Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Üç usta yönetmen Peter Greenaway, Abbas Kiarostami ve Victor Erice, Selanik Festivali'ndeydi. Greenaway seyirciyi postdijital çağa hazırlamaktan söz ederken Kiarostami dijital devrimin içindeki sosyal devrime dikkat çekti. Erice ise dünyanın görüntü bombardımanı altında olmasından yakındı. Kiarostami Greenaway ve Erice.. Victor Erice, görüntü bombardımanı altında olduğumuzu düşünüyor ve "Herbakış öncesi gözlerimizi dakikada bir yıkamalıyız" diyor. sanma yanlışlığına düşüyorlar. Dijital kamera aynı zamanda bir silah olabilir, olumlu ya da olumsuz işlevi, kullanana ve ne biçimde kullandığına bağlı. Greenaway gerçek bir sanatçı. Dijital kamerayı olumlu bir anlayışla kullanıyor. Dijital kamera yeni bir buluştur, yaşamı resmetmede kullandır, onu bir kalem ve fırça yerine koyabilirsiniz, yani salt kayıt için değildir. Ben, gerçekliği yakaladıktan sonra şiirselliği kuruyorum, gerçekliğe kurguda ihtiyaç duyuyorum. Bana göre evrensel olmak, önce özgun ve ulusal olmaktan geçiyor." BEN DİRENİŞÇİLERDENİM Ispanyol sinemasının çağdaş efsanesi Victor Erice ise "master class"ında dinleyenleri büyüleyen bir sinema tarihi dersi verdi. Sinemanın saf bir sanat formu olduğunu vurgulayan Erice, "Zamanın gizemli akışını en iyi sinema yakalayabilir. Sinema eskiden sıradan, yoksul insanların eğlencesiydi" dedi. Sinemanın ilk öncülerine, Lumiere Kardeşler, Charles Chaplin, Robert Flaherty'e hayranlığmı dile getiren yönetmetmt, negöre, sinema bir gö/ müt sanatı da sayılabilir. Çünkü, sinema yitip giden yaşamlan yansıtır. Erice bu görüşünü şu cümlelerle pekiş « tirdi: * "Şarlo'nun geçmişine bakarsak popüler sanat yaptığım görürüz, o bu sayede tum dünyaya seslenmiştir. Şimdi bu popülarite yok. Günümüzde ülkemizi, özümüzü yitirdik. Bu işte de ne yazık ki pazar kazandı." Sinema yapmayı yazı yazmaya benzeten yönetmen "Bizler bazı anları seçeriz. Bence sinema en mistik dildir. John Ford, Robert Bresson gibi yönetmenler filmlerini çekerken teorilerini de yaratmışlardır" dedi. Sinemayla şiir arasında bağlantı kuran yönetmen, sinemada adlandırmaların olmadığını, kameranın bir nesneyi seçtiğini, edebiyatın ise soyutlaya dayandığını vurguladı. Sesli sinemada sözcüklerin olduğunu, Ford'un görüntüden çekilmeyi, Pasolini'nin ise tam tersi, içine girmeyi yeğlediğini vurguladı. Yönetmenlerin postacılar gibi mektup dağıttıklarını söyledi. Erice'nin günümüz medya kültürüne yönelik açıklamaları da ilginçti: "Görsellik sadece resim demek değildir, hava kirlenmesi gibi görüntü kirlenmesi de olabilir. Günümüzde inanılmaz bir hızla, üst üste yığılan bir görüntü bombardımanı altındayız. 15 yıl önce bu daha farklıydı. O yıllarda 'her bakış öncesi gözlerimizi dakikada bir yıkamalıyız' diyordum, şimdi ise her saniyede bir yıkamalıyız. Medyanın totalitarizmi artık dünyayı da yonetiyor. Sürekli tüketen, neredeyse hiç üretmeyen toplumlar yetiştiriyoruz. Ne yazık ki işgal edilmiş bir dünyada yaşıyoruz. Işgalciler, işgal edilmiş olanlar ve direnişçiler var. Ben direnişçilerdenim." • Ash Selçuk ırk beşinci Selanik Uluslararası Film Festivali'nde üç usta; Ingiliz Peter Greenaway, Iranlı Abbas Kiarostami ve Ispanyol Victor Erice "master class'larında sinemaseverlere bilgilendirici, olağanüstü zamanlar yaşattılar. Etkinlikte son çalışması "Tulse Luper'in Çantaları" gösterilen Greenaway, yeni filminin çekim mekânı Varşova'dan gelerek katılımcıları şaşırttı, ilginç vurgulamalarla yeni gelişmeler konusunda aydınlattı: "Sinema bence 1983'te uzaktan kumanda aletinin yapılması sonucu öldü, bugün yeni bileşimlerin zamanı. Sinema görüntülerle değil, metinlerle başladı. Yüksek teknoloji kullanarak oluşturduğum yan biyografik 'Tulse Luper'de 92 çantada 92 öykü var. Yeniden örgütlenmeli ve izleyiciyi eğiterek postdijital çağ için hazırlamalıyız. Günümüz sineması resimli bir öykü ya da videoya kaydedilmiş bir tiyatro performansının ötesinde bir takım öğeler barındırıyor. Dijital çağımızın en asal iki koşulunu, etkileşim ve multimedya içeren bir sinema dilini gereksiniyoruz". Greenaway filmlerinin izleyicisini de K üç gruba ayırdı: "llk grup, film başladıktan 5 dakika sonra seçimlerinde hata yaptıklannı düşünüp çıkanlar, ikinci grup, filme biraz §ans tanıyıp 40 dakika sonra salonu terk edenler, son grupsa tümünü izleyip yeniden gelenler. Ben izleyicinin yüzde 33 'ünü etkileyebiliyorsam kendimi başarılı sayarım." Son zamanlardaki çalışmalarında anlatısal biçemleri kaldırdığını, yerine sayılar, renkler ve başka motifler yerleştirdiğini söyleyen Peter Greenaway, filmlerin gösteriminde de yenilikten yana. Yönetmen bugünün gösterim kavramından uzaklaşılması gerektiğini, yeni teknolojilerle bambaşka sunumlar yapılabileceğini, kültür sınırlarının aşddığını, DVD görüntü kalitesinin ve uzun ömürlülüğünün yeni açılımlar getirdiğini düşünüyor. SOSYAL DEVRİM... Festivalde toplu gösterisi yapılan, fotoğraf sergileri açılan ve îngiltere'yle (Ken Loach) bir ortak yapım çalışması planlayan Kiarostami, yönetmenlik ve fotoğrafçılık arasındaki ayrıma değindi. Filmlerini bir fotoğrafçı gibi yönettiğini, bir yönetmen gibi de fotoğraf çektiğini Victor Erice'nin filmi "Kovanın Ruhu"... söyledi: "Fotoğraflarıma bakanlar kendi öykülerini de kurabilirler. Kendimi bir dönemeçte duyumsuyorum, bir duvarla karşılaşmış gibiyim, bu duygu beni yeniden öyküye dayalı filmler çekmeye yönlendirdi." Kiarostami, projelerinde önce karakterlerini oluşturduğunu, onlarla bütünleştikten sonra yazım aşamasına geçtiğini de anlattı. Çekimlerde oyuncularından özgün olmalarmı, kendileri gibi davranmalannı istediğini, teknik ekibinin sette ovuncuları çok özgür bıraktığı için bazen ona kızdığını,oyunculann35 mm'likdevkameralar yerine küçük dijital el kameralanyla daha rahat davrandıklarını vurguladı. Ebeveynleri AIDS'ten ölen çocukların trajik öyküsünü anlattığı" ABC Afrika" fılminde, gerçekliği olabildiğince yansıtmak için iki küçük dijital kamera kullanan Kiarostami bu konudaki düşüncelerini şöyle açıkladi: "Dijital devrimin içinde sosyal bir devrim de var, bazı genç sinemacılar salt düğmeye basıp film çektiklerini Peter Greenaway ve filmi "Tulse Luper'in Çantaları"...