Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
19 ARALIK 2004 / SAYI 978 BÜLENT POLAT Oynadıkça ayaktayım seyirci onu "Şesu" olarak sevdi... Bıçkın, her işin •İf. dtından kalkıyor ve bir kişide binbir kimliği taşıyor. 3ülent Polat'a göre Şesu "Bir garip varyasyon", ama semini sağlam. Üstelik biraz da "halk"ı temsil ediyor. D olat'a gelince, "Bak, şımardı" desinler, istemiyor. İ)zgür irbaş T unceli'de doğdu, îstanbul'da büyüdü... Izleyici olarak tiyatroyla tanıştı, teşrifatçılıkla devam etti... Levent Kırca tiyatrosunda mızrak tutan adam rolüne aday oldu, geç kaldı. En büyük hayali Mimar Sinan'da tiyatro okumaktı, o da olmadı... Daha büyük işler ayağına geldi... Sonunda ayağı Şesu rolüne takıldı ve ne olduysabundansonraoldu... Bülent Polat,Teoman'ın çektiği "Balans ve Manevra"da Zagor karakteriyle sinemada da adını duyurmaya hazırlanıyor. "Avrupa Yakası"ndaki "patlamanın" arkasında uzun bir süreç olduğunu anlatan Polat'la "kim" olduğunu, "ne olduğunu" ve "ne yapmak istediğini" konuştuk: Şesu'yu artık herkes tanıyor. Peki Bülent Polat kim? 1979 Tunceli doğumluyum. Ilkokul son sınıfta Istanbul'a geldik. Ortaokul yıllarından izlediğim oyunlar sayesinde tiyatroyla tanıştım. Daha sonra tiyatroda teşrifatçılık kadrosundaki boşluğu değerlendirip içeri adımımı attım. Gençlik tiyatrosunda amatör oyunlarda, derken daha büyük yapımlarda rol almaya başladım. En büyük hayalim Mimar Sinan'da tiyatro okumaktı, ama kulis faaliyetlerinden anlamadığım için hem tiyatrodan uzaklaştınldım, hem de Mimar Sinan'a girmeme engel olundu. Levent Kırca Tiyatrosu'nda mızrak tutan adam rolü için birini aradıklarını duydum. Başvurmaya gittim, tiyatro kapalıydı. Küçük Sahne'de çalışan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Sadri Alışık Tiyatrosu, Orhan Oğuz'un yönettiği bir oyunu sahneye koymaya hazırlanıyordu. Biroyuncuhastalanmıştı ve tamamen tesadüf sonucu o rol benim oldu. Bu bir dönüm noktasıydıvesene2000'di... Oyunculuktaki bu kadar ısrar neden? Sahnenin üzerinde rahatça hareket etmek, bir yükseltinin üzerinde kendime ı ait olmayan hisleri oynamak çok hoşuma gidiyor. Bu beni hayatımda hiç olmadığım kadar mutlu etti. Bir de çok daha derine baktığımda, kimlik meselesi çıkıyor ortaya... Siz Türkçeyi geç öğrenmişsiniz değil mi? Evet, anadilim Kurtçe. Istanbul'a geldiğimde artık konuşuyordum, ama güven sorunu vardı. Uzun cümleler kuramıyordum. Sonra konuştum, ama yazmayı geç öğrendim... Anadilimi çok seviyorum. Dilin içindeki nidaları ve özellikle annemlekonuşmayı çok seviyorum. O dönemde kendi dilini konuşamamak, bir anda kalkıp buraya gelmek... Ifade sorunu yaşadım... Derslerde konuşmaya acizdim... Sürekli susmak, susmak... Bu kadar zorluğun ardından bir anda görünür olmak nasıl bir duygu? Bir anda olmadı aslında. Örneğin 1998'de yaptığım ve dört bölüm sürmüş "Lahmacun ve Pizza"da hâlâ internette dolaşıyor. Akılda kalmış demek ki. Ama Avrupa Yakası başka bir kapı açtı... MUTLAKA OYNAMALIYIM! Hangi kapıyı açtı? Sinema yapabilme yolunu açtı ki hemen Teoman'la "Balans ve Manevra"yı yaptım... Televizyon böyle bir güç, fark ediliyorsun. Bir de tiyatro yapabilme şansım arttı. Ben oynamak istiyorum, çünkü ayakta kalmam, mutlu olmam, kendimi ifade edebilmem orda oluyor. Bunun dışrnda da kendimi çok mutlu hissetmiyorum. Mutlakaoynamalıyım... Şesu niye bu kadar çok seviliyor? Bilmiyorum... Şesu'nun orijinali Şeso değil mi? Yani Şehsuvar'a doğuda Şeso derler. Ama bu adam Avrupa Yakası'na gelmiş, incelmiş Şesu olmuş... Almanya'daki üçüncü kuşağı düşünün... Bu da iç göçün üçüncü kuşağı... Asimile olmuş desem tam karşılamıyor aslında... Bana sorarsanız Türkler asimile olmuş... Nişantaşı ya da Taksim'e çıktığımda MTV'de izlediğim şarkıcılar gibi genç kızlar görüyorum, Türk gibi düşünüp Amerikalı gibi görünüyorlar. Bu garip bir varyasyon... Şesu da her yerden Bülent Polat, Şesu'nun sesini kendi geçmişinde bulduğunu söylüyor... Fotoğraf: HIDIR DURMAN bir parça alıp yeniden bir adam yaratmış... Bu da onu sağlam bir zemine oturtuyor...Kimsede "böyle çaycı mı olur" duygusu yaratmıyor. Gülse Birsel de bu karakteri yazarken, biraz da halkı temsil eden insan olarak düşünüp yazmış... DAHA ÇOK ÇALIŞMALIYIM Ama Şesu hepsinin canına okuyor... Çünkü Istanbul'un ne kadar acımasız olduğunu biliyor. Yaptığı işi iyi yapmak zorunda, zorlukları biliyor. Başka şansı yok! Hiçbir şeye yabancılık çekmiyor. Aslında tam olarak nasıl olduğunu bilmiyorum... Şöhretle aranız nasıl? Yüzünü bilmediğim birçok dostum var ve insanlar yolda yanıma gelip "keyfin nasıl" diyor. Şöhretin abartılı yüzünü daha görmedim ve bunu beni çok mutlu ediyor. însanların üstünü başını yırtması çok popçu işi. Yani bizim işe uymaz. Bizim oyuncu olduğumuzu bilip buna göre davranmaları, bende "daha çok çalışmalıyım" duygusu yaratıyor. Benim için "bak şımardı" desinler istemiyorum. Sizin Cem Yılmaz'ı taklit ettiğinizi söylüyorlar, ama onun da kullandığı bu ince ses zaten bir şive değil mi? Yani bu ses Türkiye'de espri yapma sesi haline gelmedi mi? Evet, bence de... Benim ses tonum ona benziyorsa bu benim dışımda bir şey. Bir de ben Türkçeyi öğrendiğimde sesimi geride kullanıyordum. Şesu'yu oynarken de sesimi o zamanki Bülent'in kullandığı gibi kullanıyorum. Bu benzerliği biraz da magazinciler çıkardı aslında. Bu insanlar, ellerine mikrofon ya da kamera alınca normal hayatlarındaki zekâlarını bir yana bırakıyorlar sanki... îlkokul ço cukları için soru soruyor gibiler... Benim bir sorunum yok mesela, ben oyuncuyum ve onlar beni gösterince işimi daha iyi yapacak halim yok. Benim devreye girme nedenim şu: Söz konusu olan sinema olunca "durun" diyorum. Herkes haddini bilsin! Bu işin içinde ne kadar emek olduğunu bıliyorum. Bu konu sizi epeyce sinirlendiriyor anladığım kadarıyla. Peki, bir de Şesu karakterinin üzerinize yapışmasından korkup korkmadığınızı sorayım. Aslında birtakım klişe sorular var ve bu da onlardan biri... Yani bu soruya ne cevap versem boş. Oynarken bunu hesaba katarak, alttaki asıl enerjiyi koruyup beslemek gerekiyor. Oyunculuğun aslı su gibi olmaktır. Her kalıba girmektir... SAÇMALAMAKİYİDİR... O halde saçmalamak iyidir... E tabii saçmalamak iyidir... Çoğu zaman saçmalamak gerekiyor, ben de çoğu zaman saçmalamaya çalışıyorum. Olabildiğince başka bir şey yapmamaya çalışıyorum. Bir şey söylemek yerine çevirip saçmalıyorum... Sanatla uğraşan biri için bu hazin bir durum değil mi? Ben geldiğimde ağabeylerimiz de saçmalıyorlardı. Yani ben gelip bir anda saçmalamaya başlamadım... Yılmaz Erdoğan'ın "Hakkâri'den lstanbul'a gelmek buradan Hollywood'a gitmekten daha zor" diye bir sözü var. Sizin için de böyle mi oldu? Orda da burada da şartlar zor. Aslında insanlar zor. Bizim oradaki siyasi durum belli. Biz de birtakım siyasi sorunlar yaşadık. Vatan haini damgası vurdular, her sıkıştıklannda da vuruyorlar. Ama tarih, en çok vatan millet diyenlerin bu ülkenin altını kazdığını gosterdi. Bunun dışında benim için kriter Hollyvvood değil, Avrupa... Çalışmak istediğiniz bir yönetmen var mı? Emir Kusturica ile çahşmayı çok isterim. Fatih Akın muhteşem bir yönetmen. Ali Özgentürk'le de çalışmayı isterim.# Yasemin Dalkılıç Dalgıç En büyük hatanız nedir? 56 yaşlarındayken bir arkadaşımın oyuncağını çok sevdiğim için çalmıştım. Ama o kadar kötü hissettim ki, oyuncakla hiç oynayamadan, odasında ücra bir köşeye, kaybolmuş gibi göstererek geri koymuştum. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey sizce nedir? Hayatı küçük endişelerle geçirip asla büyük hedefler koymadan akıntıda sürüklenircesine yaşayıp harcamak. Hayattaki en büyük keyfıniz nedir? Tüm tutkularımı gerçekleştirebilmek. En sevdiğiniz yazar kim? Wilbur Smith. En sevdiğiniz film/yönetmen? George Lucas, Star Wars serisi. En çok yaşamak istediğiniz şehir? Palermo, Sicilya Yangında kurtaracağınız ilk üç şey nedir? Laptop'um, John Coltrane ve Miles Davis'in orjinal kayıtlarını içeren çok zor bulduğum 6 CD'lik koleksiyonum, spor çantam. En büyük aşk hikâyesi kimlerinki? Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman'ın Casablanca'daki aşk hikâyesi. Sizi en çok güldüren şey nedir? Insanların bir olay karşısında yanhş anlaşılma korkusuyla gerçek duygu ve düşüncelerini göstermekten sakınarak gösterdiği doğal reaksiyonlar. En büyük mutsuzluk? Sağlık problemleri. En son ne zaman dibe vurdunuz? Haziran 2002'de pankreasımda büyük bir kitle olduğunu öğrendiğim zaman. Bir hayvan olsaydınız, ne olurdunuz? Yunus (Sürpriiiiiz) Bir hayali kahraman olsaydınız kim olurdunuz? Niye? Mutasyon sayesinde parmaklan arasında ördek gibi perdelere sahip ve ciğerleri sualtında da nefes alabilen bir kahraman olan Atlantis'den Gelen Adam olmayı isterdim. Sizi en çok tedirgin eden ve en beğendiğiniz özelliğiniz? Bazen duygularımı rahatlıkla dile getirememem tedirgin ediyor. Hayatımı, tutkularımı gerçekleştirerek dolu dolu yaşayabilmek için gerekli riskleri göze alabilmem, cesaret gösterebilmem. Sizin için affedilemeyecek hata nedir? Iki yüzlülük. Sahip olduğunuz en değerli şey? Sağlığım. Güncel olaylar içinde yakın zamanda sizi en çok üzen olay nedir? New York'taki îkiz Kuleler. Dünya gündemindeki ya da hayatınızdaki bir olayı değiştirme şansınız olsaydı, neyi değiştirmek isterdiniz? Tüm devletlerin eğitim sistemlerini, gençlerin kendi yeteneklerini ke§fedebilmelerini ve geliştirmelerini sağlayacak şekilde düzenlerdim. Böylece tüm mesleklerin bireylere eşit olanak ve saygınlık getireceği bir düzen kurulurdu. Hayata gelirken seçme şansınız olsaydı, ne olmak isterdiniz? Deniz olmak isterdim. Dünyanın hâlâ insanın zarar verme gücüne karşı koyan, doğal dengesini koruyabilen ve dilediğince hareket etme özgürlüğüne sahip en büyük kısmı. En sık kullandığınız kelime nedir? "istiyorum". Ancak yeni hedefler isteyerek hayatın en dolu şekilde yaşanabileceğine inanıyorum.