Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OCAK 2005 / SAYI 980 İstanbul mu hırsız, biz mi? "Hırsız Kent" sergisi, kent hayatının yoksullaştıncı ve tek tipleştirici gücüne karşı bir direniş. Serginin küratörü Levent Çalıkoğlu'na göre gitgide daha davetkâr, renkli ve maceraya açık bir yere dönüşen istanbul da en iyi "hırsızlık" mekânlanndan. Rengi yeşil, yolları patika, yorganı elyaf bu kent mi hırsız, onu kullananlar mı? Özlem Altunok ocaman ve küçücük, kapsayan ve dışlayan, var ve yok eden, yeraltı ve yerüstünde üretiltniş bir mekân. Yaşadığımız kentte ne kadar varız, ne kadar biziz? Bir kent bir insanı nasıl var eder, nasıl soluk aldırır? Kent mi bizim hırsızımız, biz mi kentin? Levent Çalıkoğlu, küratörlüğünü yaptığı "Hırsız Kent" sergisini kent hayatının yoksullaştırıcı ve tektipleştirici gücüne karşı bir direniş biçimi olarak görüyor. Bu direnişin muhatapları arasında kent üzerine kafa karışıklığı yaşatanlar, kenti yağmalayanlar ve kullananlar var. Ali Demirel, Altan Çelem, Beste Erener, Demirciyan (Ceren OykutDemir Kerem Atay), Derya Yılmaz, Ekin Saçlıoğlu, Ethem Özgüven, Evrim Kavcar, Mehmet Irdel, Mustafa Horasan, Nermin Er, Nur Toksoy, Sencer Vardarman, Şehnaz Layıkel, Yasemin Nur Toksoy ve Zeyno Pekünlü'nün çalışmalarından oluşan "Hırsız Kent" üzerine Levent Çalıkoğlu ile konuştuk. Gençdeneyimli, farklı sanatçılarla basit kavramlar üzerine yoğunlaştığınız ser K AİİM. Demirel'in "lOODolar" çalışması (üstte) ve Mustafa Horasan'ın "Kişisel Kent Arşivi"nden bir kare. giler yapıyorsunuz? Sizin için bir sergiyi var etmenin koşuüarı neler? Kafamda sergi yapma fikri olduğu andan itibaren etrafıma bakarak insanların bu alanda ne yapmaya çalıştığını izliyorum. Bir anlamda gördüğüm eksiklikleri gidermeye çalışıyorum. Bu da ağırlıklı olarak beni temel şeylerle uğraşmaya yönlendiriyor. Sergileri daha önce ele alınmamış temel kelimeleri, kavramlan düşünerek tasarhyorum. Bu sergi de belirgin bir kent sergisi. Ozellikle son sergilerinizde kente kuşbakışı bir yaklaşım var... Kent üzerine hem teoride hem pratikte ciddi bir kafa karışıklığı var. Bu anlamda işler yapan sanatçılar ve beni yönlendiren birkaç yapıt da vardı. Bunlardan biri Ali Demirel'in "100 Dolar" çalışması. Bu çalışma, Amerikan dolarının üzerindeki kahramanlar arasında geçen aşknefret ilişkisinin video klip estetiğiyle çözüldüğü politik bir iş. Gördüğüm andan itibaren Istanbul'la ilişkili olduğunu düşündüm. Çünkü tamamen . , dolar üzerinden hareket eden bir kentte, hatta coğrafyada yaşıyoruz. Derya Yılmaz ise yün ve ağır köy yastığı, yorgan, gaz lambası gibi bugün kullanmadığtmız nesneleri heykele dönüştürmüştü. Bize ait, biriktirdiğimiz şeylerin kentin bizden talep ettikleriyle zıtlık içinde olduğunu gösteriyordu. Altan Çelem de Noel babayla ilgili bir dizi resim yapmıştı. Tonton dedenin yeni sosyal konumunu sorguluyordu. Çete kuran, çocukları sıkıştıran... Kısacası kentle, kentin yoksullaştıncı ve tek tipleştirici sorunlarıyla uğraşan, bunu farklı malzemelerle, farklı düzenle melerle bir direniş Bunu belirgin bir şebiçimi olarak sukilde 80'lerde de yaşınan bir sergi çıktı yorduk. Özal ekonoortaya. misiyle her şeyin rahatHırsız Kent'in içinkkla, en azından bir kede öfke ne kadar var? Kent sim için kavuşulabilir olinsandan ne çalıyor? masıyla başlayan bir yaKent paylaşımcı bir alan olabancılaşmadan bahsetmek rak işlemiyor. Hem manevi hem lazım. Bu apolitik bir yabanmaddi olarak bir şeyler çalıyor. Bucılaşma süreci. Bir şeyi kullanırken nun içinde hırsızın da, sanatçının da sosorgulamak ya da onun varlığına ihtiyaç rumluluğu var. Bu kent bizim sosyal biduymamakla ilgili bir yabancılaşma dereyler olarak kabullerimiz ve redlerimizğil. Mesela kafelerin varhğına ne kadar le işliyor. Kenti hırsızlıkla suçlamak kadar, ihtiyacımız var, kafeler bizim için ne işbizim kentten çaldıklarımız da söz konulev görüyor? Bu mekânların gündelik olasu. Amaç da bu sosyal zeminde ne yaptına ne kadar yansıdığını pek bilemiyoruz. ğımızı konuşmak. Yabancılaşmanın nedeni orada bulunma Sanatçı da biraz hırsız tnıdır? gerekÜliğinin düşünülmemesi. Bir süredir kent üzerine proYani sokağa çıkmak ashnda kapanje üreten sanatçılar, kenti mak mı? biraz yağmaladılar. Bugün Yalnız kalmak için kent bugün ideal bir kent hepimize davetkâr, mekân. Hem kalabalığın içinde yalnız kalrenkli, keşfedilecek bir mak, hem de denizin kenannda bir bankserüven dayatıyor. Sata oturmak aynı kapıya çıkıyor. natçılar da son 10 yıldır Kenti oyalandığımız, eğlendiğimiz bu serüvenin içine girhalleriyle gösteren işler de var sergide... meye çalışıyor. Bir alanı Zeyno Peküilü'nün işi, sabah uyandıgereğiyle, dayanışmayla ele ğınızda ke'itte takip ettiğimiz güzergâhalan projeler olmadığı gibi, iları, kaçırdığımız vapurlan, ilişkileri anki uç fotoğrafla kentteki ötekini, yalatan bir oyun. flişkilerin bir oyundaki bancüığı, dışanda kalanı görünür kıldığı hamleler gibi tuhaf bir yere gelebileceğinı iddia edenler oldu. Bu sergide ise sani gösteriyor. Nermin Er'in pasta şeklinnatçının yabancılaşma halini, biriktirdikde, dönen kent silueti Istanbul'u karaklerini, onu dışlayan tortulan göreceksiteristik yapılanyla sunuyor. Bu pasta biniz. Mesela Evrim'in işi de böyle bir iş. ze hem minyatür îstanbul fikri veriyor, Kentteki ana güzergâhların dışında orahem de kırılganlığıyla depremi çağnştında yaşayanların doğal bir ihtiyaç ya da zıtyor. Şehnaz Layıkel'in işi isebütün günülaşma olarak yarattıklan patikaları fonü pencereden sokağı izleyen, canı sıkıtoğrafladı. Oradaki hayatların lan insanların kaçak fotoğrafpatikalarda çektiği acılan lanndan oluşuyor. Böylece değil. Sadece o patikaonların beklediği hcyeDerya Yılmaz'ın larda yürüdü ve yücanı, bu gizli fotoğraf"Çpç" nesneleri... larla sunmuş oluyor. rüdüğünü görüntüledi, deneyime ortak oldu. ("HırsızKent" 29 Daha çok sokak Ocak'a kadar Akta olmak yabancılaşbank Kültür ve Sanat mayı pekiştiriyor mu? Merkezi'nde. Evet. Gayet doğal ashnda. 0212 25147 00) Monet'nin evinde... Erdoğan Alkan P icasso, Dali gibi ünlü ressamların tabloları, Claude Monet'nin Seine Nehri'nde Mavnaları sergileniyor Istanbul'da. Tabloya bakarken Monet'nin ünlü bahçesine, atölyesine, evine, kısaca büyük burjuva ressamın malikânesine akıyorum. Tadına doyum olmaz Paris'in baharda. Eylülü, güzü de güzeldir. Ama temmuz, ağustos sıcağı yazı hiç çekilmez. Dönmeye hazırlanıyorum. Üzerinde çalıştığım yazar evleri ve mezarlarıyla ilgili araştırmalarım tamamlanmış gibi. Kızım "Baba her gelişinde söylüyorum. Ressam Monet'nin evine niçin git Blr renk cümbüşü, bir çlçek yağmuru içindeyim. Ortada yaşadığı ev, az ötede atölyesi... Monet manzara ressamı. Tablolanndan bazılarını bu büyük bahçeden, çlçeklerden, gölden eslnlenerek yapmış. miyorsun? Dünyanın dört yanından akın akın geliyorlar, bu kez mutlaka seni de götüreceğim" diyor. Resim sanatına ilgim olmadığından değil. Ama, bir şair ve yazar olarak şair ve yazar evlerini görmek, onların yaşadıklan, soluk aldıkları, yapıtlarını ürettikleri yerlerde bulunmak bana hep heyecan verir. Yasak da olsa usulca eşyalarma dokunurum, özeline girerim. îlk saatleri sabahın. Yollardayız. Giverne köyüne gidiyoruz Seine Nehri'nin kıyısındaki yolu izleyerek. Söğütler, kavaklar, ırmak kıyısındakayıklar... Orman... Küçük köy evleri. Tepenin eteğindeyiz. Yeşil, alabildiğine yeşil, yeşilin her tonu... Giverne... Ve Monet malikânesi. Çift katlı otobüsler ve onlarla gelenler: Ingiltere'den, îsveç'ten diğer ülkelerden. Yaşlılar, gençler, öğrenciler, kimi kurallara uymuş sıralarda, kimi kurallara boş vermiş çimenlerin üstünde. Girdik. Bir renk cümbüşü, bir çiçek yağmuru içindeyim. Bir rüyadayım sanki... Ortada yaşadığı ev, sağında, az ötede atölyesi, yüksek ve büyük. Monet manzara ressamı. Tablolarının bazılarını bu büyük bahçeden, bu çiçeklerden, bu gölden, bu sulardan esinlenerek yapmış. Karım ve kızrm ressamın evini gezerken ben de o büyük bahçeyi dolaşıyorum. Söğütler, salkımsöğütler, kavaklar, bambular, Japon kirazları, Japon elmaları, açalyalar, eğreltiotları, ahududular. Ve çiçekler: süsenler, zambaklar, güller, aknilüferler... Birçok tablonun esin kaynağı mavi vazolar Doğulu bir yasamı simgeliyor. Kanepeye otu ruyorum. Çevremde begonyalar, sardunyalar. Broşürü okuyorum. Kimler gelip geçmemiş buralardan, kimler oturmamış bu sıralara: Zola, Cezanne, Proust, Clemenceau, Pissarro ve Mallerme!.. Karşımda ressamın Aknilüferler tablosundaki Japon köprüsü. Aknilüferler, yüzen kuğuları. AKNİLÜFERLER ATÖLYESİ... Kalkıyorum. Hıncahınç bir kalabalık. Karım ve kızımla karşılaşıyorum, Monet'nin evinden çıkmışlar. Yürümekte güçlük çekiyoruz. Bir yandan da sıcak. Nerdeyse ezileceğiz. "Birbirimizi kaybedersek Monet'nin evi önündeki restoran ya da kafe buluşma yerimiz olsun" diyoruz. Ve o korkunç kalabalığın içinde güçlükle yürüyerek görmeye çalışıyoruz ünlü bahçeyi. Çok emek verdiği belli. Işık ve gqjge oyunlannın ağırlık kazan dığı bir başka evren yaratmış burada Monet. Suyun üzerindeki yuvarlak yapraklarda gölgeler gizleniyor. Ama sızamıyorlar havuz suyunu kaplayan aknilüfer örtüsünün altına. Japon köprüsündeyiz. Monet'nin yeşil boyalı, pancurlu evini gezmek için kuyruğa giriyoruz. Yatak odasındayım. Ressamın yatağı, bir koltuk, kapalı büfe. Pembe, kavuniçi ve sarı egemen... Ve salon, aynı zamanda o tarihlerdeki atölyesi. Duvarlarda tablolar. Aydınlık bahçeye açılan bir pencere. Bir vazoda pembe çiçekler.. Mutfak; Mallerme'nin, Aragon'un mutfağı gibi mavi Japon çinileriyle kaplı. Atölyedeyim. Kapısında "Aknilüferler Atölyesi" yazılı. Duvarlarda Monet'nin büyük boy resimleri. Hindi'ler, Akkuğular... Sabah Seine Nehri'nin üstünde güneşin batışı, Monteron'daki Göl, Bahçedeki Kadınlar, Söğüt vb. Monet'nin tablolarından röprodüksiyonlar, kitaplar, kartpostallar, ressamın evinin küçük bir maketi satılıyor. Kızım ünlü tablonun, Aknilüferler'in bir röprodüksiyonunu, karımla ben de bir Monet kitabıyla Monet Evi maketini satın alıyoruz. Kurtuluyoruz hengâmeden. Givarne köyündeki bir lokantanın sevimli, küçük bahçesine kuruluyoruz. Çevremizde süsen, aknilüfer ve gül saksıları. Ekna şarabı içiyoruz, Paris kreplerinden farklı, tadı değişik, güzel, ançuezli îtalyan pizzalarına benzer îtalyan krepleri ve köylü krepleri yiyoruz. EUf bildiklerini anlatıyor: "Trenlegeçerken görmüş Monet bu köyü, çok etkilenmiş. Büyük bir ev kiralayıp birükte yaşadığı Alice ve çocuklanyla yerleşmiş. Bir hektarlık alanda sebze, meyve bahçesi olan küçük bir çiftlik. Sonraları evi ve çevresini satın alıp büyük değişiklikler yapar. Bu köyün, Giverne'in güzelÜği daha sonra Amerikan ressamlarının da dikkatini çeker. Büyük bir ev kiralayıp bölgeye yerleşirler. Varlıkları hep rahatsız etmiş Monet'yi, ancak ölünce kurtulabilmiş onlardan. Şu kiliseyi görüyor musunuz? Işte ordaki aile mezarlığınd? gömülü."* 4