Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 27 KASIM 2005 / SAYI 1027 Şiirin yeraltı sularında Ataol Behramoğlu ZAYIFDAHAZAYIF! Nilüfer Zengin Reality şovlara bir yenisi daha eklendi: Şimdi Zayıflamak İstiyorum. Amaç, şişmanları çağın erdemi zayıflıkla buluşturmak! Akıllara durgunluk veren bir gösteri bu. Oysa Kirstie Alley'nin şişmanlığıyla dalga geçtiği dizi, izleyiciyi "güzellik" ayrımcılığı üzerine düşünmeye P E debiyat Dergisi "Üç Nokta"nın Kasım Aralık 2005 tarihli son sayısında Amerikalı bayan şair Emily Dickinson hakkında kısa bir tanıtma yazısı ve şairin bir şiirinin çevirisi yayımlandı. (Yazı ve çeviri Tozan Alkan'ın) 19. yüzyıl Amerikan edebiyatının en büyük şairlerinden olduğu kuşkusuz Emily Dickinson (18301886) gelmiş geçmiş dünya şairlerinin de en önemlileri arasında sayılıyor. Dickinson kısa, özlü şiirleriyle benim de sevdiğim bir şairdir. Sözünü ettiğim şiiri, beni sadece onun şiiri hakkında değil, şiirin ne olup ne olmadığı üstüne de düşündürdü... Ölüm tema'sı sıkça işlenmiştir Dickinson şiirinde. Bu kez yine aynı temayla karşılaşıyoruz: "Bir anda olur biterÖlmek/Hiç canın yanmaz diyorlar/Solmaktır aşama aşama/Sonragözden tamamen yitmek/.. ./Kara bir şeritgünün üzerinde/Şapkanın üzerinde bir tül/Derkcn günün hoş ışıkları gelir/Yarclımcı olur unutmamıza/.. ./YokturOgizemli varlık/Içibizim zekâmızla dolu/Çekildiderin bir uykuya/Artık kalmadı yorgunluğu" llk dört dizede, şairin bilinen özlü anlatımı dışında özgün bir yan yok. "Olmek" olgusu olabildiğince en temel öğelerine indirgenerek betimleniyor... tkinci dört dizede, belki "mccaz (ya da simge) denebilccek ("günün üzerinde kara şerit", "şapkanın üzerinde tül") betim öğelerine karşın, yine her şey yeterince açık. Buna karşılık son dört dizede belirsizliklerle karşılaşıyoruz... O "gizemli varlık" nedir? Ölüm mü, yoksa biz miyiz? Neden, "yoktur" deniliyor? "Içi bizim zekâmızla dolu" olan şey nedir? Yaşam mı? Başka bir şey mi? Şiirin en sondaki iki dizesinde belli ki yaşamdan ayrılan insandan söz ediliyor... Ama bence o da tam bir açıklıkla değil... Çünkü bu dizeleri de içeren son dörtlükte, yaşam, ölüm, insan birbirine karışmakta, böylece de her şey, sanki bir gizemle örtülmektedir... Benim "imge" derken anladığım şey de tam olarak budur... Alışılmadık, beklenmedik, "çarpıcı" vb. bir benzetme değildir söz konusu olan... (Çünkü "imge" sözünden bizim şiirimizde uzun süredir anlaşılan ve bencc şiirimizin yoksullaşmasına yol açan şey budur.) Bu dizelerde şair, sözcükler arasında sanki boşluklar bırakarak anlamı belirsizleştiriyor... Fakat o anlam, zaten, o belirsizlikten başka bir şey değildir... Böylece, kavramsal olan, akılla kavranılabilir olan şey, sezgisel olana, sezgilerimizle, duygularımızla algılanabilecek olana dönüşüyor... Şiirin en temel var oluş nedenlerinden biridir bu gereksinimin karşılanması... Var oluşumuza ve bir gün yok olacak oluşumuza ilişkin her şeyin sadece çıplak akılla değil, sezgilerle, duyumsayışlarla da algılanıp dile getirilmesi... Emily Dickinson'un bu şiiri, özellikle de son dört dize bana Dağlarca'nın (daha çok ilk kitaplarında), Behçet Necatigil'in, Gülten Akın'ın şiir oluşturma yöntemlerini anımsattı... Şiirin yer altı suları derken düşündüğüm; bizim bu şairlerimizi, 19. yy.'da yaşamış Amerikalı şairi ve kuşkusuz daha birçok şairi birlcştiren bu ortak duyumsayış ve yapılandırma özellikleridir... Derinliğine algılanmış bir duygunun, süsleyip bezemeksizin, tam tersine, fazlalıklarından anndınlarak, böylece de daha özlüleştirilip yoğunlaştırılarak dile getirilmesi... Emily Dickınson'ın, dilimizde benim görebildiğim iki kitabı var: A. Meriçelli'nin kendi çevirilerinden vc başka çevirmenlerden derlediği "Seçilmiş Şiirler" (Insancıl Yayınları), O. Cebeci çevirisi "Seçilmiş Şiirler" ("Korsan Yayın")... Görmediğim başka seçkiler de olabilir... Okurlanma bir Emil Dickinson şöleni önerirım. Şölene, adını andığım şairlerimizi de katarak...# sikanalizde bilinç dışı neyse, insan dünyasında beden odur. Bu yargı bir miktar abartılı görünebilir. Görünüyor da. Ama bilinç dışının soyutluğuna, vücudun somutluğuna rağmen doğru bir yanı var. Freud, psikanalizde bilinç dışının bir bilinmezlik alanı olduğunu söyleyerek onu hem zor hem de ziyadesiyle çekıci kılmıştı. Vücut da bilinç dışının yüklerini paylaşması itibariyle karanlık, zemini kaygan bir parçamız. Sıradan cümlelerle sıradan bir biçimde ifade edemediklerimizin ağırlığını vücudumuza kaydırırız. Vücut kendi kendini konuşur. Beden dili değil kuşkusuz burada sözü edilen. Bedcn neredeyse bütün dönemlerde "düşünce"nin nesnesi oldıı. tnsan, vücuduyla hep incelikli, dokunaklı bir ılişki kurdu. Kâh yok sayarak, kâh yeniden ve yeniden var ederek... Sözü çok dolandırmadan asıl meselemizegelelim: Şişman vücutlar. Şişmanlık, beden aracılığıyla varlık gösteren bir yaşam kategorisi diyelim. Tumturakh bir tanım oldu, ama hiç değılse "kilolu" sıfatı gibi sahtekâr bir incelik ve çarpıtma ruhu taşımıyor. Şişmanlıktan söz ederken kadın cinsiyeti üzerinden bir değerlendirme yapmak kaçınılmaz. Çünkü erkekler şişmanhklarını, kadınlara göre daha az sancılı deneyimliyorlar. Belki olması gerekenden otuz kilo fazlayla, her göze seksi vc cazip görünmüyor. Ama fazladan otuz kiloyla yaşadığı gerçeği ona sürekli, "bilinç dışı"na kayıtlı bir alarmın tiz sesiyle hatırlatılmıyor. Zihni, ruhu, yetenekleri, iç dünyası ve beden temsiliyle; iş, aşk ve aile yaşamını "ortalamanın altında" bir kategoriye yerleştirilmeden Karın ağrımız: "Şimdi Zayıflamak istiyorum" yarışması. Obezlik sınırı içindeki yarışmacılar, rekabet hissinin de yardımıyla bir zayıflama programı uyarınca yaşıyorlar. Yapımcıların ve televizyon kanallarının, kaybedecek bir şeyleri yokmuş gibi görünen insanların umutlarını paraya çevirdikleri ve sonra da onları bir kenara attıkları tespiti ve eleştirisi doğru. Ama eski. Tekrara gerek yok. Bu şişman kadınlar ve erkekler "ayıp", "acayip" görünümleri vasıtasıyla bu yarışmadalar. Yarışma kurgusu içinde onlara açıkça "şişman ve biçimsız" oldukları söylenmiyor tabii ki. Yaşam kalitelerini arttırmalar, gerektiği salık veriliyor ve uzmanlardan oluşmuş bir grup insan onlar için uğraşıyor. îki beslenme uzmanı doktor, spor hocaları eşliğinde, sağlığa aykırı olmamasına dikkat edildiği anlaşılan bir zayıflama sürecindeler. Üstelik tüm bu hızmetler, hiçbir ücret ödemeden, ayaklarına kadar getirilıyor! ZAYIFLAMAK ERDEM MİDİR? Bunun neresi tuhaf öyleyser1 Şişmanların örtük bir kibir ve aşağılamayla, normale döndürülmeye çalışıldığını da nereden çıkarıyoruz? Bu genç erkekler ve kadınlar zorlu psikolojik tıkanmalar, belki mahrem iç hesaplaşmalarla dolu bu hassas süreci milyonların gözleri önünde yaşıyorlar. Çağın ruhu acımasız, bu ruhun insanları da haşin. Haşin gözlerle minik başarılarını ve dev başarısızlıklarını izleyeceğiz. Bu kadarını kolaylıkla tahmin ediyoruz. Bu seyirlik dönüş Kirstie Alley, 2000'leri bir obez olarak geçirdi. Yakın zamanda sıkı bir diyetle eski haline döndü. yaşıyor. Hatta neme Iazım, göbeksiz erkek, balkonsuz eve benzer. Yani, bir erkeğin fazla kiloyla yüzleşmesi çoğunlukla ciddi bir sağlık sorunu aracılığıyla gerçekleşiyor. Zaten erkekler için kilo almak, kalpdamar hastalıklarıyla bağlantılı bir durum. Obezlik sınırları içindeki bir kadınsa, aynı sınırlar içindeki bir erkekten daha acılı biçimde cinsiyetsizleştirilir ve saf dışı bırakılır. Artık hepimizin içselleştirdiği bir çözümlemeyle biliniyor ki, kapitalist ruh ve çağın "piyasası" kadınları, sağlıklı beslenmelerini hatta beslenmelerini engelleyecek ölçüde etkiliyor. Tıbbi kriterlerin "normal" olarak tanımladığı kiloda olmak yetmiyor artık; incecik, bir şişmandan çok daha fazla göze çarpacak kadar incecik olmak gerekiyor. Kimin kurduğu çok da belli olmayan bu tuzağa düşmeyen, hayata açılmanın ve onaylanmanın zayıflıktan başka yolları olduğunu gören kadınlar da var kuşkusuz. Gelin görün ki, zayıf olmadığı için kendini yok sayan güzelim kadınları ne yapacağız? Öte yandan, modernliğin kabul görmüş "bonus"u nevroz dahilinde, kadınların güzel olmak, zayıf olmak, daha zayıf olmak, Louis Vuitton çantaya sahip olmak, en son parfümleri takip etmek ya da hijyenik takıntılarla debelenmek hakları da var. Öyle sanırız ki, kendi canını ya da bir başkasının canını tehdit etmedikçe saplantılarımızı cilalayabiliriz. Zira komplekslerden, saplantılardan ustalıkla arınmış, bilge, iç huzuruna erişmiş insan olmak da modern çağın saplantıya dönüştürdüğü bir hayat biçimi. Her neyse... türülme serüveni içinden başka acayiplikler de çıkarıyor. Bu yarışmanın yalnızca amacı değil, erdem ölçütü de "zayıflamak", "zayıflamayainanmak". Hal böyle olunca yarışmacıların cümleleri de değişiyor: "Ben x'in gerçekten zayıflamak için burada olduğuna inanmryorum". Belki bir irade kırılması yaşandı. Ama olmaz... Zayıflamak elbette bir l inanma ve irade meselesi. Ama bir erdem meselesi değil. Final geceleri yarışmacılara insanın ağzının suyunu akıtan bir pasta ya da bir tabak kebap sunuyorlar. Kebabı yiyen bir araba ya da bir miktar para kazanacak. Ama baş koyduğu yoldan dönmüş olacak, grubuna ihanet etmiş olacak. îşte bu, insani olmaktan çıkıldığı an. Şu ya da bu biçimde orada bulunan insanlar neden böyle baştan çıkarılmaya çalışılıyor? lzleyiciler heyecan halini yitirmesin diye mi bu akıllara durgunluk veren gösteri? Şişmanlıkzayıflık ikiliği üzerine yapılmış "doğruyu söyleyen" televizyon işleri de var. Bir süredir cnbce kanalında gösterilen "Fat Actress" (Şişman Kadın Oyuncu) adlı dizi. Yıllar önce Cheers dizisiyle parlayan ve "Bak Şu Konuşana" serilerindekariyerinin zirvesine çıkan güzellergüzeli Kirstie AJley 2000'li yılları bir obez olarak geçirdi. Yakın zamanda sıkı bir diyet programıyla eski haline dönen Alley, şişmanlığıyla şişmanken dalga geçti. Dizinin kurgusu tamamen Alley'a ait. Geçmişte güzel ve başarılı bir aktrisin şişmanladıktan sonra her çaldığı kapıdan nasıl geri döndürüldüğünü çok esprili bir şekilde anlatıyor. Îşte size ahlaklıca yapılmış bir dönüştürme hikâyesi • Seveceksen böyle sev Aylin Kotil S enin keyif aldıklarından benim her zaman keyif almam gerekmediği ihtimaüni düşünerek sev beni. Seni kışın sevmeye başladığımdan kışları da sevdiğimi anlayarak kışın gelmesine öfkelenmeden sev beni. En sevdiğin yemeği yaptığımda, erkeğinin beğenisini kazanmış kadının zaferini hissederek ye, sana yaptığım yemeği. Kötü de olsalar, sırf birlikte geçtiğimiz için sev yürüdüğümüz yolları. Kalabalıkları da sev. Hatırla birlikte o kalabalıkların içinde trafikte sılaştığımızı. Kimseyi fark etmediğimiz günleri. O günden sonra kalabalıklan sevdiğimi düşünerek sev beni. Senle geçirdiğim zamanlardan sonra, üstüne yalnız uykuya yatacağım saatler geçirip seni kendimle yaşayacak saatler verecek kadar sev beni. Söyleyeceğimi zannettiğin sözcükleri söyleyerek, söyleyeceklerimi ipotek altına almadan sev beni. Her daim güvenerek, ama gitmeyeceğimi sanmadan, her an gidecekmişim gibi sev beni. +* îyi olduğuma emin olsan bile nasıl olduğumu merak ederek sev beni. Nazlandığımı anlasan da şımart, senden başkasına şımarmayacağımı bilerek nazlandır beni. Zorlandığım şeyleri benim için kolaylaştırmadan, ama omuz vererek sev beni. Aşkı sende yaşadığımı, birlikteyken anlayarak sev beni. Gittiğimde, artık önümdekileri yaşayabileceğimi düşünerek, seni geride bırakmak istemediğimi anlamaya çalışarak sev beni. Sorgulamadan, şüpheye düşmeden, sınırlar koymadan, özgürlüğümü kısıtlamadan sev beni. Kırgınlıklardan sonra beyaz bir sayfa açtığımı, ama başka beyaz sayfalar açmak istemediğimi hissederek sev beni. Omzuna ihtiyacım olduğunda bunu yapman mümkün olmasa da imkânsızı yapacak kadar sev beni. Soğukta üşüyecek, sıcakta terleyecek kadar... Senle gittiğimiz yerlere bensiz gittiğinde "yanımda olsaydın keşke" diyecek kadar.. Meyve tabağındaki meyvelerin kötüsünü yiyip iyisini bana bırakacak kadar sev beni. Çok sevdiğim çikolatayı sadece seninle paylaştığımı anlayacak kadar çok sev beni. Yapmak istediklerim sana ters gelse de sırf ben çok istiyorum diye yüreklendirecek kadar çok sev beni. Yanlış anlatsam da, doğrusunu anlayacak ve yüzüme vurmayacak kadar sev beni. Dahası; seni kimseyi sevmediğim kadar sevdiğimi bilerek sev beni. • aylin@kotilsarigul.com