17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 HAZİRAN 2004 / SAYI 952 SANAT 9 Duvar yıkıldı, sanat da... Milan Kundera, Vaclav Havel, Andrzej Wajda, Kryzsztof Kieslowski... l990'lı yillarda romanları ya da filmleriyle göklere çıkarıldılar. 70 ve 80'li /ıllarda komünist Avrupa yeteneğiyle göz kamaştırmış, hatta sansürün >anatı körüklediği savlanmıştı. Artık gizemli "Demirperde" yok... Ama jörünen o ki sanat da yok, Orta Avrupa kültürü yeni yıldızlar yaratamıyor. G lela 'arr ryzsztof ieslowski eçen ay Avrupa Birliği'nekatılan ülkelerin en çok ilgi çeken 11 genç sanatçısının fotoğraf ve video çalışmaları Londra'da sergilendi. Herkes farklı telden çalıyor, ayrıcabiryavanlık, dahası bir sıradanlık göze çarpıyordu. Orta Avrupa'nın kültürel açıdan düşkmklığı yaratması son yülarda çok sık yaşanan bir durum. Peki, neden böyle oldu? 1989'da, Orta Avrupa'daki komünist düzenleryumuşak devrimlerle devrildiği sırada yazarlar, film yapımcıları vebir ölçüde ressamlar dönemin kahramanları konumundaydılar. Andrzej Wajdave Kryzsztof Kieslowski gibi Polonyalı yönetmenler siııema dünyasında uluslararası bir üne kavuşmuş, herkesin gönlünde taht kurmuşlardı. Bohumil Hrabal, Ivan Klima ve ülkeleri dışında yaşayan Josef Skvorecky ile Milan Kundera gibi Çek yazarlar gerek yapıtları gerekse demokrasi yanlısı siyasal çizgileriyle göklere çıkanldılar. Oyun yazarı Vaclav Havel ülkesinin başkanhk koltuğuna oturtuldu. Komünist düzenin son yülarında ve 1989 devrimlerinin ardından Orta Avrupa kültürünün ulaştığı dünya çapındaki bu saygın konum şimdi yalnızca eskilerde kalmış bir anıya dönüştü. Demokrasiyle tanıştığından bu yana söz konusu ülkelerden yaratıcı gücünü ortaya koyan tek bir yıldız çıkmadı. Tabii ki bu, Orta Avrupa'da ogün bugündür elle tutulur bir yazınsal ya da sanatsal yapıt yaratılmadığı anlamına gelmiyor. Ama o günlerde tüm dünyada insanların ellerinden düşürmedilderi kitaplardan artık eser yok. Demirperde adıyla bilinen ve her hafta klasikler arasında yerini alan bir ürün veren bu ülkeler külturel açıdan neden artık hıçbır varlık gösteremiyorlart Batılılar için Demirperde deyimi teatral açıdan her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu: Perde'nin arkasındaki yaşam görülmeye değer gizemli bir gösteri, kahramanları gün boyunca çöp toplayarak geçimlerini sağlamaya çalışıp geceleri yazın dünyasını sarsan yapıtlar kaleme alan yazarlar olan trajikomik bir dramaydı. Her şey duygusal bir düş gibiydi. " Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nin Hollywood uyarlamasını izlerken Lena Olin'in peşinden Batı'ya, "kitsch krallığına" giden Daniel Day Lewis'in Juliette Binoche ile birlikte iç karartıcı Prag'da kalmasını gönlünden geçirmeyen var mıydı? Ve bu düş ciddi yazarların paylaştıkları bir şeydi. SANSÜRESİNKAYNAĞI MIYDI? b ••%' <# ilan undera 70 ve 80'li yillarda komünist Avrupa'da yeteneğin göz kamaştırdığı, sansürün sanatı körüklediği yönünde bir görüş egemendi. Sansürün bir tür esin kaynağı olduğundan bile dem vurulmaktaydı. Amerikalı yazar Philip Roth'agöre "Portnoy'sComplaint" adlıyapıtındaöykünün kahramanı nasıl ki annesi banyo kapısındayken iyiden iyiye "kafa buluyorsa", komünist Avrupa'daki yazarlar da sanki ulusun kapısına dikilmiş komünist annenin etkisiyle zincirleri kopartıp yaratıcılığın doruklarına ulaşıyorlardı. Roth yapıtlan bizzat bastırılmak üzere tasarlanmış sosyal ve siyasal dürtülerden gücünü alan Orta Avrupalı yazarlara imrendiğini yadsımıyor, "Orada hiçbir şey mübah değil, ama her şey önemli; burada ise her şey mübah, ama hiçbir şey önemlideğiT'diyordu. Şimdilerde oralarda da her şey mübah, ama Kundera'nın 1967'deyayımlanan "Şaka" adlıyapıtındanbirörneklebelirtecek olursak, bir zamanlar insanların bir şakayla çalışma kamplarını boyladığı bu topraklarda yaratıcılık artık eskisi gibi önemli değil sanki. Sansür, inceleme ve korkutma sanki sanatı gerçekten körüklüyor ve özgürlük gerçekten de hiçbir anlam taşımıyor gibi. KIESLOVVSKI VE CÜCE İŞÇİ Komünist yönetimlerde uygulanan denetimlerin kendine özgü bir yapısı vardı. Herkes için daha iyi bir yaşamın eşikte olduğunu vurgulayan resmi makamlar, komünizmi iyimserlik içeren bir kavram olarak sunuyorlardı. Gündelik yaşamda, alttan alta devlet şiddetiyle beslenen, iyilik ve güzelliğin ağırlık kazandığı bir düzendi. Bu yüzden 70 ve 80'lerde boy gösteren başkaldırı kültürünün niteliksel üstünlüğü sosyalizmin gerektirdiği "iyi insan " kavramına bir karşı çıkışın, "kötü" olma yönünde kararlı bir tavrın ürünüydü. Kieslowski'ninkaragüldürü türündeki ilk ustalıklı yapıtlarından biri olan "Camera Buff=Amatör" daha sonra çektiği düşünsel ağırlıklıfilmlerikadarbilınmemekle birlikte, sözü edilen bu asık çehreli sanatın en çarpıcı örneklerinden biri sayılır. Cüce bir işçiyle ilgili film yapmak isteyen bir adamın öyküsünün anlatıldığı bu ironik filmde Kies Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz HaBfliği romanı filme de çekilmişti. lowski'nin bedensel yetersizliği tiye aldığı sanılabılir; oysa gozler omıne serilen, gerçekte sansürcülerin acizliğiydı. Filmde " uygunsuzluklara " gülmememiz gerektiği yönündeherhangibiriladeyeyerverilmez;ası]vurgulanan şey, "uygunsıız"olanıgörmenindebirözgürlükolduğudur. Yaratıcılığın baskı altında tutulmasıyla, Sovyet Bloku hükümetleri tam da insanlan yaratmayayönelten dürtüye parmak basıyor ve yaratıcılığa tümden siyasal bir boyut getiriyorlardı. Başkaldırı kültürünün gerçekten de keyif veren bir yönü vardı, çünkü özünde yatan, keyif duygusıından başka bir şey değildi. KARANLIKARMONİLER... Kıyaslayacak olursak, şimdilerde AB'ye katılan demokrasilerin son zamanlarda başka dillere çevrilnıiş yapıtlarınarastlamakhiçdekolay değil. "Granta"adlı yazınsal derginin son yedi sayısı gözden geçirildiğinde, Orta Avrupa'dan tek bir yapıtın bile yer almadığı görülüyor. Gelgelelım, son günlerde birkaçbaşyapıtla karşımıza çıkan ve insanın içine işleyen karamsarlığıyla "Mitteleuropean/ Orta Avrupah" melankolisini en iyi biçimde yansıtan Orta Avrupa sineması için durumun biraz daha içaçıcıolduğusöylenebdir. BelaTarr'ın "Werckmeister Harmonies/Karanlık Armoniler" adlı filmi uzatılmış çekimlerivekeskinsiyahbeyazkareleriyle.Macaristan'da birkasabaya uğrayan veberaberindebir balinanın leşıni degetiren birsirkin akıllara durgunluk veren saçmahktaki öyküsünün anlatıldığı alabildiğine kasvetli bir görsel şölen niteliğini taşır. Müzik oyunlarıyla var olmayan uyuraıın yansıtılmaya çalışıldığı vefaşizme korkunç göndermelerde bulunulan filmde, kasabanın ruhsal güzellıkle karşılaşması üzerine her şey yerlebir olur. 1989 öncesinden çızgi filmleriyle tan ıdığım ız Çek sinemacı Jan Svankmajer "Little Otik" filminde toplumsal gerçekliğin aldatıcı yüzünü gülünç ve kaba saba görüntuleraracılığıylayansıtarak yepyeni bir Avrupa'yı betimlcmeye çalişır. Eski bir Çek masalı üzerine kurulmuş olan tilmde bir türlü çocukları olmayan orta sınıftan paralı bir çiftin (Karel ile Bozena) öyküsü anlatılır. Bir gün Karel kesik bir ağaçgövdesinin dibıni kazarken, köklerin bebeği andırdığmı düşünür ve onu eve getirip oyarak iyiden iyiye bebeğe benzetir. Bozena bebeğe öylesine bağlanır ki, hemen gebe olduğunu çevreye duyurıır ve Küçük Otik'i çılgıncasına aldıkları et ve bin türlü yiyecekle tıka basa doldurur. Ancak doymak bilmez Otik'in bir kediyi midesine indirmesiyle öykü çok larklı bir boyut kazanarak Batılı hiçbir yönetmenin böylesine yansıtamayacağı korkunç bir masala dönüşür. Svankmajer bu filmde, tüketim çılgınlığının alıp ba j şını gittiği dünyamızda eskilerden kalma korkunç masallara özgü o acımasız ve kötümser havanın hâlâ esmekte olduğuna parmak basar. Gelgelelim, Doğu Avrupah daha gençyeteneklerin yeni geleneğin yükü altında yol almaya çalıştıkları su götürmezbirgerçek. Britanyalı genç oyun yazarlarının Harold ' Pinter'inayırdınavarabilmeleridebırokadargüç.Pinter'inbaşkanlığasoyunması nasıl bir şey olurduacaba? Yazın dünyasında artık eskisi gibikahramanlara rastlanmaması, Rıısya ve eski Sovyet topraklarındaki sanatın AB üyeliğine soyunan ülkelerdekinden çok daha girişken bir yapıya sahip olmasmdan kaynaklanıyor olsa gerek. Rus yazınının tarihsel yapısı, çok daha çağdaş olan devlet güdümlü " samizdat" geleneğine kıyasla, daha geçerliymiş gibi görünüyor. İYİMSERLİK ÜZERİNE... Ne var kı Gogol yeniden soluk kazandırılacak denli eski bir etki olmasına karşın Milan Kundera günümüzde de etkisini sürdürüyor. Içinden çıkılması güç olan şey, komünist dönemin yazar ve sanatçılarının, Sovyet imparatorluğuna bir başkaldırı olarak Rusya ile Batı Avrupa arasındaki topraklarda yeşeren ve bizlerin tanıdığı biçimde bir "Orta Avrupa"nın yaratılmasına ne denli katkıdabulundukları. Ulaşılan bu başarının ölçüsünebakılırsa, Orta Avrupalı gençlerin kültürlerine yeni bir soluk kazandırmaları için bir iki kuşak daha geçmesi gerektiği kaçınılmaz bir gerçek. Bu arada, dünyanın bu kesiminde 20. yüzyılın ikinciyarısında tanık olunan yaratıcılık evrensel boyutta birkalıtolmayıherzamansürdürecek. "Şaka" romanının kahramanı sonunda çalışma kampını boylar. Kız arkadaşınagönderdiğibirkartpostala, "İyimserlik insanların afyonudur" diye not düşer. Bu kısacık tümce sansürün devrede olduğunun çarpıcı bir göstergesi sayılabileceği gibi, insanları bunu aşmaya, duvar yazıları ve açık saçık kitaplaryazmaya iten güçlü dürtünün debir yansıması. Sansüre bir başkaldırı olarak özgürlüğü savunan sanat ve edebiyat yapıtlarında ahşılagelmiş yapıtlardayansıtılan şeyler en uç noktalara vardırılır. Kalem tutan herkes sözel ve düşünsel özgürlüğü keşfetmek için bunu yapar Sanatın tüm dullarında da aynı şey geçerlidır. Sovyet bloku hükümetleri yaratıcılığı baskı altına almak suretiyle tam da insanları yaratmaya iten dürtüye parmak basarak garip bir biçimde, insanlığa büyük bir katkıda hulundular.# The Guardian'dan çeviren: RÎTA URGAN ıclav avel iilip ıth
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle