Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜ ÖDÜLÜ: KÂMİL ERDEM / ‘YOK YOLCU’
‘Yolcu olmazsa yol da olmaz!’
Kâmil Erdem, 77 yapıtın değerlendirildiği, Seçici Kurulu Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval
Şahin, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Murat Yalçın’dan oluşan 77’inci Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü
kazandığı Yok Yolcu (Sel Yayıncılık) adlı kitabında, yürüyen, yürürken tökezleyen ama yine devam eden
insanların yaşamından izler sunuyor.
KÂMİL ERDEM
Kamil Erdem, 1945’te Erzurum’da doğdu, Erzurum Lisesi’ni bitirdi. Ankara Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Edebiyat ve Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinde
okudu. 1980 sonrasında Tan Seçki’sinde ve Morköpük dergisinde öyküleri
yayımlanan Erdem’in üç kitabı bulunuyor: Şu Yağmur Yağca (Sel Yayıncılık /
2016), Bir Kırık Segâh (Sel Yayıncılık / 2018 ), Yok Yolcu (Sel Yayıncılık / 2021).
sa olsun yürümek dev-
MEHMET S. AMAN
rimci bir eylem midir Yok
mehmet.aman@cumhuriyet.com.tr
Yolcu’da?
İlkokul öğretmenimiz atasö-
n Diğer iki kitabınızla birlikte üçüncü ki-
zü diye bize belletmişti: Dağ
tabınız Yok Yolcu, size altı yılda dördüncü
ne kadar yüce olsa, yol dağın
ödülünüzü kazandırdı. Ne düşünüyorsunuz?
üstünden aşar. Lisedeyken pa-
Ödüller kuşkusuz özendirici oluyor. Geçici
tikalardan Palandöken’e tırma-
olarak duygulanım yaşıyorum. Bulutlar daha
nırdık. Aklımda o söz. Sonra-
renkli görünüyor. Ama ondan sonra bir yük
ları, yolcu olmazsa, yolun da
sırtlanmış gibi oluyorum. Arkamı kollamaya
olmayacağını düşünmüştüm.
başlıyorum. Şu sözcük o köşebaşında oturup
Öyle ya, biz olmasak bu yol-
kalmalı mıydı? Şu cümle ödülü lekeler mi gi-
lardan kim geçecek, bu dağla-
bi verimsiz bir dönem geçiriyorum.
rı kim aşacak. Daha sonrala-
Neyse ki çağın hızı imdada yetişiyor, hız-
rı ise bu yol ve yolcu işi git-
la unutup ödülü filan, günlük olağan eytişime
gide karmaşıklaştı.
geçiyorum sözcüklerle ve yerli yerine oturu-
Evet, yol almak (yürü-
yor her şey.
mek) devrimci bir eylem ama sonunda yü-
n Yok Yolcu iki bölümden oluşuyor. Kitabı ikiye ayıran
rüyenin ortadan kaybolması ya da hiçbir
“Ayapera” bölümüyle ilk bölüm arasında biçem değişikli-
yere gidememesi (yok yolcu) söz konusu
ğine rastlıyoruz. Bunu tercih etmenizin nedeni nedir?
olabiliyor. O yüzden öyle savlardan uzak
Aslında her öykü biraz kendi biçemini yaratıyor. Dola-
durmayı, her öykünün ayrı ayrı birçok kat-
Yolcu’nun neden bu kadar tam da göbeğinde?
yısıyla biçemi ben değil, öykülerin kendileri tercih ediyor-
mana yönelmesini yeğlerim.
lar. Pera öyküleri daha çok orada yaşanmışlığın izlerini ta- İstanbul bir bakıma, akıldan çıkmayı reddeden bir asker-
n Beni en çok etkileyen “Törensiz Bir Cenaze” öykü-
şıyor. O öykülerdeki kahramanlar, tanışım, komşum, yol- lik arkadaşı gibidir bende. Eskiler askerlik arkadaşlarını,
nüz oldu. Yaşamını yitiren bir ozan ve sessiz, mütevazı bir
daşım. Öyle olunca dümdüz kendilerini anlatmanın yolları-
artık onlar çok uzakta da olsa, hatta hayatta olmasalar ya
cenaze töreni. Bir ozan yalnızlığının gözler önüne serili
nı arıyorlar.
da hırt bir ucubeye dönüşmüş olsalar bile anlatıp dururlar
hali adeta. Tanıdık bir ozanın hikâyesi midir?
Pera denilen, kimilerince ucu cehenneme açılan bir dip-
ya, eh ben de “eskiler”den sayılırım.
Evet, o ozan artık bir sır değil. En son Banu Yıldıran
siz kuyudan sesleniyorlar. İlk bölümdeki öykülerde de bi-
Şaka bir yana içinde onca yıl yaşadığım “orta yeri sine-
Genç, Geri Döndüğüm Yerler adlı kitabına da aldığı yazı-
çem farkı, dediğim gibi öykünün direnmesiyle ortaya çıktı.
ma” olan, “kör bir kayıkçının cinayeti gördüğü” o “aziz
sında sözünü etmişti İzzet Yaşar’ın. Ben 80’li yıllarda tanı-
Yani sanki başka türlü anlatılamazlardı.
İstanbul”a, biraz borçlu da hissediyorum kendimi.
mıştım Onu. Şiirlerini seviyordum. Sonra hiç görüşmedik.
n Ayapera’ya Ece Ayhan ile başlıyor ve birçok yazara
n “Belirsizliğin” hâkim olduğu bir kitap Yok Yolcu. Bu
sıkça göndermelerde bulunduğunuzu görüyoruz. Uzaktan izliyordum. Enis Batur ve Ahmet Güntan’la yarat-
belirsizliklerle okura nasıl bir mesaj veriyorsunuz?
tıkları Reşit İmrahor hoşluklarını falan biliyordum.
Ece Ayhan sevdiğim bir şair. Pera tanımlaması da ondan
“Belirsizlik”in olsa olsa üstünde durmuşumdur. Şu çağ-
Sonra ne olduysa, başka safa geçtiğini duyurmuş. O saf ona
mülhem. Aya Pera, İstanbul’un ötekisinin başkenti ola-
daş dünyada sabit bir şey var mı? Her kavram, her önerme,
rak da nitelenebilir. O yüzden pek çok yazar, şair Pera’dan hep kuşkulu davranmış, ayrıldığı saftakiler de üzüntülü ve
her “bilimsel” sonuç habire yer değiştirip duruyor. Öyle
yine kuşkulu. Kuşku girince insanın bir yerine, cam yüzey-
geçmiştir. Pera’da dolaşırken de onları kimi göndermelerle
hız kazandı ki bu yer değiştirmeler, iç boşalmaları, yeni an-
anmamak mümkün değil. ler çatlıyor ve insanlar hem kendi içindeki hem birlikte karşı
lam yüklemeler, yeni yan yana gelişler. Neyi raptetmek is-
n Yok Yolcu, yürüyen, yürürken tökezleyen ama yi- karşıya durmak zorunda olduğu zemindeki bu çatlaklara yu-
tesek, bir rüzgâr ile havalanıyor kısa süre sonra. Sabit kal-
ne devam eden, farklı koşullarda bu eylemi devam etti- varlanıyor. Yalnız kalmak hüzünlüdür. Hayatta ve ölümde.
maya eğilimli insanı, yeni patikalar bulmaya çalışan bilme-
ren insanların anlatıldığı öyküler toplamı. Ve genellik- n Yoğun bir şekilde İstanbul’u hissediyor ve görüyo-
le “devrimci”lerin anlatıldığı öyküler. Yürümek, ne olur- ruz kitabınızda. Sokakları, mekânları… İstanbul, Yok diğimiz yolcular sarsıyor. Belirsizlik değişime gider, iyidir.
MESUT UYAR’DAN
‘BİR ASRIN ARDINDAN İSTİKLAL MADALYASI’
stiklal Madalyası’nın hikâyesi, Atatürk’ün isteği ve Mustafa Necati de kalmayı başardı.
Bey’in teklifi ile 2 Ağustos 1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en tehlikeli Kuşaktan kuşağa aktarılan gurur ve prestij kaynağı İstiklal
İ ve sancılı döneminde başladı. Madalyası’nın şimdiye kadar yazıya dökülmemiş son bir asırlık renk-
Kahramanlık ve başarı madalyası olarak tasarlandı ama zaman içinde li ve karmaşık hikâyesi Mesut Uyar’ın kaleme aldığı Bir Asrın Ardından
savaş hizmet madalyasına dönüştü. Kurtuluş Savaşı’nın simgesiyken sa- İstiklal Madalyası adlı kitapta belge ve fotoğraflarla sunuluyor.
n
vaş bitince Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmeye başladı.
Bir asırlık ömrü içinde her dönem farklı anlamlara büründü, karak- Bir Asrın Ardından İstiklal Madalyası / Mesut Uyar / Türkiye İş
ter ve tabiatını değiştirdi. Fakat bir şekilde önemini korudu ve gündem- Bankası Kültür Yayınları / 160 s. / 2022.
6 3 Kasım 2022