17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 KASIM 2004 / SAYI 975 Medyatik eşkıya: KOÇERO Baran Taşar oçero adına, film çekilmiş, şiir yazılmış medyatik bir eşkıya. îsmi, Mehmet Ali Izmir'in yazdığı "Son Eşluya Koçero" (Birey Yayıncıhk) kitabıyla yeniden gundeme geliyor. îzmir, Koçero gibi Batmanlı, ama onunla ilk kez Ahmet Kaya ve Selda Bağcan'ın birlikte seslendirdikleri, Hasan Hüseyin Korkmazgil'in şiiriyle tanışmış: "Muhtara sorarsantz/Bizim serseri veli/Marabaya sorarsanız/Işini bilmemiş deli/Köylüye sorarsanız/Ekmeksiz garibin teki/Çocuklara sorarsanız/Yüce dağlar aslanı aslan Koçero..." Asıl olarak Koçero'nun kim olduğunu anlaması ise Batman'a gittiğinde tesadüf eseri Koçero'nun iki arkadaşıyla tanışınca gerçekleşmiş. îzmir'le Koçero, eşkıyalık ve kitabı üzerine konuştuk: K den tedirgindiler, hâlâ da tedirginler. Bu nedenle isimleri değiştirdim. Bize biraz Koçero'yu anlatır mısınız? Çok genç yaşta kanştığı bir olay nedeniyle, yakalanmaktansa dağlarda yaşamayt seçen bir Kürt köylüsü. 1314 yaşında ailesinden ayrılıyor. 3 sene köy köy gezdikten sonra kan kardeşiyle dağlara çıkıyor. Aslında son derece sessiz, mülayim bir insan. Hatta akrabaları onun bu kadar efsaneleşebileceğini hiç tahmin etmemişler. O dönemlerde devlet otoritesiyle başı derde giren herkes soluğu dağlarda alıyor. Bunlar bireysel çıkışlar, örgütlülük, ideoloji söz konusu değil. Koçero'da sizi çeken neydi? Her bölgede pek çok eşkıya, hepsinin de bir öyküsü vardı... Ama Koçero bütün eşkıyaların üstünde bir anlatıma sa Mehmet All İzmir, "Son Eşkıya Koçero* kltabında sadece bir eşkıyanın hayatını anlatmıyor. Okurları, eşkıyalık kavramını sorgulamaya da götürüyor. Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Koçero'nun ilk olarak adını Hasan Hüseyin'in şiiriyle duymuştum. Sonra memlekete gittiğimde arkadaşlarıyla tanıştım. O zaman Koçero'nun kim olduğunu daha iyi anladım. Araştırmalar yaptım. Bunların derlenmesi gerektiğine karar verdim ve yazdım. Kaynaklara nasıl ulaştınız? Bilgileri birinci ağızdan toparladım. Onunla birlikte dağlarda gezmiş arkadaşları, kızı, akrabaları ile görüştüm. Ancakbölgenin feodal yapısı nedeniyle önüme pek çok sorun çıktı. Anlatanlar hâlâ sağ ve çoğunun çocukları o bölgede yaşıyor. Aslında herkesin bildiği olaylar bunlar, ama yara kabuk bağlamış. Yazılanların olayları yeniden küllendirmesinhip. Her bölgede benimsenilmiş, bir bakıyorsunuz Cizre'de çıkıyor, bir bakıyorsunuz Van'da, Bitlis'te... Ondan fazla olay yaşamış eşkıyalar, bu kadar sahiplenilmemiş. Hasan Hüseyin'in şiiri ise onu benim için mitolojik bir havaya soktu. Onu böylesine ünlü yapan ne? Koçero, bugünkü tabiriyle medyatik bir kişilik. 196O'lı yıllann yayin organlarında röportajları, fotoğrafları yayımlanmış. Türkiye'nin her tarafında efsaneleşmiş. Hatta Yılmaz Güney, Koçero hakkında film çekmiş. Zamanla yerel bir kahraman olmaktan da çıkmış. Öyle ki, artık Koçero adı, cesur insanları tanımlamak için kullanılmayabaşlanmış. Karadenizlilerin, Egelilerin de Koçeroları olmuş. Merhametli, adil ve haksızlığa taham mül edemeyen biri olmasî.da tanınmasında önemli bir etken. Onu Spartakus ya da Prometheus'a da benzehpbiliriz. Kendisi yuzunden baskı gören köylülerı korumak için jandarma komutanının evini basması, tanımadığı bir kızı kurtarmak için çatışmaya girmesi gibi olaylar namını arttırmış. Evet, ama sonuçta o bir eşkıya... Olaylara bugünkü pencereden baktığımızda Koçero'yu da eşkıyalığı da anlamak zor. Yaşanılanları kendi zamanıyla değerlendirmek lazım. O zamanlarda feodal öğretilerle devlet otoritesi sürekli çatışıyor. Birini öldürdüklerinde ce . zayı karşı aşiretin vermesini bekliyorlar, devletin değil. Onların gözünde devlet özgürlüğün teslim edilmeyeceği üçüncü bir oluşum. Eşkıyalık da buna başkaldırı. Bu kitap, Koçero'yu efsoneleştirme çabası mıydı? Böyle bir derdim yoktu. Hatta onu çok yahn anlattığım için eleştirenler oldu. Kürtlerde yajEi^türü çok gelişmemiştir, onun da pek çok şey gibi silinip gitmesini istemedim. Derdiin sadece onun yaşadıklarını bir sonraki kuşağa aktarmaktı. Abartmadan, önyargısız... Koçero, kanştığı bir olay nedeniyle 17 yaşında dağlara çıkmış bir eşkıya... Desen: HAKAN ÇELÎK OTORİTEYLE ÇATIŞMA Kitap bizi eşkıyalığın ne olduğunu sorgulamaya da götürüyor. Senin eşkıyalık tanımın nedir? Net bir tanım yapmak çok güç. Ama bireysel anlamda otoriteyle çatışma yaşayan kişinin kendine yaşama, özgürlük alanı yaratmak için başvurduğu bir yol olarak tanımlayabiliriz. Eşkıyalık sadece bu topraklara ait bir şey değil. Özellikle Arnavut eşkıyalar oldukça namlıdır. Çinli, îspanyol, Arap eşkıyalar da. Insanlığın ortak haznesinden beslenen bir kültür. Ya geçmişten günümüze geldiğimizde... Öncelikle soru şu olmah: Bugün eşkıyalık var mı? Ben olduğunu sanmıyorum. Çünkü dünya öyle bir noktaya geldi ki artık devletler ve iktidarlar, okyanusların dibinden dağların doruklarına kadar her noktayı kontrol edebilecek hale geldiler. Amerika bugün Irak'taki her yeri adım adun izleyebiliyor. Türkiye'de özellikle son 3040 yıldır ideolojik olarak eşkıyalık çok farklı bir tanım haline sokuldu. Oysa Ege'de efe ne ise, Doğuda da eşkıyalık odur. Ilkelle feodal arasında sıluşmış, devlet gibi kurumsal yapıları kabul etmeyen, otoriteye karşı çıkan bir anlayış. Bugünkü anlamıyla da biraz anar şistliktir. • OSMAN BAHADIR [email protected] 80 yıl önce SlÜKhllîî) etmek mümkün olamıyordu. 191 l'de Fransa'da vuku bulan külli tahribat ziraat nezaretinin nazan dikkatini celbetmiş ve Alfor Baytar Mektebi profesörlerinden üç kişi tetkikat icrasına memur edilmişti. Bu zevat birkaç sene tetkikattan sonra serhes adlı ıtri hülasanın kelebeğe karşı müessir (etkili) bir deva olduğunu bildirmişlerse de bazen tufeylatı tamamen imha edemediği, bazen de tesemmümlere (zehirlenmelere) sebebiyet verdiği anlaşdmıştır. Harbi Umumi bidayetinde (başlangıcında) bu hastallğın Macaristan'da husule getirdiği tahribat Budapeşte Baytar Mektebi profesörlerinden Marek'i yeni tetkikat icrasına sevk etıöîştir. Profesör Mare^s: hakikaten müessir yeni bir ilaç vücuda getirmiştir. Bunun da esası serhes adlı nebattır (bitkidir). Bu ilaç bugün dıstol namıyla memleketimize ithal edilmekte ve kullamlmaktadır. Macaristan fabrikalarında imal ve izhar olunan ve dıstol denilen müstahzarın terkibi (bileşimi) bilinmemektedir. Memleketimizde yalnız 25 gramı 450 kuruş mukabilinde satılmaktadır. Şu fiyatın yüksekliğini ve memleketimizde müessir bir deva vücuda getirilmesinin faydalarını nazan dikkate alan Ziraat Vekâleti takriben bir !sene evvel böyle bir ilaç bulmak için bizi tetkikata memur etmişti. Bu hususta bir imalathane vücuda getirmek için icab edejı tesisat ve teşkilatı mahallinde tetkik etmelc üzere arkadaşım bakteriyolog Hamdi Bey'le beraber geçen sene Almanya ve Fransa'ya gitmiştik. Tetkikatımızın neticesine göre kelebek hastalığına karşı vücuda gelecek devanın esasını, Anadolu'da yetişen ve bazı yerlerde "eğrelti otu", bazı yerlerde de "mazudal" denilen bitkinin kökleri teşkil etmektedir. Bunun için beş altı ay evvel Anadolu'da bir tetkik seyahati icra ve bu otun yetiştiği mıntıkaları ve vasıflarını tayin ettim. Bu suretle bir seneden beri devam eden mesaimize gerek vekâletin ve gerek alakadar zevatın gösterdikleri teşvikler ve mektebimizin kıymetli müdürü tarafından gösterilen sühuleder (kolaylıklar) birleşerek kelebek hastalığı için müessir bir ilaç elde etmek mümkün oldu. Bu ilaç, verilmesinden itıbaren 24 saat zarfında hasta hayvanları tamamen şifayab etmektedir. Işte bu ilacın memleketimizde imali birçok faydaları mucib olacaktır. Evvel emirde (öncelikle) Avrupa'dan daha ucuz imal etmek kabildir. Çünkü amele icraatı bizde bahusus (özellikle) eğrelti otu mıntıkalarında gayet ucuzdur. Saniyen (ikinci olarak), o mıntıkaların pek fakir olan halkı iş bulacaktır. Salisen (üçüncü olarak), her sene harice akan ve mühim bir miktar teşkil eden paramız halkın cebinde kalacaktır. Rabian (dördüncü olarak), her istediğimiz vakit harice muhtaç olmaksızm ilacı imal edebileceğiz. Bilirsiniz ki, Umumi Harp ile Istiklal Harbinin çetin mücadelatı esnasında pek çok acı tecrübeler gördük." Bir Türk âliminin keşfindeki büyük ehemmiyet vi er sene memleketimizde birçok hayvanların telefine sebep olan kelebek hastalığına karşı Baytar Mektebi Âlisi müderrislerinden Mehmet Halit Bey'in müessir bir ilaç keşif ve ihzanna (hazırlanmasına) muvaffak olduğu geçenlerde yazılmış ve ilacın tecrübe ve neticelerine ait tafsilat verilmişti.Bütün Anadolu'da ve bütün memlekette büyük bir memnuniyetle karşılanan, yabancı memleketlere ilaç parası verilmeksizin sürülerle hayvanları kurtaracak, bu suretle iktisadiyatımıza büyük bir hizmet edecek olan bu yeni keşif hakkında daha etraflı malumat almak üzere Mehmet Halit Bey'le bir mülakat icra ettik.Faal, gayretli âlimimiz, gerek hastalığa, gerek tedavi tarzına dair atideki pek faydalı malumatı vermiştir; "Koyunlarda, keçilerde, sığır cinsinde ve bazen domuzlarda zuhur eden ve kelebek, fenni tabiriyle distomatoz denilen hastalık, zikrolunan hayvanların karaciğerlerine, safra yollarına nüfıız ederek orada türeyen çay yaprağı şeklinde ve o büyüklükte birtakım ,', tufeyli (asalak) hayvanlardan ileri gelir. Bu tufeyli hayvanlara fen lisanında "distomom hepatikom" namı verilir. . ...Bunlar karaciğerde hayvanın kanı ile H beslenir ve mütemadiyen yumurtlar. Bir taraftan hayvanın kanını emer, bir taraftan da uzviyet için muzır ifrazatı (salgısı) ile kanı sulandırır. Neticede hayvan zayıf ve dermansız düşer. Göz kapaklarının içi kırmızılığını ve pembeliğini kaybeder, çene aldan şişer. Kelebek hastalığı biraz evvel de söylediğim gibi, en çok koyunlarda, sonra keçilerde, daha sonra da sığır cinslerinde tahribat yapar. En çok telefat Eylül ile Kanunisani (Kasım) arasındaki aylarda olur. Yağmurlu senelerde hastalık hakiki bir afet, bir musibet şeklinde kendini gösterir. Rutubetli mıntıkalardaki hayvanların dörtte veya beşte biri telef olur. 191 l'de Fransa'da, 1913'tede Macaristan'da bu hastalık azami şiddetini göstermiş ve hayvan sürülerinde müthiş tahribatı mucip olmuştur. £; ... ,ıf: Bizde ise Trakya, Biiprsa, Adana ve Anadolu'nun alelumum (genellikle) münhat (çukur) mefalı mıntıkalarında asırlardan beri köylünün hakiki felakej«n mucib bir musibet halinde devam edip giönektedir. Kelebek hastalığının memleketimizdeki tahribatına dair maalesef kati bir istatistike malik değiliz. Bununla birlikte asgari bir tahmine göre bu yüzden senede birbuçuk iki milyon koyun ve keçi telef oluyor veyahut kıymetten düşüyor. Çünkü koyunlann eni konu gıdasını zayi eder (kaybettirir). Hayvanların derileri işlenemeyecek kadar bozulur, yünleri kırılır ve evsafı nesciyesini (doku niteliğini) kaybeder. Köylünün, ziraat erbabının pek mühim b*r servetini teşkil eden hayvanları, bu ve bunun gibi miffi servet ve iktisadiyatımızda derin yaralar açan diğer müthiş hastalıklardan kurtarmak lazımdır. Bunun için de baytarlığın (veterinerliğin) ' , memleketimizde layık olduğu mevkiye yükselmesi pek ziyade lâzımdır. Birkaç sene evveline kadar kelebek hastalığını husule getiren karaciğerdeki tufeylatı imha 18Nısanl925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle