26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 ARALIK 2005 / SAYI 1028 Sevişmek yasaktı, o da evleniverdi... Türkiye'de değişmez yasakların başında gençlerin cinselliği geliyor. Bu yasağı delmenin yolu, evlilik. Imam nikâhıyla evliliği bile göze alışları bu yüzden... Kurallar değişmeyince, üniversitelere düşen, gençleri cinsellik konusunda eğitmek. Emel Kılıç I Anne babalar ne yapmalı? Pedagog Dr. Melda Alantar, annebabaların özellıkle ergenlik çağındakı gençlerle konuşurken, onlara da konuşmaları için fırsat sağlamaları gerektiğini söylüyor. Okulöncesi dönemden itibaren cinsel gelişim üzerınde annebaba ve okuldan doğru, öz ve yaşına uygun bilgiler alan çocuklar ergenlik dönemine daha kolay uyum sağlıyorlar. "Ergen cinselliğini nasıl algılayacağını, karşı cinsle beraberliklerde üstleneceği sorumlulukları bilmeli" diyor Alantar ve ekliyor: "Genç karşı cinsle ilişkilerinin ne kadarına izin verildiği hakkında bilgi sahibi olmalı. Annebaba kız ve erkek çocuğa hamilelikten, cinsel yolla geçen hastalıklardan, gebelikten korunma yöntemlerinden bahsetmeli. Bazı korunma yöntemlerinin cinsel hastalıkların bulaşmasını engelleyemeyeceği anlatılmalı, gerekiyorsa bu bilgiler uzmanlar tarafından gence iletilmeli." srarla soruyor: "Bu görüşmeden sonra yazında sen neyi vurgulayacaksın?" Sonra ekliyor: "Bak ben inançlıyım, inancım günden güne de artıyor... Evliliği insanlar gözlerinde fazla büyütüyorlar... Cinsellik yemek yemek kadar doğal... Evlenmeden önce okulu bitir diyorlardı. Bireyin cinsel organları on iki yaşından itibaren oluşuyor, neyi bekleyecekmişim? Ama evlilik sadece cinsel özgürlük için değil, sadakat, güven ve arkadaşlık... Evlilikte bunların da olması gerekir." O bunlan söylerken telefonu ısrarla çalmaya devam ediyordu. Arayan, "çok kıskançtır" dediği kocasıydı. Adı Inci, 18 yaşında. Soyadını söylemek, fotoğraf çektirmek istemiyor. Adı gibi narin, kırılgan bir yapısı var. Rengârenk saçlarıyla, bohem giyimi, koyu renk nıakyajı, ilginç takılarıyla yukarıda söyledikleri arasındaki çelişki büyük. Rock miizik dinliyor. Bu Inci'nin Istanbul'daki hali... Geçcn yıl üniversitede okumak için, Ege'nin küçük bir kentinden, Istanbul'a gelmiş. Kolayca tahmin edilebileceği gibi o küçük kentte, hem müziği, hem giyimi, hem saçı başkaymış. Özel bir yurda yerleşmiş, ama kısa sürede yurdun kurallanndan bunalmış. "Akşam yedi oldu mu, yurda geleceksin... Erkck arkadaş yasak... Oysa bir crkek arkadaşım vardı ve yurda sık sık geç kalıyordum. Sonunda kovulmayı başardım, aileme telefon edildi, o küçük kente tekrar geri döndüm" diyor. Bir süre sonra ailesini ikna etmeyi başarıp Istanbul'da almış soluğu, üstelik yine eski yurdunda. Bir süre sonra da sevgilisinin evine taşınmış. Elbette bedeninin arzularına kulak vermiş ve sevişmişler, ama o hem kendi içinde hem de toplum gözünde bunu meşrulaştırmak için imam nikâhı kıyılmasını istemiş. Ancak imam nikâhlı evliliği ailesinin gözünde umduğu kadar kabul görmemiş, resmi nikâh şart koşulmuş, Inci de boyun eğmiş. Inci bu resmi nikâhı "bir zorunluluk" olarak tanımlıyor. O cinselliği sevmiş daha çok ve me Vakfı ve Uluslararası Çocuk Merkezi. Bilkent, Hacettepe, Osmangazi, Boğaziçi, Yeditepe, Koç ve Ege üniversitelerinde yürütülen projeyle, hem gençlerin karşılaştığı sorunlar ya da merak ettiği sorulara yönelik danışmanlık hizmeti veriliyor hem de klinik çalışmalar yapılıyor. Boğaziçi Üniversitesi Mediko Sosyal Merkez Müdürii Dr. Ibrahim Dereboy, bu projenin amacının evlilik öncesi cinsel yaşam gibi toplumun tabu olarak gördüğü değerleri yıkmak veya yargılamak olmadığını söylüyor. Amaç, "Toplumun yüzde 20'sini oluşturan gençleri üreme sağlığı, cinsel sağlık konularında bilinçlendirmek, problemlerini çözmelerine yardımcı olmak, ruhsal ve fiziksel bakımdan sağlıklı bir fert olarak topluma kazandırmak". Boğaziçi Üniversitesi'ndc bu proje 2003 yılından beri uygulanıyor. Dereboy, öğrencilerin geri bildiriminden son derece mutlu. Gençler en çok güvenli cinsel yaşam ve korunma yöntemleri konusunda danışmanlık hizmeti alıyormuş. Klinik hizmetlerde ise âdet düzensizlikleri ve üreme sağlığı ve hastalıkları ile ilgili enfeksiyonlar başı çekiyor, "Şimdiye kadar bine yakın öğrenci bu hizmetten faydalandı. Bunun da yüzde 67'sikızöğrencilerden oluşuyor. Birimimizde kürtaj yapılmıyor, ama gerekli hallerde kişi ilgili bir kadın doğum kliniğine yönlendiriliyor" diyor. GENÇ CİNSEL UZMANLAR Yine UNFPA'nın girişimiyle başlatılan "Genç Akran Projesi" ise, gençlerin sorunlarını sağlık uzmanları ya da diğer erişkinler yerine, kendi yaşıtları ile konuşınaya eğilimli olduğu göz önünde bulundurularak başlatılmış. Projenin çalışanları, uzmanlar tarafından yapılan eğitim çahşmalarına katılan, yaşları 1825 arasında değişen üniversitcli gençler. Sayıları, Türkiye genelinde 70'i geçiyor. Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen projenin uygulandığı şehirler ise Yalova, Adana, Çanakkale ve Diyarbakır. Ayrıca, dört ayda bir çıkan dergileri ve "www.gencakran.net" adlı bir web siteleri ile bu şehirlerin dışına da ulaşıyorlar. Gökhan Aydın, Neşe Bilgen ve Ayşe Çelme... Üç farklı üniversiteden, üç genç akran. Amaçları, cinsel eğitim konusunda akranlarının edindiği yanlış bilgileri değiştirmek, gençliğin karşılaştığı ya da karşılaşacağı sorunlara çözümler üretmek, öneriler geliştirmek. Bunun kolay olmadığını çok iyi biliyor • * lar. En büyük şikâyetleri, eğitim kaynağının azlığı ve önyargılar... Öyle ki, kendilerini, gençleri cinsel ilişkiye teşvik ettikleri yönünde suçlayanlar bile varmış. Onlar, bu proje ile eğitirken, öğrenmişler de, "Cinselliğin hayatın gizli, saklı bir yanında olmadığını, doğal yaşamımızın bir parçası olduğunu anladık. Sağlıklı, yetişkin bir birey olmak için temel şartlardan birinin cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda bilgilenmek olduğunu kavradık" diyorlar. İşte bu üç gencin anlatukları... Gökhan Aydın İstanbul Üniversitesi l.stnıf öğrencisi Gençlerin cinselliğe bakışı toplumdan farklı değil. Toplumla aynı muhafazakârhktayız diyebilirim. Hayatın gerçekleriyle karşılaştığımızda zorluk çekiyoruz. Cinsd eğitim ile ilgili bilgilerimiz yetersiz ve yanlış. Eğitim çahşmalarına katılmadan önce, hepimiz önyargdıydık. Çalışmalara 30 kişi ile başladık. Haftada bir gün toplanıyoruz. "Korunma Yöntemleri", "lletişim Dersi", nasıl insanlara ulaşacağımız gibi konularda, herhangi bir kafede 1520 kişilik toplantılar yapıyoruz. Hedefimiz 2 yılda en az 2000 gence ulaşmak. Birçok şey bildiğimizi düşünüyoruz, ama bu, bilgisizliğimizden kaynaklanıyor. Eksiğimiz çok. Neşe Bilgen Boğaziçi Üniversitesi 4. sınıf öğrencisi Ben ayrıca Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nda, lnsan Kaynaklarını Geliştirme Vakfı'nda da çalışmalara katılıyorum. Gençler her zaman en yakınıyla sorunlarını paylaşmak ister. En yakınlarında olan, yine onlar gibi "gençlerle" sorunlarını paylaşıyorlar. Bu konuda biz "genç akran eğiticıleri"ne büyük sorumluluklar düşüyor. Ayşe Çelme Hacettepe Üniversitesi 4. sınıf öğrencisi Amacımız ilk önce kendi bilinç düzeyimizi yükseltmek. Email grupları oluşturduk. Yaşıtlarımız ya da yaşam alanını paylaştığımız kişilerle bilgi aktarımında bulunuyoruz. Okullarda eğitim, stand çalışmaları, akranlarımızı bilgilendirme, arkadaş sohbetleri yapıyoruz. Kimileri cinsel ilişkiye teşvik ettiğimiz yargısına kapılıyorlar. Bilimsel bilgiler aktardıkça gençler bilgiye açık hale geliyor. Bir de, idarecilerin olumsuz tavırları var. Oğretmenler derslerimize girmek istiyorlar, hatta kızerkek ayn eğitilsin talebinde bulunanlar bile var. onu ertelemekten bunalmış. Evliliğinin gerçek nedeni de işte bu. Yaşadıklarını anlatırken oldukça ketum, sessizliği ile hem beni hem de karşısına çıkan her şeyi protesto ediyor gibi. Bir yıl önceki Inci'yi arıyor, bağımsızlığına düşkün, arkadaşlarıyla buluşup gezen Inci'yi Bir ara boşanmayı da düşünmüşler bu yüzden. Üstelik evliliğin kuralları cinsellik isteğinin de önüne geçmiş. "Ben" diyor, "dürüst olduğuma inanıyorum. Yaşadığım her şeyde dürüst davrandım". Ama cinselliğe, kadınlık hallerine dair bilgisi bu istekleriyle aynı paralelde değil, hamile kalsa ne yapacak, nereye gidecek, nelere dikkat edecek, bilmiyor... Inci'nin yaşadıkları da gösteriyor ki cinselliği nikâhı önemsemeden yaşamak gerçekten cesaret istiyor. Çünkü böyle bir yaşam, her şeyin değişiyor göründüğü Türkiye'de toplum yasakları sıralamasının ilk basamağında. Bu da, korunmadan istenmeyen gebeliklere ve hastalıklara kadar pek çok sorunu beraberinde getiriyor. îşte bu dertlerin önüne geçebilmek ve gençlerin cinsel sağlığı ile karşılaştıkları sorunlara yönelik, BM Nüfus Fonu (UNDP) tarafından desteklenen birbiriyle bağlantılı iki proje var. Biri "Gençlik Danışma Birimleri", diğeri "Genç Akran Projesi". "Gençlik Danışma Merkezleri" Türkiye'de sınırlı sayıda üniversitede, gençlere cinsel sağlık hizmetlerinin başlatılması hedefiyle geliştirilen bir proje. Türkiye'deki uygulayıcı kuruluşları ise, tnsan Kaynağını Geliştir AŞIRIHIZ S HASTA EDER! yaşamakla o denli bütünleştik ki, kendi kendimizin despotlan olduk. Devinim çılgınlığı içinde, zorlukla yaşayabilme noktasına değin geliyor muyuz sonunda? Varoluşumuzun temel modeli sporcunun başarı modeline eş: Her zaman daha güçlü, daha yüksek, daha hızlı. Bir kaç saniyeyi tırtıklayabilmek için acı çekmekten kaçınmamak ve rekorumuzu kırmak. Ahlak ve din yasaklarının hemen hemen tümüyle yok olduğu bir dünyada belirgin tek sınır bedensel, fiziksel... "Günlerim aşırı yüklü, çünkü hep abartmam gerekiyor. Tam amaca yaklaştığımda, iç sıkıntısına düşüyorum, yeniden yatmak .uyumak istiyorum" diyor genç bir kadın. Özellikle, uygun ritmini bulmanın olanaksızlığıdır hasta eden. Ateşli yapıdaki bireyler, kendilerini yürekten verme yetisinden yoksun hale gelirler. Kimse onlara ulaşamaz, sanki sosyal olabilmek için kendilerini yönlendirme yatkınlıkları imha edilmiş, asitle eritilmiş gibidirler. Çevresel baskının son noktası, tükenmişlik depresyonudur: kişi, agresiflik, kaygı ve sürekli sinir gerginliği içindedir. Bastırılamaz ağlama krizlerinin pençesine düşer. Yeterince başarılı olamamanın acısını çeker, en sonunda kendini yetersiz hisseder ve çöker. Kadın ve erkek, saate karşı bu yarışta eşittir. Gene de, çoğu kez kadınlar iki kat gerilime maruzlar: Meslek yaşamındaki ve ev yaşamındaki gerilim. Eve döner dönmez, hemen halletmeleri gereken bir iş akınına uğrarlar: Çocukları yıkamak, mutfak, akşam yemeği... İş yerindeyken de onları kafalarında ayarlamalan gerekir. "Yemeği ne kadar zamanda pişiririm? Sofraya oturmadan önce, çocukların saçlarını yıkamaya ne kadar zaman kalacak?" Kendisiyle ilgilenmek için pek az ara bırakan bu zorunluluklar, erkeklerin çoğu için söz konusu değildir. Bu denli aşın elektrikli bir toplum uzun süre yaşayabilir mi? Bu işlevsellik, sınırlarını şimdiden göstermeye başladı. Depresyon rakamları, kaygılı durumlar ve sakinleştirici tüketimindeki artış bunun kanıtı. Uzmanlar "Hayır, bu dayanılabilir gibi değil" diyorlar. Ne var ki, bu dizginlenemeyen ritm yaygınlaştıkça, bizler de kendimizi uyarlamaya çabalıyoruz. Zaman kazanma amaçlı teknolojik ortamlar gelişmeye devam ediyor. Bu da, daha uzun süre hızlı gitmeyi sürdüreceğiz demektir! • Psychologies'den çeviren: EMRE ÇAĞATAY üratin zorlayicılığıyla bağlantılı olarak, zaman kapitalist mantığın da merkezindedir. Benjamin Franklin'in "Vakit nakittir" ilkesini bilirsiniz. Makineler daha hızlı döndükçe, kâr oranları daha yükselir! 199O'Iı yılların ortalarında yeni teknolojilerin topluma yayılmasıyla cep telefonları, internet vbaslında girişim dünyasını ilgilendiren doğrudan ulaşabilmenin getirdiği hız herkese yayıldı. Taşınabilir bilgisayarımla, bir son dakika randevusunda bulunabilirim. tnternet ile seyahat rezervasyonu yaptırmak, kitap almak, banka işlemleri gerçekleştirmek için yer değiştirmem gerekmiyor. Kazanılan zamandan ise rehavete kapılmak için yararlanamam, daha çok iş yapmak için yararlanırım. Buna koşut olarak acil hizmetler doktor, psikiyatr, tesisatçı, eve besin teslimi gittikçe artıyor. Aynı zamanda, düş kırıklığına tahammülümüz yok: Bizi iç sıkıntısı bekliyor. Arzularımız anında ve her yerde doyurulmalı. Başta gelen yakınma konusu "bitkin hissediyorum"dur aslında. Öte yandan, boşta kaldığımız zamanlar bizi iç sıkıntısına sürüklüyor. Bu paradoks değil mi? Değil, çünkü bu toplum bizi durmaksızın performansa zorluyor. Hep bir şeyler gerçekleştirmek zorundayız, her düzlemde: meslekî, kişisel, aşka değgin, evlilikte, aile alanında. Yeryüzünde tüm görevimiz, potansiyelimizin en üstüne çıkarak kendimizi inşa etmemiz gibiymişçesine... Varoluşumuz "yapma" kapasitemize bağlı olarak kendini kanıtlıyor. Aynca bu hızlı, daha hızlı yapmak kapasitemize bağlı çünkü "ne denli hareketliysem, o denli değerliyim". Kendisi için zaman ayırmak söz konusu değil yalnızca, zamanın efendisi olmak da söz konusu. Böyle DURMAK, ÖLMEK DEMEK... îvedilik bağımlıları için, saptanan amacı geciktirmek, bir an duraksamak, ölümle eşdeğerdir. Yavaş hareket edenler, dışlanmaya mahkum. Bir yandan da, yavaşlık bir hak olarak talep ediliyor. Fast food, zapping ve klip toplumuna, ânidenlik ve şipşaklık kültürüne karşı sesler yükseliyor. Zamanın tadını çıkarmaya, ağır ağır pişen yemeklerin mutfağına davet var. Ama tüm bu yavaşlık dileklerinin, ivediliğin egemenliğine karşı lusıtlı ve dar kapsamlı karşıtlıklar olarak kalması kaçınılmaz. Yaşamın giderek artan hızı ruhsal sağlık için tehlıkeli olabilir. Ne var ki, herkes buna aynı tepkiyi göstermiyor. Kişi kendini ne denli düzene koyabilir, zamanını ve önceliklerini yönetebilirse, çözülme riskinden o denli uzaklaşır. Hızsız yaşayamayan başka bazıları ise, "tripte" gibidirler, sanki ivedilik onlara amfetamin olarak hizmet eder. Ivediliğin egemenliği, yorgunluğun iç sıkıntısı, fiziksel ve ruhsal dengemizde sürekli bİr baskı oluşturuyor. Bundan kurtulmanın yolları var mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle