Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ASLI KOTAMAN’DAN
‘Sanatın Erkeksiz Tarihi’
Sanat tarihçisi Linda Nochlin 1971’de, o yılın ardından üzerinde çok konuşulacak ve bugün de hâlâ temel referans kaynaklarından
biri olan bir makale yazmıştı. Makalenin başlangıç sorusunu Aslı Kotaman’ın Sanatın Erkeksiz Tarihi (Kara Karga Yayınları)
adlı kitabı anımsatıyor: “Neden büyük kadın sanatçı yok!”. Kotaman, okuyucuyu pek çok yapıt ve sanatçı ile buluşturduğu /
tanıştırdığı kitabında kadın sanatçıların eserlerinin saklanmadığı, kataloglanmadığı, sergilenmediği dahası kadınların sanatçı
olmasına izin verilmeyen dönemleri anlatıyor. Ayrıca sanat tarihi içinde alternatif bir yolculuğa davet ediyor.
Ne olmuştu? Pollock öldükten sonra Tarihi kitabı anımsatıyor: “Neden büyük kadın sanatçı yok.”
SELEN ÇAVUŞOVALI
Krasner evlerinin stüdyosuna geçebilmiş- Nochlin bu makalesinde kadın sanatçı neden yok diye
ti. Bugün kendisini büyük boyuttaki tuval- sormanın bizi bir yere götüremeyeceğini, doğru olan eleş-
ee Krasner, Amerikalı bir dışavurum-
lere yaptığı çalışmalardan tanıyorsak bu eşi- tirinin sınıf ve cinsiyet temelli toplum sistemini ve eğitim
cu sanatçı. Çocukluğunda bile sanat-
nin ölümümün ardından büyük odaya ge- sistemini eleştirmek olduğunu söylemişti.
L çı olacağı bilinen ressamlardandı. Al-
çebilmesi, bu odanın güneş alıyor olmasıy- Bu soruya yıllarca yanıt vermeye çalışılmıştı oysa basit-
dığı eğitim ve tarzıyla kısa zamanda parladı.
dı. Çünkü Krasner önceden sadece odasında çe soru yanlıştı.
Evleneceği ünlü ressam Jackson Pollock ile
çalışabiliyordu. Ne yazık değil mi? Nedir hikâyeyi kadınca anlatmak? Sanatçıların cinsiyeti
tanıştıklarında Krasner artık bir sanatçıydı.
Peki biz bu hikâyeyi nereden öğreniyoruz?
olur mu? Sanat tarihi bize anlatıldığı gibi miydi?
Ama ne mi oldu?
Aslı Kotaman, Sanatın Erkeksiz Tarihi (Ka- Egemen erkek bakışının dışında konumlanan bakış açısına
Kariyerini eşinin kariyerine destek olarak
ra Karga Yayınları) adlı kitabında, bu ve bu-
sahip anlatıların hikâyeyi kadınca yazdığını söylemek olanaklı.
kurguladı. 1956 yılına gelindiğinde Jack-
na benzer pek çok bilgiyi paylaşıyor. Kadın anlatıcı ve kadın bakış açısı ataerkil sistemin de-
son Pollock alkolikti. Krasner ile evlilikleri
Yazarı buna yönelten nedenler ise net: Sa-
ğerlerini çok daha cesurca eleştirebiliyor. Son yıllarda ka-
iyi gitmiyordu ve Jackson yine sanatçı olan
natın kadınsız tarihi yıllarca yazılabildiyse, dın biyografi yazarlarının kendi öz yaşam öykülerinden
Ruth Kligman ile birlikteydi. Ortak planla-
erkeksiz tarih neden yazılamasın?
yola çıkarak yazdıkları kitaplar buna örnek olabilir.
dıkları Fransa seyahatine Krasner tek başı-
Sanatın Erkeksiz Tarihi, kadın sanatçıları Bu yazarları diğerlerinden ayıran korkusuz bir hiciv beceri-
na gitti ve oradan Jackson’a mektup yazdı.
sanat tarihinde hak ettikleri yerlere konumlamayı amaçlıyor.
si olduğu kadar gözlem gücü ve süreklilikle de açıklanabilir.
Mektup yerine ulaşamadan Jackson’ın ölüm haberi geldi.
Kitapta, kadın sanatçıların eserlerinin saklanmadığı, ka- Kadın otobiyografik yazının gelişkinliği ve bu anlatı gelene-
Krasner, Amerika’ya geri döndü ve bütün gazeteler ken-
taloglanmadığı, sergilenmediği dahası kadınların sanatçı
ğinin izlerini gördüğümüz ilişkin çokça iyi kitap, makale var.
disi ile görüşmek istiyor, her yerden röportaj talepleri geli-
olmasına izin verilmeyen dönemler anlatılıyor. Otobiyografik anlatının kadınca bir anlatı olduğunu ve bu
yor ve kendisini sürekli ana sayfa haberi olarak görüyordu.
Onları usta-çırak ilişkisinin dışında tutan, anatomi öğ-
anlatı biçiminin yazarları da toplum baskısı nedeniyle bazı
Eşinin ölümünden birkaç hafta sonra yeniden stüdyo-
renmeleri için nü çizimler yapmaları yasaklanan sanatçılar karakter tipleri yaratmaktan alıkoyduğunu yazanlar da var.
ya girmiş ve ona “Bu acıyla başa çıkarken nasıl resim ya-
geçmişte kaldı diye düşünüyorsak da belli ki yanılıyoruz.
pabiliyorsunuz” diye soran bir gazeteciye “Bu, yaşam ile Sanatın Erkeksiz Tarihi, kendi hikâyenizi anlatabilmenin
ölüm arasında bir seçim yapmayı istemek gibi, ben yaşamı Bugün sektörde eserleri en değerli görülen, en çok para- olanağını ortaya koyuyor ve sanat tarihinin sorgusuzca ka-
ya alınıp satılan eserler yine erkek sanatçılara ait.
seçtim” diye yanıt vermişti. bul edilmesine tepki gösteriyor.
Krasner, kesik kolaj tarzında usta bir fırça işçiliğiyle yap- Sanat tarihçisi Linda Nochlin 1971’de, o yılın ardından Kotaman, kendi yaşamından örneklerle anlattığı sanat-
üzerinde çok konuşulacak ve bugün bile hâlâ temel refe-
tığı grafik tuvaller ritmi, ahengi, tekrarı, yeniliği anlatıyor- çıları tarihte olması gereken yerlere geri koyuyor. Pek çok
du. Büyük ölçekli tuvalleri bu kaygıların yanı sıra hiyerog- rans kaynaklarından biri olan bir makale yazmıştı. yapıt ve sanatçı ile buluşturduğu / tanıştırdığı kitabıyla sa-
Makalenin başlangıç sorusunu Kotaman’ın Sanatın Erkeksiz
liflere ve doğal formlara olan düşkünlüğünü de yansıtıyordu. nat tarihi içinde alternatif bir yolculuğa davet ediyor.
n
UMBERTO ECO’DAN ‘GÜLÜN ADI’
“Kitlesi ve biçimiyle Aedificium, İtalya Yarımadası’nın güneyinde, mberto Eco’nun 1980’de yayımlanan klasikleşmiş roma-
daha sonra gördüğüm Castel Ursino ya da Castel del Monte’yi nı Gülün Adı’nda (Çeviren: Şadan Karadeniz / Can Yayınla-
andırıyordu; ama ulaşılmaz konumundan ötürü onlardan
Urı) 1327’de İtalya’daki bir manastırda geçen bir cinayet so-
daha saygın görünüyor, yavaş yavaş yaklaşan yolcuda korku
ruşturmasını anlatır. Günümüz edebiyatına farklı bir soluk getiren,
uyandırıyordu.
yepyeni bir türün kapılarını açan Gülün Adı, hem ortaçağ Hıristi-
Çok berrak bir kış sabahıydı; yapıyı ilk kez fırtınalı günlerdeki
yan dünyasını derinliğine irdeleyen bir tarihsel roman hem de bü-
görünümüyle görmeyişim şans oldu.
yük bir ustalıkla kurulmuş, soluk soluğa okunan bir polisiye öykü.
Gene de, insanda sevinçli duygular uyandırdığını
Pek çok dile çevrilen Gülün Adı yayımlanışının üzerinden 21 yıl
söyleyemeyeceğim. Korku ve gizli bir tedirginlik yarattı bende.
geçtikten sonra, yazarı tarafından yeniden ele alındı; bazı bölüm-
Tanrı bilir, bunlar benim olgunlaşmamış ruhumun yarattığı
ler eklendi, bazı bölümler çıkarıldı. Gülün Adı’nın bu yeni bir soluk
hortlaklar değildi: Devlerin işe koyuldukları gün ve rahiplerin
kazanmış şeklinde, kendinizi yine 14. yüzyıl Avrupa’sında gizemli bir
aldanmış istemlerinin yapıyı kutsal sözcüğün korunmasına
öykünün labirentlerinde bulacaksınız.
adama yürekliliğini göstermelerinden önce, taşa kazınmış kuşku n
götürmez belirtileri
Gülün Adı / Umberto Eco / Çeviren: Şadan Karadeniz / Can
doğru olarak yorumluyordum.” Kitaptan...
Yayınları / 736 s.
ALFRED NORTH WHITEHEAD’TEN ‘DOĞA VE YAŞAM’
lfred North Whitehead 1933’te, Chicago’da verdiği birinci konfe- Özne, kendini, bedeninden ve maddi doğadan bağımsız bir varlık-
A ransta, doğayı, Ortodoks öğretiler dediği klasik mekân anlayışla- mışçasına kurmuştur. Bedeni yok sayan felsefi geleneğin ruhsuzlaştır-
rı dışındaki bir düşünce sahnesinde yeniden düşünmenin olanaklarını
dığı dünya, süreç ve faaliyet olarak kavranmalıdır.
araştırmıştır.
İşte yaşam, ancak o zaman, içerisinde dinamik bir evren ilkesi şeklinde
Klasik mekân anlayışlarının ve genel olarak atomcu öğretinin boş
işleyen karşılıklı bağlantılar ve bir dayanışma bloğu olarak anlaşılabilir.
mekân ile onu dolduran madde zerreleri arasında kurduğu bağlantının
Alfred North Whitehead’in 1933’te Chicago’da verdiği bu iki konfe-
zayıflığını sergiledikten sonra, faaliyet ve süreç eksenlerine oturan bir
ransın notlarından oluşan Doğa ve Yaşam (Çeviren: Sercan Çalcı / Say
doğa kavramını geliştirir. Bu yeniden düşünme, doğayı bir süreç olarak
Yayınları) kitabı, doğadaki değişimler ve süreklilikler arasındaki ilişki-
kavrama girişiminde duyu-algısını temel hareket noktası olarak alır ve
selliği ve bütünsel bir yaşam mefhumunun temellerini konu alıyor.
n
modern ontolojinin bazı ana dayanaklarına itiraz eder.
Bu eleştiri ve tezlerle bağlantılı olarak ikinci konferansta, ilişkisel bir
Doğa ve Yaşam / Alfred North Whitehead / Çeviren: Sercan
yaşam kavrayışını geliştiren Whitehead’e göre doğa ve yaşam, modern
felsefenin başlangıcından beri bir bölünme içine sokulmuştur. Çalcı / Say Yayınları / 64 s. / 2023.
22 2 Kasım 2023