01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 6 KASIM 2005 / SAYI 1024 uştan yalanlar... ldatma, insanlık tarihinin tamamını kırmızı bir sicim gibi sarmalıyor. Homeros'un hilekâr Odysseia'sinden günümüzün en popüler romanlanna kadar edebiyatı besliyor. Aklınızda yer eden bir filmde de muhtemelen hikâye bir şekilde hilekârlık etrafında dönüyordu. Belki de bu hikâyeleri bu denli büyüleyici bulmamızın nedeni yalanın insan hayatının her alanına girmiş olmasından. Yalan söylemek içimizde derinden gelen bir beceri ve kontrolsüzce kullanıyoruz. Mark Twain bir yüzyıldan daha önce şöyle yazmıştı: "Herkes yaJan söyler... her gün, her saat, uyanıkken, uykuda, rüyalarında, neşesinde, mateminde. Diline hâkim olsa bile elleri, ayakları, davranışı aldatmayı sürdürecektir". Anlaşılan, aldatma insan olmanın temelinde var. Araştırmalar da Twain'i doğruluyor. 2002 yılında Massachubett Amherst Üniversitesi'nden psikolog Robert S. Feldman bir yabancı ile konuşmalan istenen öğrencileri gizlicc videoya kaydetti. Ardından öğrcncilcrc bu bantlarını analiz ettirdi ve söylemiş oldukları yalanları saydırdı. Yüzde 6O'ı konuşmanın 10 dakikalık bir böliimünde en azından bir kez yalan söylediklerini kabul etti. Önce kendini kandırmayı öğreniyor insan, sonra da gönül rahatlığıyla diğerlerine yalan söylüyor. Elbette herkes iyi birer yalancı değil. Ya kızaran yüz, ya yere vuran ayaklar ya da burun kaşıma yalanı ele veriyor. mizde garip bir asimetri mevcut. Çoğunlukla, başkalarını bizi aldatmakla suçlarken kendi ikiyüzlülüğümüzü göz ardı ediyoruz. Bir kandırmacanın kurbanı olduğumuz deneyimler hafızalarımıza izi silinmeyecek şekilde kazınırken bizim bir çırpıda söylediğimiz yalanların aynı şey olduğunu fark etmiyoruz. Peki kendimizi neden ve nasıl kandırıyoruz? Buna şöyle bir yanıt vermek mümkün; tahminen ilk atalarımızın yaşadığı standart sosyal çevre olan avcıtoplayıcı kabile toplumlarında kandırma eylemi sırasında suç üstü yakalanmak kurtlara yem olmak üzere sosyal aforoz ya da topluluktan sürülme ile sonuçlanryordu. Onlar da sosyal olarak kavrayışı güçlü ve yüksek zekâlı primatlar oldukları için, bu tehlikelerin farkına vardılar ve bilinçli birer yalancı olmayı öğrendiler. Bu farkındalık yepyeni bir problem yarattı. Rahat olmayan, tedirgin yalancılar kötü yalancılar. Pinokyo gibi, kendilerini sözel olmayan hareketlerle istemeden ele veriyorlar. Freud şöyle demişti: "Hiçbir ölümlü sır saklayamaz. Dudakları sessiz kalsa da, parmak uçlarıyla ses çıkarır; sadakatsizlik her yerinden akar". Artan gerginliğimizi bastırmak için, kendiliğinde sesimizi yükseltiyor, kıpkırmızı kesiliyor, deyimdeki gibi soğuk terler döküyor, burnumuzu kaşıyor, kaçıp gitme isteğimizi zorlukla bastırmak için ayaklarımızla küçük hareketler yapıyor, ses tonumuzu kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Yani, öyle ya da böyle, aldatma çabamızı sabote ediyoruz. Günümüzde bir kullanılmış araba satıcısı güven vermeyen bakışlarını koyu güneş gözlüklerinin arkasında gizleyebiliyor ama Pleistosen çağında bu tür gizlenme mümkün değildi. Başka türlü çözümler gerekiyordu. Doğal seleksiyon, bizi kendimize yalan söyleme yetencği ile donatarak Pinokyo problemini çözmüş gözüküyor. Kendimizi kandırmak, kendi gizli gündemimizden habersiz kalarak, etrafimızdaki diğer insanları bencilce manipule etmemize izin veriyor. Artık rol yapmaya, gerçeği söylüyormuş gibi yapmaya ihtiyaç yok. Aslında, kendini aldatan birisi bilgisi dahilinde gerçek olduğunu düşündüğü şeyi söylüyor ve insanın kendi hikâyesine inanması onu her şeyiyle çok daha ikna edici kılıyor. • Çeviren: VOLKAN ARAN Davıd Lıvıngitone Smıth, American Scientific Mind A YALAN MAKİNESİNE BAĞLI KADINLAR... Bu süre boyunca grubun yalan söyleme oranı 2.9'du ve yalanlar, kasıtlı abartılardan, müthiş uydurmalara kadar uzayıp gidiyordu. Erkekler ve kadınlar eşit sıklıkta yalan söylüyorlardı, ama Feldman, kadınların genellikle, konuşulan yabancının kendini iyi hissetmesi için, erkeklerin ise sıklıkla kendilerini olduğundan iyi göstermck için yalan söylediklerini saptadı. Erkcklere dair epeydir bilinen, cinsel zaferlerinin sayısı hakkında göz kırpmadan yalan söyleyebildikleri. Kadınlar ise cinsel tecrübe düzeylerini düşük göstermeyi yeğliyorlar. Bir araştırma için kadınlardan kişisel cinsel davranış ve yaklaşımları üzerine anket doldurmaları istendi. Kadınlardan bir grup, sahte bir yalan makinesine bağlandı. Makineye bağlanan kadınlar geçmişte, anketi makineye bağlanmadan dolduran kadınlardan iki kat daha fazla sayıda sevgilileri olduğunu söylediler. Bu, sahte yalan makinesine bağlı olmayan kadınların daha az dürüst olduklannı gösteriyor. Araştırmacıların, kadınlardan yalanları hakkında doğru bilgileri almak için aldatmaya başvurmak zorunda kalmalan ise tam bir tezat. Aldatma fetişi sözlü düzenbazlığımızın ötesine uzanıyor. Eksik bilgi ya da yorum kurnazlıklarıyla da yalan söylüyoruz. Sözlü olmayan aldatmaların sayısız biçimine de başvuruyoruz, makyajı, peruğu, kozmetik cerrahiyi, giyinmeyi ve süsün diğer biçimlerini gerçek görünümümüzü gizlemek için kullanıyor ve vücut kokumuzu farklı yansıtmak için parfümlere, deodorantlara bulanıyoruz. Timsah gözyaşları döküyor, yalandan orgazm oluyor ve yüzümüze yapmacık bir "iyi günler" gülümsemesi konduruyoruz. Yani su katılmamış sözlü yalanlar, insan hilekârlığının devasa goblenine ait yalnızca küçük bir parça. Peki, neden bu kadar kolayca yalan söylüyoruz? Yanıt: çünkü işe yanyor. En iyi yalan söyleyebilen Homo Sapienslcr, evrime yeni nesil katma başarısı için verilen amansız mücadelede hemcinslerine karşı üstünlük kazanıyor. Başarmak için birbirine sıkı sıkıya bağlı bir sosyal sisteme uymamız gerekse de, asıl amacımız kendi çıkarlarımızı gözetmek. Yalan, beyinlerimize işlemiş bir hüner olan, kendimizi kandırmaya, hilekâr davranışlarımızı onaylamamıza da yardımcı oluyor. Bu yalın gerçek rahatsız ettiyse, yalana başvuran tek tür olmadığımızı bilerek biraz teselli bulabiliriz. Bitkiler ve hayvanlar birbirleriyle sesler, törensi gösteriler, renkler, havayla taşınan kimyasallar ve diğer yöntemlerle iletişim kuruyorlar. Biyologlar geçmişte bu iletişim sistemlerinin tek fonksiyonunun kesin bilgiyi aktarmak olduğunu varsaymışlar, ama bugün insan dışındaki türlerin de yanlış mesajlar gönderme konu sunda epey çaba gösterdikleri biliniyor. Yırtıcı bir hayvan kendisine yaklaşırken, tamamen zararsız domuz burunlu yılan, kafasını düzleştirip, yayılarak kobraya benzer bir görünüm kazanıyor ve tehditkâr bir şekilde tıslıyor, delicesine bir saldırganlıkla ısıracak gibi yapıyor ve tüm bunlar sırasında ağzıru ketumca kapalı tutuyor. Eski Dünya maymunlarını, insana yakın maymunları ve kendimizi de içeren grup olan Katerine primatlarının hepsi taktiksel olarak kendi türlerinin üyelerini kandırma yeteneğine sahiplerdi. Kandırmacalan; önceden hesaplanmış, değişken ve farkldaşan sosyal ortama çok duyarlıydı. SAHTEKÂRLIĞIN ASİMETRİSİ... Sosyal oyunculuğun karmaşık koreografisi bugün de önemli. En iyi aldatanlar, daha dürüst ve daha az rekabetçi denktaşlarının mahrum kaldığı avantajlara sahipler. Yalan söylemek sosyal etkileşimlerimizi rahatlatma, başkalarını yönlendirme ve arkadaş edinme konusunda da bize yardımcı oluyor. Dahası sosyal popülerlikle kandırma becerisi arasında bir korelasyon da var. Iş bulmak için özgeçmişlerimizi farklı yansıtıyor, not ortalamamızı yükseltmek için makale aşırıyor ve müstakbel cinsel partnerimizi yatağa atmak için gözünü boyuyoruz. Araştırmalar yalancıların iş bulma ve karşı cinsi etkileme konusunda genellikle daha iyi olduklarını gösteriyor. îronik bir şekilde, başkalarını kandırma konusunda bu denli iyi oluşumuzun temel nedeni, kendimizi kandırma konusunda da iyi oluşumuz. Sahtekârlık tanzimi PARMAK EMME UZUYORSA... Serap Altekin Çocuklarda sıklıkla görülen uyum ve davranış bozuklukları: Altını ıslatma ve dışkı kaçırma Konuşma bozuklukları; kekemelik, Tikler Parmak emme Ritmik sallanma Kendi kendine vurma, kendini ısırma, kafasını yere vurma Tırnak yeme Fobiler ve korkular Yeme bozuklukları; iştahsızlık veya aşırı yeme Uyku bozuklukları; uyurgezerlik, kâbuslar, gece diş gıcırdatma Mastürbasyon; kendi kendini tatmin etme, kendini uyarma, sürtünme Içe kapanıklık, sosyal kaygılar, aşırı çekingenlik Çalma Yalan söyleme Aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve konsantrasyon güçlüğü Oğrenme güçlüğü; okuma, yazma ve matematik becerilerinde gerilik Saldırganlık; şiddet, kavga, dövüş, küfretme Saç, kaş, kirpik koparma Aşırı inatçılık ve karşı gelme, sosyal uyumsuzluk Depresyon; içe kapanma, geri çekilme, yalnızlaşma, yabancılaşma, isteksizlik, motivasyonsuzluk, üzüntü, keder ve çökkünlük Sosyal problemler; dışlanma, reddedilme, ilişki kuramama ve sürdürememe tletişim problemleri; kendini ifade edememe, empati kuramama Benlik değeri algısında ve kendine güvende azalma H er çocuk farklı bir hamurla dünyaya gelir. Belirli sınırlar ve genel geçcr tanımlar olmakla birlikte, her çocuğun gelişim hızı ve öyküsü farklıdır. Değişim ve gelişim bir süreçtir, bir yolculuktur. Ve bu süreç zaman zaman inişli çıkışlı, zaman zaman hızh, zaman zaman daha yavaş olabilir. Çocuğu gözlemlerken ve değerlendirirken; beklenti ve hedefleri belirlerken bu noktayı dikkate almak önemlidir. Herhangi bir problemle karşılaşıldığında önce öz kaynakları harekete geçirmek gerekir. Bazen çocukta ortaya çıkan bir davranış problemi, doğru ve etkili annebaba tutumları, yerinde müdahalelcr vc iyi bir aile desteği ile kolaylıkla aşılabilmektedir. Ancak zaman zaman da ailenin kendi problem çözme ve baş etme yöntemlerinin sonuç vermediği durumlar olur. Çözülemeyen problem çoğunlukla büyüyerek içinden çıkılması gittikçe zorlaşan bir kısırdöngü halini almaya başlar. Işte bu noktada bir uzman desteği faydalt olur. Problemi tanımlamanın birinci basamağı iyi bir gözlem yapmaktır. Önemli olan, söz konusu çatışmanın ya da problemin kapsamı ve kökenini saptayabilmektir. Hangi davranışın, ne kadar süredir, hangi zamanlarda, ne sıkhkla ve ne yoğunlukla ortaya çıktığını tespit etmek önemlidir. Bunu yaparken çocuğun yaşını, içinde bulunduğu gelişim aşamasının özelliklerini ve durumsal hıktörleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Örneğin; parmak emme davranışı 3 yaşa kadar normal kabul edilmekle birlikte, 34 yaşlarından sonra devam etmesi bir problemin işareti olarak değerlendirilmelidir. Çünkü 34 yaşlarından sonra da devam eden parmak emme davranışı, erken dönemde ihmale, yetersiz ilgiye veya şiddete maruz kalan çocukların kendini sakinleştirme biçimi olarak ortaya çıkar. Başka bir örnekse, alt ıslatma veya dışkı kaçırma konusudur. Tuvalet eğitiminin devam ettiği veya yeni yeni tamamlandığı yaşlarda, genellikle 24 yaşları arasında, ço cuğun ara sıra altını ıslatması veya dışkı kaçırması son derece normaldir. Ancak bu durum, çocuk tuvalet eğitimini tamamladıktan, 5 yaşlarından sonra halen devam ediyorsa, bir patolojiden söz edilebilir. Bu durum aile sistemi ve aile içi ilişkilerle ilgili bir sorunun dışavurumu olabileceği gibi ürolojik ya da nörolojik bir problemin varlığından da kaynaklanıyor olabilir. ÇOCUĞU PSİKOLOĞA GÖTÜRÜRKEN... Olabildiğince açık, net, samimi ve dürüst bir açıklama yapmak her zaman daha faydalıdır. Durumu çocuktan gizlemek veya ona yalan söylemek son derece zararlı ve güven kırıcı olabilir. En önemli nokta; çocuğun kendisini dışlanmış, etiketlenmiş, "hasta", "anormal" veya "problemli" gibi algılamasına yer vermeyecek bir açıklama yapabilmektir. Çünkü bu, çocuğun özgüvenini ve benlik değerini zedeleyeceği gibi terapi süreci için de bir direnç ve engel oluşturur. Olumlu ve yapıcı bir çerçevede tanımlamak önemlidir. Sadece çocuğu hedef alan bir çalışma değil, ailece alınan bir destek, bir yardım olduğu mutlaka vurgulanmalıdır. Yapılabilecek açıklamalar çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine ve durumun niteliğine göre değişebilir; ancak anne babalar, çocuklarını psikoloğa götürürken aşağıdakine benzer ifadelerden yararlanabilirler: "Nasıl daha iyi anne baba olabileceğimizi öğrenmek için gittiğimiz bir yer" "Bazen biz de kendimizi çaresiz hissediyoruz, belki hep birlikte düşünürsek, daha iyi fikirler ve çözümler üretebiliriz" "Bazen konuşarak bazen oyun oynayarak rahatlayabileceğin bir yer" TERAPİNİN AMACI NE OLMALI? Uzman ve ailenin etkin işbirliği; sabırlı, dikkatli ve kararlı ortak çalışması esastır. Amaç, salt davranış bozukluğunu ve semptomu ortadan kaldırmaya çalışmak değil, bu davranışı veya bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olan faktörleri keşfetmek ve esas onları ortadan kaldırmaya veya onlarla baş etmeye çalışmak olmalıdır. • Çocuğunuz üçdört yaşına gelmesine rağmen parmağını emiyorsa ortada bir sorun olduğunu düşünmeye başlayabilirsiniz. Önemli olan, bu davranışa yol açan çatışmayı ya da problemin kaynağını bulabilmek, sonra...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle