17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

t27 KASIM 2005 / SAYI 1027 11 SOFRA Sarışın anka kuşu Avlİn an '• " ^ aş döndüren kokusuyla incecik kabukkı yer I 9 li muz yeniden doğuş mücadelesi veriyor. Muz a | l 8 a c l a s l l r ) da ağaç degil, devasa bir bitki. Bu * •* dev bitki her sene ölüp diriliyor. Hızla serpilen muzun yalancı gövdesi önce çiçek açıyor, hevenk hevenk meyve veriyor, sonra köküne kadar çöküyor. Tıpkı küllerinden doğan Anka kuşu gibi her yıl içinden yeni bir gövde doğuruyor. Muz, dünyada ticaret payı en yüksek olan meyve. Muzun anavatanı Güneydoğu Asya ülkeleri. Bu ülkelerde büdiğimizden çok farklı muz türleri yetişiyor, ancak çoğu uzun yollar aşmaya uygun değil. Meyve gibi çiğ yenmeyen, sebze gibi pişirilenleri de var. Bu ülkelerin mutfaklarında muz yaprağının yeri ise bambaşka. Gereğinde tabak, gereğinde sofra oluyor, kâh kap kaçak yerine geçiyor, kâh kazanların dibine döşeniyorlar. Arap tacirler ile Akde, niz ve Afrika'ya taşınan muz, ülkemize ilk olarak Mısır'dan süs bitkisi olarak gelmiş. Alanya'da 1750'lerde dikilen ilk süs muzu yerini ancak 1930'lardan sonra meyvesi için dikilenlere bırakmış. Yerli muz, Güney Çin menşeli "Dwarf Cavendish" diye bilinen bir tür. Anamur havzasının korunaklı mikro klimasına uyan bu muz, öldürücü darbeyi 80'li yıllarda aldı. O yıllarda Özal, memleket severliğini "Artık çocuklarımız 'Çikita' muz yiyebilecekler!" gibi anlaşılmaz bir yaklaşımla sergilemişti. Gururla örnek gösterdiği muz, tuhaf bir şekilde dünya ticaretinin üç dev Amerikan firmasından (Dole/Del Monte/Chiquita) birinin adını alırken, yerli üreticinin esamisi okunmuyordu. Artık "Çikita" çokuluslu üretimin ve evrensel sermayenin gücünü, Anamur muzu ise ulusal pazarın cılızlığını ve kısıtlılığını gösteriyordu. "Çikita" dışa açılmanın, hatta Özal'ın ünlü çağ atlama felsefesinin sembolü oldu. Leziz sarışın uğruna dünyada kopan fırtınalar az buz değil. Kürcsel muz savaşlarında Anamur cephesi kayda değer bir cesamet arz etmiyor. Tavşanın dağa küskünlüğü gibi farkına varılır bir hali yok, elbette dağ açısından. Dünya üretimini ve ticaretini ellerinde tutan devler ile ekonomileri muza bağlı ülkeler arasın daki mücadele ise giderek büyüyor. Mıı/ cumhuriyetleri eskisi gibi soyulacak muz değil artık. Geçen yıl Kolombiya'da 16 bin işçinin başlattı ğı grev, ikı haftada şirketlere 25 milyon dolara patla yınca, işçilerin lehine sonuçlandı. Nikaragua'da işçıler plantasyonlara uçakla püskürtülen zehirli Nemagon ilacı kurbanlan için başkente yürüdüler. Latin Amerika ülkelerinde muz sektörü çalışanlarını örgüt leyen COLSIBA giderek güç kazanıyor. MEKAN MUZ SAVAŞLARI Filipinler'de ise bambaşka oyunlar sergilenmekte. Dole firması, işçileri toprağın hâkimi kılma kandırmacası ile plantasyonlan bizzat işletmekten vazgeçer. Işçi istihdam etmektensc işçinin ürettiğini alma yoluna gider. Bu yöntemle sigorta, emeklilik gibi edinilmiş iş çi haklarının külfetinden kıırtulur. Işçi, iklim koşullan, salgın hastalıklar gibi tüm riskleri göğüsler, üretim için bağımlı olduğu fide, ilaç ve gübreyi şirketten dolar bazında satın alır, bu da yetmiyormuş gibi, zar zor elde ettiği muzu tek alıcı olan şirketin belirlediği fiyattan satmak zorunda kalır. Tam bir kıskaca giren işçi, şirket tarafından sömürüldüğü günleri mumla arar hale gelir. Eski gelir düzeyini tutturabilmek için çoluk çocuk tüm ev halkı çalışır. Sektörde çocuk işçi seviyesi inanılmaz hızla yükselir. Ancak çocukları doğrudan istihdam etmeyen şirketin elleri temiz, gonlü paktır. Vatanseverlikleri müphem yöncticiler ise "Yabancı sermayeyi teşvik etmemiz gerek" söylemleriyle durumu destekler. Bu aralar, dünya devi Amerikalı şirketler ile Avrupa Birliği çekişmekte. AB'nin muz politikalarına karşı çıkan COLSIBA, Amerikan deyişi ile "Going bananas!" yani "fıttırma' durumunda. Varoluş nedeni üç devlerle mücadele etmek olan işçi örgütü, şimdi yılların düşmanına arka çıkmak ve Latin Amerika kökenli muzları AB'ye karşı savunmak durumunda. AB ise eski Avrupa sömürgesi olan ülkelerin muzlarına hiçbir vergi koymazken, "Dolar muzu" tabir ettiği Latin muzuna hem vergi hem de kota uygulaması öngörüyor. Yani bizım Anamurlu sarışının başına gelen, Avrupa kapılannda "Çikita"ların başına geliyor. Anlaşılan o ki, "Kahraman yerli muz, hain Çikita" senaryosu eski bir hikâye. Ancak roller değişebiliyor. Özal'ın köküne kibrit'suyu ektiği sarışın Anka kuşu bakalım köklerinden tekrar doğma mücadelesini sürdürebilecek mi? Yoksa bizim kuş, Çikita'yı bile dize getiren AB yolunda olmayacak sözler verenlerin oyununa mı gelecek? • [email protected] Bir kâse şifa... B ebek'teki Nady's Cafe Restaurant&Patisserie, cv yapımı yemeklerin lezzetini Boğaz manzarasıyla birleştiriyor. Milano, Paris ve Londra'da moda tasarımcılığı yapan Berrin Töreli'nin dekore ettiği mekân; şeker pembe koltukları, özel tasarım masaları ve vanilya kokusuyla karşılıyor insanı. Mekânın işletmecileri, yarattıkları ortamda, "geçmişteki incelikli aşklar"ın kokusunu sunmayı amaçlıyorlar. Diğer bir amaç da, konukların, kendilerini evlerinde hissetmeleri. Mekânda, sabah kahvaltısından öğle yemeğine, doğum günü kutlamalarından özel akşam yemeklerine kadar pek çok hizmet sunuluyor. Akdeniz lezzetinin hâkim olduğu mönüde "safranlı sosta ıstakozlu ravioli" gibi toplam 10 çeşit îtalyan Havvaii usulü muzlu kek Bu tarif Dole şirketinin kurulduğu Hawaii'den. Çok olgun, siyahlaşmış, çöp tenekesinin yolunu tutmuş muzları kullanın. Sonuç seıt muz savaşlarına inat yumuşacık. Bizim yerli muzla yapılınca kokusu inanılmaz oluyor. 90 gr. tereyağı 1/3 bardak şeker 2 yumurta 1 1/2 bardak ezilmiş muz (yaklaştk 6 Anamur muzu) 1 1/2 bardak un 1 tatlı kaşığı karbonat 1/2 tatlı ka^ığı kabartma tozu 1 tutam tuz, 1 paket vanılya Şeker ve yağı iyice çırpın. Yumurtaları teker teker yedirerek ekleyin. Muzu çatalla iyice ezin ve karışıma katın. Un ve diğer malzemeleri hamura yedirin. Un hamura anca karışmah, fazla çırpılmamalı, yoksa sonuç istendiği kadar yumuşak olmayabilir. Hamuru yağlanmış, unlanmış kek kalıbına dökün. 175 dereceye ısıtılmış fırında 1 saat kadar pişirin. makarnası bulunuyor. 13 ayrı çeşitte yapılan panini ekmeklerinde Türk damak tadı da unutulmamış. Salata çeşitleri de her isteğe karşılık verebilecek kadar zengin... Mönüye yeni ilave edilen çorba Ege mutfağından güzel bir örnck. Başta ısırgan otu olmak üzere birçok yeşillik ve sebze ile yapılan çorba, "Bir kâse şifa" olarak tanımlanıyor. Üstelik "Nady's Cafe & Patisserie"de, yılbaşı için "kişiye özel dekoratif pastalar" yapılıyor. Chicago, "Wilton Cake Decoration School" ve "Londra Le Cordon Bleu "dan eğitim almış bir ekibin yardımıyla ister sevdiğinizin beğendiği bir tasarımı, isterseniz de hayallerinizi bir pastaya dökebilirsiniz. Kalıp kullanılmadan yapılan pastalar, ince bir el işçiliğine sahip. • Tel: 0 212 265 94 29 \ 8O yıl önce Cumhuriye OSMAN BAHADIR RUZ6AR CEPTAY, HAKANCELIK [email protected] g£*a54T/M|$ 0UMUM T/MJI Recaizade Ekrem'i anma (1) D ün, Recaizade Mahmut Ekrem Bey'in ölümünün 13. yıldönümüne rastlıyordu. Bunun için üstadın bütün hayranları, Galatasaray konferans salonunda samimi bir anma toplantısı düzenlediler. Saatlerce üstaddan bahsettiler. Saatlerce üstadın adını andılar ve bu suretle onun değerli hatıraları dile getirildi. Bu yüksek toplantı, üstadın büyük küçük bütün sevdiklerini bağrında toplamıştı. Bunları birer birer saymaya lüzum var mı? Işte büyük dâhi Abdülhak Hamid, işte Recaizade'nin en sevdiği vefakâr dostu Samipaşazade Sezai ve daha birçok hayranı. Eski Vaşington elçisi Ziya Paşa, eski Paris elçisi Münir Paşa, Keçecizade Izzet Fuat Paşa, Mihrinisa Abdülhak Hanım, Hüseyin Suat Bey, Ismail Müştak Bey, Süleyman Nazif Bey, Celal Sahir (Erozan) Bey, Halit Fahri Bey, Darülfünun Emini (rektörü) Nureddin Bey, Hariciye üyesi Nusret Bey. Salon adeta hınca hınç denecek derecede kalabalıktı. Kadın erkek yüzlerce halk daha erkenden üstadın hatıralarını anmak için akın akın gelmeye başlamıştı. Hitabet kürsüsünün arkasına boş bir koltuk konulmuştu. Nihayet saat 16.30 oldu. Tören artık başlayacaktı. Abdülhak Hamid, üstad için yazdığı ufak bir nutku Celal Sahir Bey'e verdi ve Celal Sahir Bey kürsüye gelerek bunu dâhinin ağzından heyecanlı bir şekilde hazır bulunan topluluğa okudu. VBDİM SEti ?! tiE. ö ! ? Abdülhak Hamid'in Hitabesi "Burada hazır bulunanlara açıklayayım ki, bugün bu mecliste bir bilgenin niteliklerinden söz edilecek. Bu bilge, büyük bir denizin dalgaları gibi, özelliklerinin tanımlanması mümkün olmayan bir bilgedir. Yıllardan beri kalbimdeki sevgiyle benim hem dostum, hem üstadım idi. Bense onun bugün hem dostu, hem de öğrencisiyim. Burada yalnız özel ilişkilerimden bahsedeceğim. Ve hayatımın önceki dönemlerine dönerek diyeceğim ki, ben ne Kemal'in (Namık Kemal), ne de hiç kimsenin aracılığı olmayarak Ekrem'i kendi kendime okumuş, sevmiş, beğenmiş, yazılarmdan çok şey öğrenmiş idim. Hatta Kemal ile beni birbirimize tanıtan da merhum ve muhterem Recaizade Ekrem'dir. Kemal'i bilmez değildim diyemem. 1516 yaşlarında olduğum halde Tahran'dan dönüşümde Erzurum'da kaldığım zaman Namık Kemal'in Avrupa'ya kaçtığını heyecanla işitmiştim. Tasvirı Efkâr gazetesi başyazarının bu şekilde istibdattan kaçışı, bende bir hürriyet şevk ve gayreti yarattıysa da henüz kendisinden edebiyat dersi almış değildim. O dersi Istanbul'a dönüşümden sonra önce Ekrem'in eserlerinden almıştım. Bu büyük insanı tanımak ise bir iki yıllık hasretten sonra bana nasip olmuştu. Daha sonra Ekrem beni edebiyat taliminc kabul etti ki, o zaman ikimiz de Kemal'in öğrencisi bulunuyorduk. Merhum Recaizade vefat etmiş, fakat memleketimizin kültür hayatına unutulmaz eserler bırakmıştı. Onlardan bir kısmını bu toplantıda Süleyman Nazif ten dinleyeceğiz." • lŞubatV)26 N B 4 V fil Y Uİ$T#RAE£İ.AL:ŞU Y \H AAÎ. ?M Ç YOKTZI MfzMET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle