22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EDİTÖR'DEN e vaktinden önce, ne sonra... Tarkan hayatlarımızın ortasına tam zamanında düştü. Kafa karıştırdı, yordu, kadını da erkeği de şöyle bir sarstı, kimini esnetti, kimini daha fazla gerdi. îmgesi kendisinden, müziğinden bile güçlü çünkü, cinsel kimlikler arasındaki derin, çatışmalı, acıklı yarığı görünür kılıyor. Bedenini kullanma hali, her iki cinsin de içselleştirdiği erkek ağırbaşlılığını kırıyor... Bedeniyle, varoluşuyla baş etme sürecinde yalpalayan, ama vazgeçmeyen kadına belli belirsiz bir destek de bu. Devam et, bul, iste ve asla vazgeçme! Aynılaştırma, sıradanlaştırma, yabancılaştırma, daha sert, ama daha doğal taleplerin üzerini pek de hissettirmeden örtmek de var elbette bu imgede. Ancak bu imge kazındığında alttan görülen o bildik, hoyrat ifadeden daha az şiddet yükJü. Cinsel kimliğinin belirsizliği, o androjen hali bir iktidar boşluğu doğuruyor ki, bu boşluk her iki cins için de geniş bir hareket alanı tanıyor. Tarkan 'la birlikte 13 yıl geride kaldı. Yeni bir albümün öncesinde Ozlem Altunok işte bu 13 yılın hikâyesini yazdı. Onun kendinden bir ikon yaratabilmek için nasıl hem içinde hem dışında dokunulmazlık halesi yarattığının da hikâyesi bu. Esra Açıkgöz ise yavaş yavaş unutmaya yatüğımız Malatya Çocuk Yetiştirme Yurdu'nda yaşanan şiddetin peşinden gitti bu hafta. Şiddetin görünür hale gelmesiyle "tavan yapan" duyarlılığımız yatışırken o tuttu, evde, okulda, sokakta yaşanan şiddetin belleklerdeki izini, kişilikteki ' tahribatını sordu, dayakla eğitilenlere. Görülüyor ki, o iz kolay kolay silinmiyor. Sizin bir çırpıda okuyacağınız o anlatılar, yaşayanlar açısından yeniden o günlere dönmek, yeniden kanamaktı. Buna izin vermeleri ise şiddeti daha görünür kılmak içindi, bu yüzden hepsine bir teşekkür borcumuz var. Bir teşekkür de Prof. Dr. Oya Köymen'e... Çocuk Yetiştirme Yurtları'mn kuruluşunun tarihini kişisel tarihiyle buluşturup yazdığı için... Doktor annesiyle birlikte altı yılını Keçiören Çocuk Yetiştirme Yurdu'nda geçirmiş, oradan ablaları varmış ve aklında dayak değil, çocuk çığlıklan, gülüşleri kalmış... Bu gülüşlerin kırıldığı yeri de vurguluyor Köymen: "12 Eylül sonrasının neoliberal politikaları..." îyi haftalar... N Kim gerçekten yaşar, hangi ölünün yası tutulur? ABD'li felsefe profesörü Judith Butler, "Kırılgan Hayat" kitabında 11 Eylül'ün ardından başlayan sansürü ve kutsanan şiddeti anlatırken işte bu soruları da yanıtlıyor. "Irak'ta ölen her bir ABD'linin bir adı var" diyor Butler ve soruyor: "Peki ya Iraklılar? Ne de olsa yüzü olmayanların ölümü keder Kimin yası tutuluyor? Özgür Erbaş A BD'nin Irak işgali sırasında ölen askerlerinin sayısının, "psikolojik sınır" olan 2 bini bulmasından söz edildi. Bunun üzerine New York Times gazetesi, 4 sayfasını ölen askerlerin resimlerine ayırdı. Resimlerin altında askerlerin adları ve doğum yerleri yazıyordu. Bu savaşta ölen Iraklı sivil sayısı ise yaklaşık 36 bin. Onlar, Irak'tan hemen her gün gelen bombalı saldırı haberlerinde ölenler olarak tarihe geçiyor, adları anılmıyor. ABD askerlerinin toplu ölüm ilanlarının yanında, onların esamesi okunmuyor. İşte bu noktada, hangi "kişinin" ölümü gerçekten ölümdür, kimler gerçekten yaşar ya da kimler "insan"dır, kimler değildir sorusu akıllara geliyor. İşte bu sorunun yanıtının peşine düşen ABD'li felsefe profesörü Judith Butler, 5 denemeden oluşan "Yasın ve Şiddetin Gücü" altbaşlığını taşıyan "Kırılgan Hayat" kitabında, güvenlikle özgürlüğün savaşını tartışıyor. ABD'de 2004'te yayımlanan kitap Başak Ertür'ün çevirisiyle Metis Yayınları'ndan çıktı. Butler kitapta mılat olarak 11 Eylül saldırılarını alıyor. Saldırıların ABD için "yaralanabilirliğin ortaya çıkışı" ve dolayısıyla "hem korku hem de keder" anlamına geldiğini ifade eden Butler, "Ancak yaralanabilırlik ve kayıp deneyimlerinin ille de doğrudan askeri şiddet ve misillemeye yol açmak zorunda olup olmadığı aynı ölçüde kesin değil. Başka gey çitler de var. Eğer şiddetin döngülerini durdurarak daha az şiddet içeren sonuçlar üretmek istıyorsak, keder siyasi olarak savaş çığlığından başka neye dönüştürülebilir sorusunu sormamız kuşkusuz önem taşıyor" diyor. Bunun özellikle ABD'liler için dünyada yaralanabilirliğin nasıl paylaştırıldığı sorusunu düşünme fırsatı olduğunu söylüyor Butler ve ekliyor, " Yaralanmış olmak demek, insanın yara üzerine düşünme, hangi "•^Jk mekanizmalar aracılığıyla paylaştır ıldı^ ^ ğını öğrenme, başka kimlerin hangi şe^ killerde geçirgen sınırlardan beklenT medik şiddetten, mülksüzleştirilmeden ve korkudan mustarip olduğunu anlama şansını elde etmek demektir. Ulusal egemenliğe meydan okunmuş olması, onu her ne pahasına olursa olsun kuvvetlendirmeyi gerektirmez, özellikle bunun sonucunda sivil özgürlükler askıya alınacak ve siyasi muhalefet bastırılacaksa"... Butler "Açıklama ve Temize Çıkarma" ya da "Neyi Duyabildiğimiz" başlıklı denemede, saldırılann hemen ardından oluşan yoğun sansür havasını, olayların nedenlerini anlamaya çalışanların, saldınyı gerçekleştirenleri temize çıkarmakla suçlandığını anlatıyor. Böyle bir saldırı karşısından insanın hem derin bir keder duyabileceğini hem de kamusal yasın eleştirel söylemi bastırmasına göz yummayabileceğini söylüyor Buder. ABD solunun "Bizden neden bu kadar nefret ediyorlar" sorusuna verdiği yanıtların ahlakçı, entelektüel düşmanlannca ciddiye alınmamasının nedenini, "Sola, kendineboş yere eziyet eden Birinci Dünya seçkinleri olarak bakmaktan kaynaklı güvensizlik" olarak açıklıyor. ABD'nin dış politikasının, saldırıların kaynaklarından biri olduğuna dair eleştirilerin ABD basını tarafından görmezden gelindiğinin altını çizen Butler, Noam Chomsky ve Arundhati Roy'un görüşlerinin bütünüyle sansüre uğradığını, barış eylemlerinin açıkça alaya alındığını anımsatıyor. Bireysel ve ulusal olarak şiddete bakışın ve şiddeti hayatın içinde konumlandırışm, "terör", "saldırı" ve "savunma" kavramlarının altının nasıl doldurulduğunu belirlediği tespitinı yapan Butler, "Kendimizi merkeze koyup, BM'yi ikinci sınıf bir müzakere kuruluna indirgeyip yerine Amerikan tek yanlılığında ısrar ederek, 'Kim bizden yana, kim bize karşı' diye soruyoruz. ABD'nin karşı karşıya olduğu sorunun bir parçası da liberallerin sessizce savaşın arkasında durarak, ABD devlet şiddetini terörist damgası yemekten kurtaran gerekçeyi kısmen sağlamış olmasıdır" diyor. Saldırılar, nedenleri ve ABD politikası üzerine düşünmeyi yasaklamanın düşünceye karşı "ahlaki bir sorumluluğu" yerine getirmekten kaçmak olduğunu belirten Butler, bunun "daha iyi bir dünya tahayyülünü de felce uğratacağını" sözlerine ekliyor. ELEŞTİRİ HAİNLİK SAYILDI Kitaptaki ikinci deneme "Şiddet, Yas ve Siyaset" başlığını taşıyor. Butler bu denemede, kişisel duyguların, siyaseti nasıl belirlediği, bir duygunun cenıaate ait hale geldiğinde nasıl evrildiğıni anlamaya ve anlatmaya çalışıyor ve "kimin yaşamı gerçekten hayattır, kimin ölümünün yası tutulur" sorularını soruyor. insanın ya da kurduğu cemaatlerin kendini tanımlamakta kullandığı "öteki"leri, bir şiddet türü olarak yok sayması, "hayaletleştirmesi"ni psikanaliz yöntemini de kullanarak irdeleyen Butler, " Peki kimin yası tutulur? Kimin için ölüm ilanı verilebilir? Peki ya ABD'nin desteklediği Israıl ordusunun öldürdüğü Filistinlilerin adlarını bilebiliyor muyuz? Kim onlar? îşte burada, insan olarak sayılanlar ve sayılmayanların ölumleri üzerindeki hiyerarşi ortaya çıkıyor. Zaten pek de yaşamamakta olanlara, yani ölümle yaşam arasında askı ya alınmış olarak yaşayanlara gösterilen şiddetin, iz olmayan bir iz bıraktığını görüyoruz" diyor. Butler, ABD'de meşru müdafaa adı altında şekilsiz bir ırkçılığın yaygınlaştığını söylüyor ve bunun tehlikelerine dikkat çekiyor. ABD'nin Irak'ı "özgürleştirmek" için işgal etmesinden önce, kendi topraklarında "sıkıyönetim" ilan etmesi anlamına gelen Vatanseverlik Yasası'nı ve Guantanamo'daki tutsakları anlauyor "Süresiz Alıkoyma" denemesinde. ABD'nin saldırıya maruz kalmış olmaktan kaynaklı öfkesini, "dünyanın demokrasi ışıldağı" olmasına neden saydığı tüm yasal güvencelerden vazgeçme pahasına dünyaya kustuğunu söylüyor. Üste tutulanlar hangi sıfatla orada bulunuyorlar, ne zaman yargılanacaklar, suçları tam olarak ne, hangi mahkeme onları yargılamaya yetkili ve hatta eğer yargılanma şansı! elde ederler de beraat ederlerse salıverilecekler mi? Bu soruların hemen tamamının yanıtı belirsiz. ABD'deki olağanüstü hal uygulamasının ne kadar süreceğine dair hiçbir bilgileri olmadığını söyleyen Butler, yürütmenin tüm yetkileri ele geçirerek, yasama ve yargıyı anlamsız birer araç haline getirmesinin dehşet veren dengesizliğini gözler önüne seriyor. Tüm zincirlerinden boşanan bir yönetim erkinin kendini Guantanamo Üssü'nde ortaya koyduğunu ifade eden Butler, "tehlike", "tehdit", "terör" ve "güvenlik" kavramlarının, hukuk ve adaletten bağımsız biçimde yönetim tarafından doldurulmasmın, tüm ABD'liler için tehlike oluşturduğunu vurguluyor. Yükselen milliyetçilik, yaygınlaşan sansür ve kimilerinin insan sayılmamasının etkilerinin niyeyse Israil'i eleştirmek isteyenleri de etkilediğini ve "derhal antisemitist damgası yediklerini" anlatıyor. Bu damganın ABD'nin son savaşlarına karşı çıkanlara yapıştırılan, "vatan haini", "terörist sempatizanı" yaftalarına benzer etkileri olduğunu belirten Butler, eleştiri ve tartışmaların ekseni kayarkcn Filistinlilerin acılarının görmezden gelindiğini, bununla birlıkte tsrail'deki barış yanlılarının da onlarla birlikte "hayaletleştirildiğini" ortaya koyuyor. Kitabın son denemesi "Kırılgan Hayat" başlığını taşıyor. Butler bu bölmüde Emmanuel Levinas'ın "yüz" üzerine sözlerini, özellikle "yüzün anlamı öldürmeyeceksin demektir" derken, insanın "öteki"yle birlikte var olacağını anımsatıyor. Levınas, "Ötekinin aşın kırılganlığı olarak yüz. Ötekinin kırılganlığı karşısında uyanık olarak barış" derken ifade ettiği diğerkamlığı Butler kitabın tüm bölümlerinde parça parça anlatıyor. Yüz yüze geldiğimiz "öteki"mizi öldüremeyeceğimizi anlatıyor Buder, medyanın bizı "yüzler"den esirgediğini, bir yerlerde, birilerinin öldüğünü söylerken, yas tutmamıza, kederlenmemize engel olduğu kadar, aslında neyi yitirdiğimizi fark etmemizin de önüne geçtiğini söylüyor. • Berat Günçıkan Cumhuriyet DERGİ* Imtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına tlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: tbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Mehmet Sucu Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Baskı: thlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna / tstanbul Idare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişlİ/lstanbul Cumhuriyet Reklam (0212)251 98 7475 (0212)343 72 74 *Cumhuriyet Gazetesi'nin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet. com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle