17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 ANI 14 MART 2004 / SAYI 93 £ Yeryuzu kimin dergisi? Arif Damar 15 şubat tarihli dergide, 1951 EylüFünden, 1952 Mart'ına kadar yayımlanan Yeryüzü Dergisi'ni anlatmış ve TKP'nin yayın r \ organı olduğunu vurgulamıştı. Dergiye emek verenlerden Prof. Dr. Metin Ozek, Damar'ın yazdıklarına yanıt verdi. Ozek, Yeryüzü'nün tendi de vermedi mi? Bilmiyorum. Buna göre, Yeryüzü için "...Bir TKF yayını..." denemez. Bu görüş TKP Iddi anamesi'deki söylemi bile aşar. Yeryü zü'ndeyayımlananlannTKPgörüşleriile ileri derecede örtüştüğü doğrudur. Çün • kü, o zamanlar ülkede kendini Sosyalist/Marksist olarak algılayanların çoğunluğu gibi, Yeryüzü için emek verenlerin de, TKP üyesi olsunlar ya da olmasınlar, dünyaya baktıkları pencere, değişik yoğunlukta da olsa TKP görüşlerine zaten uygundu. Posta ile gelen, eldenyollanan, isteğimiz üzerine verilen yazılar/çeviriler/desenler aramızda ortaklaşa seçiliyordu. Yapmayı tasarladığımız "Anket" sorularını Şükran hazırladı. Anketi benim yapmam kararlaştırıldığından, hazırlıkta benim de ufak tefek katkılarım oldu'. ".. .Şükran'sız..." hazırlandığı söylenen 4. sayı için Orhan Kemal'in, Nuri lyem'in Cahit Irgat'ın yazılannı ve Nihat Buruşuk imzalı"Notlar"ımıvb.hepsiniŞükran'a, her biri için kendi görüşümü de belirterek ben verdim! Ali Deverekli imzalı öyküyü, evet, Arif Damareldenyollamıştı. 3. sayıda yayımladığımız ilk ankette Sait Faik'in yanıtlannı, kendisine tebelleş olarak benim sağladığım doğru. Ancakiki gün sonra Sait Faik, Şükran'ı telefonla arayarak, verdiği yazıdan caydığını söylemiş, geri istemiş. Dil dökerek sonunda yanıtların yayınını sağlayın Şükran oldu, ben değil! YERYÜZÜ'NÜ DAĞITIRKEN... Arif Damar tutuklanınca Fethi Naci daha yoğun emek verdi Yeryüzü'ne. Oktay Deniz imzalı yazılar getiriyor, yayımlanacakların seçimine ağırlığını koyuyordu. Zaten üçümüz birlikte eldeki malzemeyi incelesek degerçek redaksiyon işini Şükran ve Naci yapıyordu. Ben yazına heveskârbirTıbbiyeliokuryazaridim.Onların asıl mesleği ise yazarlıktı. Nitekim "redaksiyon ", sonraki on yılları boyunca da mesleklerinin önemli bir bölümü oldu. Ben seçilen malzemenin basımevinde sayfadüzenini,basımınıkotarıyor, derginin dağıtımının büyük bölümünü, o zaman oturduğumuz Laleli'den başlayıp, Beyazıt, Cağaloğlu, Köprüaltı, Tünel, Parmakkapı, Taksim, Kasımpaşa vb. kapı kapı dolaşıp gerçekleştiriyordum. Diyesim ayakişleri! Gazete/dergi satan pek çok yer Yeryüzü'nü satmak için kabul etmiyordu. Geri kalanlardan da satılanların parasını almak çok zor oluyordu. Yeryüzü'nün çıkabilen 11 sayısı da, Karaköy'de, Bankalar Caddesine koşut Mertebani Sokakta (Şimdilerde adı Teğmen Hüseyin Sofu Sokağı) Çituri Matbaası'nda basıldı. Birkaç sayı çıktıktan sonra Çituri kardeşler basmak istememeye başladılar; polis baskı yapıyordu. Her sayı için yalvarmakgerekiyor, "Fakat bu son kez, bilesin!" diyerekgene de basıyorlardı. Son iki sayının yayımlanabilmesi, Çituri'lerin sözünü kıramadıkları bir arkadaşımızın, sevgili Can Yücel'in araya girmesi ile gerçekleşebildi.Bütün bu aşılması çokzorkoşullar, dergiyi 11 sayı çıkardıktan sonra "Şimdilik!" diyerek yayını kesmemizeyolaçtı. Öte yandan, kimi kişi hiç çocuk olmamıştır,kimi"büyümüşdeküçülmüş"tür, kimi de uğruna değmez ödünler karşılığı içindeki çocuğu öldürür. Şükran içindeki çocuğu, yer yer hüznü ve ukdeleriyle, hiç örselemedi, hep canlı, hep uyanık tuttu. O çocuğu çok kez kocamankocaman gülerek; yeri geldi melulmahzun bakarak, ya da kısa süreli öfkelerle, fakat her zaman hoşgörü ve saygı uyandıran bir sevimlilikle ortaya çıkardı. Başkalannı bilmem fakat, ben o çocuktan çok şeyöğrendim.# TKP'nin yayın organı olmadığını vurguluyor... Metin Özek adim dost sevgili Şükran Kurdalcul, o bilinen düşünsel yanı dengeli/tutarlı, alçakgönüllü, sevilesi biçemiyle derlediği anılarınıyayımladı. Bir bölümü yıllarönce" Cumhuriyet" te çıkmıştı. Kitabı beğenerek, yeryerimrenerekokudum. 19511953 yıllarında günbegün söyleşerek, onun tutukluluğu benim yurtdışında olmam yüzünden araya giren uzun yıllardan sonra da, aynı sıcaklıkta süren, sonra gene benim yurtdışında çalıştığım 70'li, bu kez de benim tutuklu geçirdiğim 80'li yıllann görüşmemizi kesmesine, seyreltmesine karşın, yarım yüzyılı aşıp bugüne gelen bir dostluğun kimi günlerini, olgularını/olaylarını kitapta okurken, göz pınarlarımın fenahalde uyarıldığını, türlü çağrışımlarla dalıp dalıp gittiğimi yadsıyamam. "başsorumlu" olduğu Yeryüzü dergisi ele alınmış. Birçok noktada söylediklerine katılmıyorum. Bunların, Arif özellikle ve bilinçli olarak istemiş olmasa bile, kendisinin eleştirdiği türden bazı anı kurguları olduğunu sanıyorum. Her birini tek tek ele alarak uğraşmak değil yazımın amacı; Yeryüzü ile ilgili bildiklerimi aktarmak. Şükran'ı, 1951 ydımartsonu/nisanbaşı bir gün, îktisat Fakültesi öğrencisi, tzmirli,orada"Fikirler" dergisiniçıkaranlardan ve benim Yüksek Tahsil Gençlik Derneği'nde ilk tamştığım arkadaşım Orhan Kartal'ın Aksaray'da, Atatürk Bulvarı'nın Yenikapı'ya yakm bölümünde bir giriş katındaki ufak bekâr evinde tanıdım. Konu yayımlanması tasarlanan bir sanat/kültür dergisi idi. Ben o aralar C. Sait Barlas'ın "PazarPostası"ndaNihat Buruşuk takma adı ile, genellikle müzik konusunda düzenli yazıyordum. Bir arkadaş grubu ile elimin hamuruna bakmadan, dergi çıkarmak hayallerim olduğunu bilen Orhan özellikle çağırmıştı. Uzun konuşmalar oldu. Şükran ile ikimiz ertesi gün buluşmak üzere ayrıldık. O günden başlayarak.olanaklartükenip, yayımlanması kesilmek zorunda bırakılana kadar, "Yeryüzü"ndeoldum. SAtT FAİK'LE GÖRÜŞÜYORUM... tlk 3 sayısinda, idare yeri olarak Sahibi ve Yazıişleri Müdürü M. Abidin Özkan'ın evi, müracaatiçinsadece benim P.K. 38 Aksaray adresim verilmişti. Bu ayrıntıyı vurgulamam, Yeryüzü'nde bugün de onur duyduğum katkı payımı arttırmak ve önemi ile böbürlenmek kesinlikle değil. Benim işim/mesleğim bambaşka bir alanda ve orada göğsümü kabartmam için pek çok neden var. Vurgu, önce doğru bulduğum düşüncelerin sorumluluğunu aldığımı, aşağıda yazılanlara yetkim/bilgim olduğunu belgelemeyi amaçlıyor. Şükran 'la sık sık buluşuyorduk. Bir kez Arif Damar da geldi. Kesin söyleyemeye K Bu yazıda amacım ne onun şair/yazar/yazın tarihçisi yanını ele almak ki bu beni çok aşar; ne de zaten herkesin bildiği tertemiz gerçeklerden örülmüş politik/ideolojikyanınadeğinmek.Mesleğimin "davranışbilim veuygulamaları" olarak özetlenebileceği düşünülürse, belki birbaşka yazıda onun kişilik yapısı ile ilgili bir şeyler söyleyebilirim. Bilebildiğim/ulaşabildiğim kadan ile ona ve kitaba değinen yazılar yayımlandı. Bu yazılardan biri de Arif Damar'a ait. 1951 'den beri tamştığım, 60'b ydların başında sık, bir ara haftada 2 kez ve en az birer saat görüştüğümüz, şimdi ara sıra rastladtğımda söyleştiğim arkadaşım Arif Damar'ı üzmek/kırmak istemem ama, yazısını birkaç kez, genel olarak anlamakta, cümleler arası ilişkiyi izlemekte zorlanarak okudum. Zaten yazı ne Şükran ne kitabı için yazılmış. Arif'in kendisinin haksızlığa uğramasına gönlü razı olmamasına.kimianıyazarlarının "...geçmişlerini canlannınistediğigibikuruyor, düpedüz uydurma hikâyeler anlatıyor..." olmalarınadair;galiba! BuişiçindeŞükran'ınanı kitabı vesilesi ile, yayınında Şükran'ın Yeryüzü'ne emek verenlerden: Arif Damar, Can Yücel, Şükran Kurdakul, Sait Faik Abasıyanık, Nuri tyem ve Orhan Kemal... ceğim fakat, birer kez FethiNaciveŞaban Ormanlar'ın (geneO. Kartal'ın evinde), ressam Ihsan Incesu'nun bize katıldığını anımsar gibiyim. Ben Sait Faik'le görüşüp, konu ile ilgili görüşünü, diyesim çıktığında katkısı olup olmayacağını öğrenmeye çalıştım. Sevgili Sait Ağabey küfür karışık, son derece sevimli bir söylemle başından savdı. Benim o zamanlar tanışmak onuruna ermediğim Rıfat Ilgaz, Lütfi Erişçi, Orhan Kemal, Nuri lyem vb. ile genellikle Şükran, kimi kez Arif Damar görüşmeler yapıyorlardı. Bunların kimi ayrıntıları Şükran 'ın kitabında da var. ÎNCESU KARDEŞLER... Fakat baş sorun, ortadaki gerekli paranın tek kuruşunun olmaması idi. Ne benim babamdan aldığım harçlıktan, ne Şükran, Arif ve Naci'nin gelirinden dergi için ayrılabilecek kırıntılar işe yarardı. Şükran peşin abonelik sağlamayagirişti, özel/yakın çevresinden sözler aldı. Ben olağanüstü bir rasdantı ile işinden ayrılmak istediğini öğrendim ve hemen kendi yerine beni önermesini istedim. Sağ olsun kabul etti; birlikte firmaya gittik. İşe alındun. Mevsim yazdı. Burgazada'da oturuyorduk. Ben 21 yaşını yeni bitirmiştim. Yarıyıl başlavana kadar, 4 ay çalışıp elime geçen parayı, pek fazla tırtıklamadan kenara koydum. Herhangi bir toplu para, herhangi bir yerden, diyesim açıkcasıTKP'denfilan.gelmedi. Bu kesin. Dergi, arkadaş grubumuzun bu zavallı birikimiyle çıkmaya başladı. Derginin Arif Damar'ın koyduğu adını onun sandığı gibi, o zamanlar yakın dostum, bir tür komşum olan Orhan Peker değil bir başka ortak arkadaşımız Ihsan Incesu yazdı. Onun ana babası, kardeşleri Kemal ve Vahit Incesu ile birlikte yaşadığı, Eyüp' ün tepelerinde, o zaman köy koşullarında yaşanan, tek kadı eve giderek yazı örneklerini ve ayrıca kullanabileceğimiz birkaç deseni aldığımı bugün gibi anımsıyorum. Bu desenler Yeryüzü'nün ilk 2 sayısinda kullanıldı. Nuri lyem'in de desenleri vardır kimi sayılarda. Orhan Peker'den herhangi bir katkı olmadı. tstenmemiş midir, yoksa is BAŞKENT GÜNLERİ Yitik mekânlar.. Müserref JJJ . . v« JTieKimOglU TT s t a n ^ u ' dadoğdum,çocukluğum,gençliI ğımın ilk yılları Göztepe'de Yeşilbahar J| Sokağı'ndayeşili,maviyisoluyarakgeçti. Ancak, giderek yeşilisolduruldu, "maviyeşil kent" "betonkent" olduyıllarsonra. Betonyığınlarıyla birlikte yaşamın renkleri de soldu. Eski Istanbul güzel bir anı olarak yeralıyor artıkbelleğimde. Başkent Ankara'nın da yaşamımda ayrı yeri var. Meslek yıllanmın büyük bölümü başkentte geçti. Sayısız dostlarla yaşamı birlikte soludum ytllarca, hala da soluyorum. Ancak, Ankara da artık cskisigibi değil. Betonlaşma, başkentin deyeşilini soldurdu. Kızılay'ın, Sıhhıye'nin, Kavaklıdere'nin eski halini anımsayan kaç kişi var acaba? Yıllara damgasını vuran mekanlardan kaçı ayakta kalabildi? O mekanlardan biri de Piknik. Ünlülerin uğramadan geçemediği Piknik de zamanla yianıları kalmadı mı? Yalçın Ergir, yitik değerlerin acısını derinden duyan bir diş hekimi. Diş hekimi ama, kendisini" düş hekimi" olarak niteliyor. Efsane mekanların öykülerinin gelecek kuşaklara mutlaka aktarılması gerektiğine inanıyor. Piknik'in öyküsünü de ondan okudum. Ergir, öyküsünü, "Aşağıda dramatik bir Ankara belgeseli, bir Atatürk Bulvarı klasiği, bir efsane mekanın gelecek kuşaklara mutlaka aktarüması gereken miras öyküsü var. Avuçlarınızın içinden kayıp gidenlerin, kayıp gitmekte olanların hüzünlü detayları, Piknik Durağı'nda, altından koşarak geçilen, serçelerden dalları gözükmeyen ağacm karşı kaldırımında sizi bekliyorlar" diyetanıtıyor. Gelinöykünün bir bölümünü birlikte okuyalımmı: "Bir benzeri yoktu Piknik'in. îstanbul'da kapanan Orman Lokantası'ndan Tanas Mas getirmişler, eşi benzeri olmayan mezeleri, şişleri, sandviçleri yolda yürürken herkesin birbiriyle sclamlaştığı, en temiz giysileriyle ailecek dolaştıkları Kızılay'lılara sunmaya başlamışlardı. Hizmet mükemmeldi; garsonlar bıyık bırakamaz, sigara içemezdi. Kasada çalışan, müşterinin parasını aldığında güler yüzle teşekkür etmezse aşağıdan Reşa t Bey'in tekmesini yerdi. Parti ve takım tutmak yasaktı, kapılar ardınakadarbütün Ankarahlar'aaçıku. Büyük pa * PİKNİK Restoran Amerlkan Büf < Şarküterl ra verip, Markiz'den, îtalyan Sefareti'nden, Orman'dan, Degustasyon'dan büyük ustalar getirmişler, bir daha eşi zor bir araya gelecek mükemmel bir kadro kurmuşlardı. Örneğin şef garson Vasil Lupi beş dili ana dili gibi konuşurdu, çok keyiflendiğinde yüksek sesle Arnavutça şarkılar söylerdi. Reşat ile Vahit'te hiç patron görüntüsü yoktu; oradan oraya koşuyorlardı, kimi zaman paltosunututtuklanmüşterilerbahşişveriyorlar, onlar da bahşişi personele dağıtıyorlardı. Önce kocaman bir kokteyl bardağının kesilmiş halini Paşabahçe'ye götürdüler ve bu dev bardaktan üç bin adet yaptırdılar. Bu bardaklarla da taze Atatürk Orman Çiftliği birasını bir Piknik klasiğine dönüştürerek buz gibi ' Arjantin' olarak müşterılerine sunmaya başladılar. Rakı uzun oturma gerektirdiği için rakı vermiyorlardı. Piknik dünyada henüz 'fast food' imparatorlukları yokken, kendine özgü bir 'fastfood'merkezihalinegelmişti. Ismet Inönü, başbakanken bile bankacılık işlemleri için karşılarındaki tş Bankası'na bizzat kendisi gelirdi. Işlemler devam ederken Paşa 'ya mudaka Piknik'ten greyfurt suyu iste Bey'in Amerika'h eşinin öğrettiği, greyfurtur soyulup, meridyenlerinden araya bıçakla giri lip.sadecezarıniçindekalanlarınıntoplandı ğı tabak ve küçük kaşık gönderildi ve Vahiı Bey acele bankaya çağrddı. Paşa ellerini açmış; "Gel.geeeel; anlat.bunasılyapıldı?" diyc soruyordu. O dönemde soğuk hava deposu yoktu vc greyfurtlar Ürgüp'teki mağaralarda saklanıyordu. BunedenleyazkışPiknik'tegreyfuri hiç eksik olmazdı. Bu olaydan sonra Piknik, Mevhibe Hanım ve Ismet Paşa'ya her hafta ikı sandık greyfurt göndermeye başladı. Metin Toker, Vahit Bey'le karşılaştığında 'başımıza öyle bir iş açtın ki' diye takılıyordu. Bir gün Reşat Bey, Paşa'ya sandığı bizzat kendisi götürmüş, "Negetirdinevladım?" diye soran Paşa'ya "Paşamgreyfurtgetirdim" dediğindegözlerindeki katarakt sorunu nedeniyle net göremeyenPaşa; "Teşekkür ederim; Reşat Bey oğluma da selam söyle" demişti." Güzel bir öykü değil mi? Anılarda kalsa
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle