidir. Her yeni başladığımız, bizi mutlu eder. Mesela üniversiteye başlamak duygusu, kep giyme töreninden daha hayat doludur çoğu kez. Nikâh hazırlıkları yapmak, davetlileri yolcu etmekten daha heyecan vericidir. Bir kitabı okumaya başlamak sürprizlerle doludur. Hele yeni bir ilişkiye başlamak, hatta evlenmek, bir başkasıyla birlikte hayatta yol almaya başlamak mutlulukla birlikte ümitlerle dolup hayal kurmaktır geleceğe. H Belki de bu yüzden ilkbahar sevilir, mutluluk hissi uyandırır. Belki de bir bitişi hatırlattığı içindir sonbahara olan küskünlüğümüz. Biten yda hüzünlenmemiz... Her bitiş, her bitiriş geride bırakmaktır. Bir nevi terk ediş. Oysa her başlangıç yaşama sevinci doldurur içimize. Çünkü her başlangıcın bir hedefi vardır. Hedefe yönelmek, belki de bir şeyleri başarmak ümidiyle beraber, başarıyı tadabilmenin zevkine ulaşmak mıdır acaba bizi heyecanlandıran? Oyle ya da böyle başlangıçların verdiği keyfi, bitişlerde yakalayamayabiliyoruz. Çünkü her sabah uyandığımızda bizi güne hazırlayacak olan duygu, başladıklarımızı devam ettirip sona ulaşabilme hissidir. Sona ulaştığımızın ertesi sabahı ise o heyecanı bulamayabiliriz. Belki de bu yüzden var olanı tüketmek yerine, yaşatmak zordur. Bir şeyleri sürdürebilmek, tüketmekten daha çok tatmin eder bizi. Ama içimizdeki bitmek bilmez tüketme çabasının belki de tek artısı vardır hayatımızda. O da tecrübe! Bitirdiğimiz, tamamladığımız her bir olayın ardından acı da olsa, tatlı da olsa tecrübeleniriz. Tecrübelerle yeni başlangıçlara yelken açabilmek ve olumsuz tecrübeleri bile hayata çevirebilmek bazen acıtsa da, ileriki zamanlarımız için büyük avantaj kapıları olabilir. Çünkü her tecrübeyle özgüvenimizin de yükseldiğini tadarız. Güven ve tecrübeden tat aldığımızda ise birçok bitiş, ertesi sabahki uyanışlarımızı keyiflendirir. Ve anladım ki, tecrübenin verdiği güvenle sonbaharda yağmurdan kaçmadan ıslanmanın keyfine varabilmek için hedeflerımi bitirmek istiyorum. • [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle