Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DEMİR ÖZLÜ’NÜN AZİZ ANISINA SAYGIYLA... Hayalet Oğuz’un tanıklığıyla! Biri ötekini doğrulayan bir sentez olarak yaşamı sonlandırdılar. Bireyin, hüzne kapanışın içe dalım anlarıydı birbirini tamamlayan. Birinin erken ölümü, ötekinin geciken ölümü oldu İthaka’ya varamayansa Demir Özlü’ydü. UĞUR DEMİR NECDET BATUM ‘MUTLAK DİYE BİR ŞEY YOK!’ Arkandaki siyah beyaz fotoğrafın mekânı, Marmara Kafesi’ndeki Küllük. Orada zamanın ünlü düşünür, sanatçı ve edebiyatçıları, aydınlar oturur, sohbet ederdi; genç aydın ve yazarlar bulunurdu. Genç bir yazar olarak, zaman zaman küllüğe gider, onlara katılırdım, o fotoğraf ve o anlar işte o anlar “mutlak diye bir şey yok” demişti bana. Değinilmesinden uzak durduğu Tezer’i çekingenlikle sorabildim. O gün ve o anlar, gözlerinin dolduğunu hissettim: “En güzel sanatsal yazılarını, felsefi his ve düşüncelerini bana yazdı; onları bir rulo haline getirip kendi özel arşivimde saklıyorum. Hiçbir yerde de yayımlamayacağım, öyle özel hatırası olarak kalsın” demişti. YAŞAMA VE KENDİNE İSYAN Yaşama ve kendine ve sıradan basitliğe isyan manifestosuydu. İntihar etmeden intihar eder gibi yaşadı: “Ülkemizde de Pavese döneminde yetişmiş, ününü onun kadar dünyaya duyurabilecek bir yazar vardı: Sait Faik. Oysa biz, 1950 yıllarından bu yana yalnız, köy ve popüler edebiyatın peşine takılıp, yalnız bu edebiyatı edebiyat sayma ve yayma eğilimini gösterdik. Bununla da kalmayıp, bu edebiyatın önderlerinin koydukları barikatlarla engellendik.” (Bir İntiharın İzinde’nin Marburg Edebiyat Ödülü aldığı konuşmasından) 1950’li yıllarda, Ferit Edgü, Demir Özlü, Orhan Duru, Onat Kutlar, Leyla Erbil kuşağı... Peter Handke ve Alain Robbe Grigget’in, ‘Yeni Roman’ eskizleri önlerinde ve A Dergisi çerçevesinde hareketin bu oluşum aşamalarının filizlendiği ilk ellili yıllar... Sait Faik’le başlayan bu yöneliş, bir ‘gerçeküstü’ dokunuşuydu. Popülist Toplumcu Gerçekçi edebiyat farkındalığının başat olduğu o süreç. Öte yandan, entelektüel bir yönelimdi bu. Kendi içine bile kapalı kalan bir zaman ve uzam ayracı öncesinden Tanpınar’la başlar bu ertelenme ve zamana kalma. “Sükut Suikast(ı)”larıydı bu zamansal aralık. Okuyusunu bulan bir ortamdı. MARKSİZM VE VAROLUŞÇULUK Türk yazınında Marksizm’in boşlukta bıraktığı varlık felsefesi, varoluşçuluk belirgenliği ilk kez bir A Dergisi kurgusunda kendini belirledi. Elli Kuşağı hareketiyle öne çıktı. Bu edebiyatın farkındalık yaratan kimliği Demir Özlü, felsefe ile edebiyatı buluşturan bir misyonun tekil ayrımıydı. Halbuki, 65’lerde bir sosyalist ve İşçi Partisi üyesiydi. Bedelini ödedi de… Hukuk Fakültesi asistanıyken 1974’te hapse girdi. Askerliğini Muş’ta çavuş olarak yaptırdılar. 1984’te ülkesinden sürgündü ama çilesini çeken bir sol insandı o. Değil mi ki felsefi planda Marksizm’in boşlukta kalan öteki belirleyeni, Varoluşsal Diyalektik’le yeni bir anlatım ve anlayışla (edebi) potansiyelin ortaya çıkışıydı. Türk sanat ve yazınında belirlenen bir “öteki insan” oluş analitiği, öteki devrim Freud psikanalizminin uzanımıyla belirginleşiyor; kolay okuyucunun beklentisinden de uzakta kalıyordu. “….. bireyselmiş gibi görünen kimi şiirlerin, hikâyelerin, romanların, sırasında toplumsal olanı da en derin görüşleriyle yansıttığı; öte yandansa bazı sadece toplumsal kaygılarla yazılmış yapıtların hiçbir şey anlatmadığını anlatmadılar değil… gerçekten felsefi olarak da bilimsel olarak da bu bayağı ayırım, edebiyat gazetelerinin, edebiyatın yüreğinden uzak sütunlarıyla, düşünmeyen zihinlerin buz tutmuş katmanlarına yerleştirilmiş oldu.” (Borges’in Kaplanları / YKY) BULANTI’DAN BUNALTI’YA İnsanın görünmeyen içsel gizemiyle, sarmal bir kurgu olarak belirginleşir... Sartre Bulantı’sı uzanımı Bunaltı’yla başlayan bu süreç, hep nihilizmi başat olarak önde tuttu. Dostoyevski’ydi, insanın bilinmez anaforu. Kafka tutkusu Onu adım adım bu izleklerin iz sürümü olarak yollara düşürdü. Onu Prag’da sokak sokak aradı; birey ve içe dalım siluetleriydi bu adımlar. Bu siluetlerle yetindi. Ama öte yandan, Fransız, “yeni roman”ın öncülerinden Alain Rob Griyyet’den gelen bir tutumla dağınık, sıra dışı bir sentaks kurgusunu da deniyordu. Soluma öyküsü odur. Dostoyevski ile temellenen Yer Altından Notlar vurgusu, bu Kafka sarmalı, Freud psikanalist ortamının, sanatsal alandaki birey varoluşunun kendi içsel ve özgün bireşimiydi. Yer yer erotik dokunuşlar da belirginleşiyordu. Değil mi ki Deşlerin de kendi gerçekleri vardı. Sanat ve edebiyat, bu sırlar âleminin gizemiyle ilkten buluşuyordu. Öncesinden, Tanpınar’la açımlanan bireyin zamanuzam aralığı da bir beklentiydi. “Siirt’te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım…..Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü. Sırrın içinde yüzüyordum…” (Katolik Dominicain misyonerliğinin idare ettiği Fransız okulundayken…) (Alıntı: Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa. İ. Enginün, Z. Kerman.) “Yağmur çiselemiyor, sanki su havada asılı kalıyordu. Islaklık ışığı almış, kocaman, mat, buğulu bir sarmal yapmıştı. Koca bir torba gibi sarkıyordu ışık.” (Sürgün Küçük Bulutlar) Bu betimlemeyle maddenin fizik değişimine evriliyordu birey… Bu ‘bunalım’, Oğuz Atay’da aydının Tutunamayanlar’ıyla yeni bir evreye ulaşır: “ …soyutlama gücünden yoksun olduğum için ve özellikle zaman kavramını soyut olarak, yani ele geçmez bir kavram olarak düşünemediğim için süreyi ancak, iki nokta arasında bir cismin hareketi olarak kullanabiliyorum …” MEKTUBUMA YANIT: “‘Bir Sokağı Aramak’ için söylediğiniz ‘imge ve düşün dehlizleri’ metaforu beni çok memnun etti. Gerçekten heyecanla öyle dehlizlerde dolaşmaya çalıştım. Prag’a giderek Kafka’nın izini sürmüştüm. 90’lı yılların başlarında. Aranan yazar hep O’dur. Çalışmalarınızda başarılar. Selam ve sevgiler.” DEMİR ÖZLÜ Sevgili Demir Abi, imgelerim özlüyor seni, ancak anılarınla baş başa kalabilirim... n 4 18 Mart 2021