Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 KASIM 2005 / SAYI 1027 P CAMBAZI GİBİ YAŞAMAK Özlem Altunok I nat, mücadele, direnç, umut... Bunlar Şahika Tekand'ın tiyatrodan bahsederken en sık kullandığı sözcükler. Öncc tiyatro kürsüsünde akademisyendı, sonra sinemayı denedi, uzun bir süredirse sadece tiyatro yapıyor. Kolay değil, 18 yıldır, Studio Oyuncuları'nın başında ip cambazlığına benzettiği bir oyunculuğun peşinde koşturuyor. înadının karşılığını da yönettiği son oyunla almış gibi görünüyor. Tekand, 2500 yıllık bir efsane üzerinden bugünii sorguladığı "Oidipus Sürgünde" oyunuyla, Türkiye'den bir tiyatronun ilk kez Tiyatro Olimpiyatlan'na katılmasını sağladı, yurtdışında pek çok festivale katıldı. Oyun, son olarak Slovenya'daki "Ex Ponto2005 Fcstivali"nde "En lyi Oyun" seçildi. 2006 tiyatro sezonunda ise Almanya, Rusya, Boston, îtalya ve Bratislava'daki çeşitli festivallen dolaşacak. Şahika Tekand'la tiyatro tutkusunu ve direnç noktalarıni konuştuk. arasına sınır koyduğum bu söylcm, son 20 yılın söylemine karşı geliyordu. Yani "Hayat bir oyundur, artık yapacak bir şey yok, geleceğimiz de yok, o zaman haydi oyun oynayalım" mantığının tam tersini uyguladım. Bunu da çağdaş yöntemlerle aktardım. Batı, bu farklı yorumun içinde oryantalist unsurlar aramadı mı? Vaktiyle başımıza gelmişti bu. "Gergedanlaşma" oyununu bir proje olarak Bonn Bıenali'ne gönderdiğimizde, "Yeterince Türk bir oyun değil" yanıtını almıştık. Nedeni de oyunda göstere göstere sunulan yerel ya da etnik unsurların olmamasıydı. Pek çok sanatçımız bunun gördüğü kolay kabulden nasibini almış, senelercc buradan ekmek yemiştir. Oysa sadece o yerelliğin içine sıkışırsanız sizi turistik bir unsur olarak alıyor, kullanıyor, sonra da bir kenara koyuyorlar. Peki Türkiye'den çok, dışarıdan onaylanmak, görülmek ne hissettiriyor? Şahika Tekand'ın yönettiği "Oidipus Siirgünde" Türkiye'de sadece beş kez sahnelendi... Bu, uzun vadede risk almak değil mi? Tıpkı, akademik kariyeri bırakıp sinemaya yönelmeniz, sonra da tamanıen tiyatroyla uğraşmanız gibi... Tüm bunlar, hep istediğim şeye doğru giden bir yoldu. Hani su kaplumbağasının hep denize dönmesi gibi... Bu risk faktörü, rejilerimde de, kurduğumuz oyunculuk yönteminde de var. Gerçek, canlı ve içten olabilınek için, bedeli ne olursa olsun bu riski göze almanız gerekir. Yıllardır söylediğim ip cambazı gibi yaşamak tanımına karşılık geliyor bunlar. Bir hedef koyuyorsunuz ve kendinizi kendinize, mesleğinize, yamnızdakilere feda ediyorsunuz. Sonuçta iyi şeyler, bedeli ödenmeden elde edilmiyor. Bu da yaptığınız işin hem değerini arttırıyor hem de iç terbiyesine ulaşmanızı sağlıvor. Bedeller, aynı zamanda kırılma noktaları mı? Tabıı. Paradan vazgeçtiğinizden ayakta kalmak için daha fazla çalışıyorsunuz. Mesela buradaki oyuncuların çoğunun ikinci mesleği var, bu oyunları mesai saatlerinden arta kalan zamanlarda çalışarak ortaya çıkarıyoruz. Şaka değil, 18 yıldır buradayız. Zaten burada, yeteneği de böyle tanıtnlıyoruz; başınıza ne gelirse gelsin, hangi koşullar altında olursa olsun, bu mesleği devam ettirebiliyorsanız, yeteneklisiniz demektir. Siz yaşadınız mı böyle bir şey? Doğrusu, tiyatro benım için can simidi gibiydi. Döneceğim bir yer vardı. Sanat yapmaya devam edeceğimi biliyordum. Ama elbette, hayat standardımdaki açığı nasıl kapatacağımı düşündüm. Bunu telafi etmek için bir iş ortamı yarattım ve atölye çalışmalarına başladım. Ama unutulmak anlamında bir korku, çelişki yaşamadım. Daha25 yaşındayken, "Her rol oynamaya değerdir" demiştim. Birileri bir gün benimle sinema yapmak isterse buradayım, ama henüz karşıma değecek bir teklif gelmedi. Hâlâ bekliyorsunuz yani... Tabii ki, iyi bir proje gelirse seve seve oynarım. Hatta belki de ben çekerim... Üstelik elimde yazılı bir proje de var; başından sonuna insanı doğru dürüst anlatan bir öykü... Büyük ihtimalle bir iki sene içinde çekeceğim. • Şahika Tekand "Risk almak gerek" diyor. Bu yüzden oyunculukta da, yönetmenlikte de bir ip cambazı gibi yaşamaya çalışıyor. "Oidipus Sürgünde"yle 2500 yıllık bir tragedyayı bugüne taşıması da bu yüzden. ANAYURTOTELİ'NDEN SONRA Bu mekân size neler kazandırdı? Burada 18 yılda müthiş bir sırkülasyon oluştu. Birçok oyuncu, yeni yazar ve yönetmen yetişti. Nasıl uçakta, acil durum anında çocuğunuzu kurtarmak için önce sizin oksijen maskesi takmanız gerekiyorsa, ben de onları yetiştirmek için sağlıklı olmak, ayakta kalmak zorundayım. Bu da kuruma olduğu kadar bana da yarıyor ve beni genç tutuyor. Sinema, hayatuıızda böyle bir yer tutamadı mı? Sınemada oynamayı çok seviyorum.ama bu işten sadece birkaç filmde tat alabildim. Ük kanıma giren Ömer Kavur'la ayaldarım yerden kesildi. "Anayurt Oteli"nden sonra bütün filmler öyle çekilir sanmıştım. Prodüksiyon koşullarının zorluğu, bilgi eksiklikleri, iş disiplininin azlığı gibi pek çok sorun yaşıyorduk... Tüm bu eleştirilerinize rağmen 12 yıl boyunca 18 filmde rol aldınız... Doğru, başından beri farkındaydım ve eleştiriyordum. Çünkü hep, bir gün, bir yerlerde bir şeylerin denk geleceğini umut ettim. Hâlâ düşe kalka yürüyor bu işler. Gençken tüm bu sorunlara katlanryorsunuz, ama öyle bir yer geliyor ki, artık katlanmak istemediğinizi fark ediyorsunuz. O noktada inat etmek vardı ama demek ki sinemaya o kadar tutkum yokmuş. Sinema insana baştan çıkarıcı imkânlar da sunuyor. Birdenbire meşhur oluyor, para kazanıyorsunuz. Aklınızın çelinmesi, özellikle genç yaşta çok kolay. "Oidipus Siirgiinde"yle yurtdışında kazandığınız başarılar, sanki yıllardır yaptığınız tiyatronun tescillenmesi gibi oldu. Neler hissettirdi bu ödüller, beğeni? Oyunun başarısı, aslında sadece bu tiyatronun tescili olmadı. 80'den beri bütün dünyada, ama ağırlıkla Türkiye'deki "Tiyatro öldü", "Tiyatro çağdaş bir sanat değildir" gibi söylemlere de nokta koydu. Oyunun yurtdışında şaşkmlık yaratmasının sebebi de bu. Çünkü hem dikey hem de sanatsal olarak yüksek bir şeyler denemeye çalışan ve gittiği her yerde, her kesimden insanın seyredebildiği ve eğlendiği bir oyun oldu. Hem de izlemesi zor bir fornı, tragedya sahnelediğiniz halde... Bugün bütün olan bitene baktıkça, iyi ki tragedya sahnelemişim diyorum. Ilkesizliğin, hafızasızlığın, sorgulamayı unutmanın bedellerini bugün çok ağır yaşıyoruz. 5 sene önce "Oidipus Nerede"yi yaptığımızda, afaki bir iş gibi bakılmıştı. Göçmenler ayaklandı, Orta Amerika direnmeye başladı, bütün dünyada bir memnuniyetsizlik, duvara toslama durunıu yaşanıyor. Dünya, bütün bunların hesabını vermek zorunda. Bu çalışmanın beğenilmesinin sebebi de, bu ilkelere sahip çıkmasıydı. Çünkü oyunla hayat, sanatla hayat Acı veriyor. Bir kere kendi dilinizle anlattığınız bir oyun, o dili konuşan insanlar tarafmdan anlaşılmakta güçlük çekerken, Japon bile neredeyse her kelimeyi anladığını söylüyorsa, geleceğe dair ciddi bir kaygı beliriyor insanda. İNADIN KARŞILIĞI... Ama hiç de umutsuz görünmüyorsunuz... Umudu yitirirseniz, defterinizi dürer, pencerenin kcnarına oturur, yağmuru seyrederek yaşlanırsınız. 80'lerde, "hayatı değiştirecek çok fazla bir şey yok, başımızın çaresine bakalım" trendı yükselirkcn de, bu hayata müdahale edilebileceği, değişiklik yaratılabileceği umudunu hep taşıdım. Bedeli ağır mıydı? Evet. Ama bu inadın bir karşılığı varmış, 40 yaştndan sonra işlediğini görmeye başladım. Tam da bu noktada, izole bir hayat yaşıyorsunuz. Bu işinizi zorlaştırmıyor mu? Aslında yaratıcılık açısından besliyor, çünkü böylece kötü etkilere karşı kapalı oluyorum. Işlerlik açısındansa zorluyor, yaptığımız işleri duyurmak için ciddi bir çaba harcamamız gerekiyor. Ama yurtdışına açıldığımızdan beri moralimiz yükseldi. Esra Açıkgöz Deliler şimdi de sinemada D eliler her ne kadar gündeme BM raporu ile gelmiş olsa da, yönetmen Reis Çelik için bundan çok daha ötesi var. O yaklaşık bir yıldır deliler üzerine bir belgesel çekiyor. "Deliler"in çtkış noktası, toplumun sansürsüz halini anlatabilmek. Kahramanları işkence, aşk, toplumsal baskı yüzünden "deliren veliler". Reis Çelik ile belgeseli ve delilik üzerine konuştuk. Delilerle ilgili belgesel çekme fikri nasıl gelişti? Türkiye'de en çok şikâyet ettiğim şey, insanların tüm gerçekleri, eğriyi, doğruyu biliyor olmasına karşın, birbirinin suratına baka baka yalan söylemesi. Kötü bir film çekiliyor, "çok güzel yapmışsın" deniyor. Politikacılar kürsüden yalanlar söylüyor, bizse onları iktidara taşıyoruz. Sağıyla, soluyla takıy yeci bir toplumuz. Oysa deliler için böyle bir durum yok. Onlar ortaya çıkıp her şeyi olduğu gibi söyleme cesaretini gösteriyorlar. Ben de bu kadar perdelenmiş, yalan üzerine kurulmuş bir toplulukta bizim gerçek fotoğrafımızı delilerle çekmek istedim. Türkiye'yi sansürsüz bir pencereden izleyebilmek için onları tcrcih cttim. Nedir sizin için delilik durumu? Benim bahsettiğim hastalık anlamındaki deliler değil, akıl anlamında kendisini başka bir boyuta geçirmiş, velî deliler. Bu tarz delilerin patlama noktaları, kullandıkları argümanlardan anlaşılıyor. Baskıdan, işkenccden, cezaevinden delirmiş çok insanımız var. Sesini duyuramamanın, anlatamamanın getirdiği bir delüik var. Aslında devrimciler de bir yerde toplumun delileri, yani kimsenin göze alamadığını göze alanlar. Zaten anarşizm de delilik noktasından fırlar. Delilik, bir özgür davranış biçimidir. Düşünsenize hakkını aramak için sürekli başbakaru, devlet bakanını mahkemeye veren deliler var... Toplumumuzun deliye bakış açısı nedir? Anadolu'da deliler kutsal sayılır, ayrı bir hürmet, özen görürler. Hatta Tunceli'de bir delinin heykeli vardır. Elazığ'dan Tunceli'ye giderken otobüs şoförü, yolda elinde ağaç asasıyla yürüyen bir deliyi görünce durdu, otobüse davet etti, ama binsin diye yalvarıyor. Dayanamadım, ben de inip çağırdım, "Senin hatınna binerdim, ama çok önemli bir işim var. Ilerde selamlamam gereken ağaçlar, dokunmam gereken taşlar var. Otobüse binersem onlara ayıp etmiş olmam mı?" dedi. Hangi akıllı bu kadar ince düşünebilir ki? HER DELİNİN BİR HAMİSİ VAR Şimdiye kadar kaç deliyle konuştunuz? Çok fazla kişiyle konuştum, ancak çekim yapmama dördü izin verdi. Yaşantılarına girmek zor. Her delinin ona dokunan, onu koruyan bir hamisi var. Önce hamisiyle tanışıyor, sonra da onun iç dünyasına inmeye çalışıyorum. Sadece kamera ile uzaktan izlemiyorum. Fikirlerini onun penceresinden aktarmak istiyorum. Evini,diyalogda olduğu insanlan, saplantılarını, nedenlerini de sorgulayarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Bu durumun tehlikeleri de var, sanırım... Evet, mesela satırla kovalanabiliyorsunuz (gülüyor). Kimseyi evine sokmayan bir deli vardı, beni sevdi, evine davet etti. Eve almadan önce de üstümü aradı. Evin duvarları devlet adamlarının resimleriyle donatılmıştı, "Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, ben söylüyorum onlar yapıyorlar" diyordu. Bir süre sonra aniden, "Sen kimsin? Burada ne arıyorsun? Bu meclise girmene kim izin ver "Deliler" Reis Çellk'ln çektiği belgeselin adı. Sözü edilenler, aşktan, toplumsal baskıdan, işkenceden "deliren veliler". Reis Çelik'e göre, onlar yalan üzerine kurulmuş bir toplulukta ortaya çıkıp her şeyi olduğu gibi söyleyebilen azınlık... Delilik ise, bir özgür davranış biçimi... di" diyerek, beni satırla kovaladı. Çekim yapabilmek için onlarla ne kadar zaman geçiriyorsunuz? Belli olmuyor, yani delinin zamanı yok ki. Ne zaman eşref vaktine denk gelirsem, o zaman başarıya ulaşıyorum. Ya kadın deliler... Kadın deli bulmak zor. Çünkü onları sokakta bırakmıyorlar, ya baskı altında tutuyorlar, ya evlendiriyorlar, ya da hastaneye gönderiyorlar. Sadece bir iki yaşlı deli kadın buldum, onlar da çekime izin vermediler. Aslında toplumun kadınlar üzerindeki baskısı düşünüldüğünde, deli kadınların daha fazla olması gerekiyor. Çekimler bitince bir de akıl hastanelerindeki delilerle görüşeceğim. Sizi en çok etkileyen deli hikâyesi neydi? Deli olduğundan kendisini sınırdan geçirmeyen kaymakamı mahkemeye veren biri vardı. Bir gün kaymakamla karşılaşınca, "Deli sizsiniz. Deli, olmasanız o toprak ile bu toprak arasında bir fark olmadığını anlar, toprağa tel çekmekle rıiçbir şeyin değişmeyeceğini bilirdiniz" demiş. Insanlık tarihi öyle bir yere taşınıyor ki, her şeyi yeniden sorgulamamız gerekiyor. Yani nc kadar akıllıyız? İki Sovyet yazarının "tnsan nasıJ insan oldu?" kitabının bitiş cümlesinde, "Mamutların sonu doğal bir değişimden sonra gelmiştir, çünkü yeterince akılları yoktur. Oysa biz gelmiş geçmiş en akıllı yaratıklarız, ancak yaptıklanmızla kendi sonumuzugetiriyoruz. Acaba mamutlar mı daha akılJıydı?" diye soruluyordu. Çok doğru bir soru.#