Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SELÇUK BARAN’DAN ‘TORTU’ VE ‘YELKOVAN YOKUŞU’ Selçuk Baran öykülerini hatırlamak Öykülerinde, yarattığı karakterlerden hareketle ruhsal çözümlemelere girişen, ön plana çıkardığı bireyin hem aile ve sosyal çevresi hem de toplum içindeki konumunu işleyen Selçuk Baran, gerek Türkiye’deki dönüşüm zamanlarını (1960’lar ve 1970’ler) gerek edebiyattaki değişimi metinlerine yansıtmıştı. KAAN EGEMEN Ö ykücülükte bir dönüm noktası olan, yalnızca öyküleriyle değil; tiyatro ve radyo oyunları, mektupları ve günlükleriyle de adından söz ettiren, adına öykü ödülü verilen bir isim Selçuk Baran. Yaşanan toplumsal olayların kişilerin yaşamına, aileye ve sosyal ortama etkilerini öykülerine katan Baran, “insanın, insanlar arasındaki yalnızlığını” anlatmayı yeğlemişti: Yabancılaşmalar, travmalar, tıkanışlar, kabuk bağlayan veya bağlamayan yaralar, huzursuzluk ve uyumsuzluklar da bu anlatıma dâhildi. Bu noktada, Baran’ın öykülerinde kadınlar bir boy öndeydi; şehirde, köyde, kasabada, zengin ya da dar gelirli, özgür veya kısıtlanmış kadınlara öykülerinde rastlamak mümkündü. Susan, susturulan kadınların sesi olmuştu bir bakıma. Toplumsal kalıpları, kendisine biçilen rolleri ve sıkıştırıldığı hayatı reddeden kadınlarla yüzleştirmişti bizi yazar. Sadece kadın karakterlere dair ruhsal çözümlemeler yapmadı Baran; erkekler de öykülerde bir sıkışmışlığın ve huzursuzluğun ete kemiğe bürünmüş hâliydi. KAPILAR VE HAYATLAR Bütün bu atmosferler ve ruhsal çözümlemelerle birlikte, doğa ve mekân da Baran’ın öykülerinde önemli iki unsur olarak karşımıza çıkmıştı. Her türlü doğa olayı ve mekân (o mekânda tınlayan her şarkı), Baran’ın karakterlerinin ruh hâllerini etkileyip davranışlarına yön verirken okurun da metne dâhil olmasını sağlıyordu. “Okurla bağ kuramadığını” düşünüp başarısız olduğunu söyleyerek ani bir kararla yazmayı bırakan Baran’ın okurla yeniden buluşan metinlerine yönelmek en iyisi. Baran’ın iki kitabı yeniden yayımlandı. İlki 1984’te okurla buluşan Tortu, öteki 1989 tarihli Yelkovan Yokuşu. Beş öykünün yer aldığı Tortu; arayışın, eskiye özlemin, sevginin büyüklüğünün, hayal kırıklıklarının, köpüren öfkelerin, yaşla birlikte yol alan hüznün anlatımıy la çevrili. Bir erkeğin, bir kadının hayatını değiştirmesi ve buna tanık olan kız kardeş var öykülerde, terse uçmayan kuşlar misali geri gelmeyecek zamanın yarattığı şaşkınlık ve acı da… Bilinmeze açılan kapıların önünde bekleyip sonra bir yolculuğa çıkanlarla da buluşturuyor okuru Baran; yeni hayatın getirebileceği tedirginliği yaşayanlar, geri dönememe korkusuna kapılanlar ve gitmenin coşkusunu duyumsayanlar hep o kapının önünde. Ardından bir başka kapının önüne geliveriyoruz; bir konağın duvarlarının dışında ayrı, içeride ayrı bir hayat sürüyor. En önemli mesele, içeriye alışıp dışarıyı geride bırakmak. Bir anlatıcı, karşısında dikilen heybetli hayata, kente ve konağa bakıp düşünüyor: “Her şey çok büyüktü. Kentin büyüklüğü, yüksek yapılar, geniş yollar beni şaşırtmamıştı. Ama buradaki büyüklük, kocamanlık kentin boyutlarını aşmaktay dı. Kentin yüksek yapıları, geniş yollarıyla karşılaştırdığımda beliren bu oransızlık beni bahçeden içeri girdiğimiz ilk andan başlayarak sıktı, boğdu. Sanırım, o andan sonra da hep sıkıldım, hep boğuldum. Ama bunun çok sonra farkına varacaktım. Kavuştuğum, gördüğüm, sahip olduğum onca önemli şeye karşın hep boğuldum, hep sıkıldım. O andan sonra hiçbir şey sevinç dolu şaşkınlıklara yol açmadı, yüreğim mutlulukla kabarmadı. Hiçbir şey olağanüstü, güzel, eşsiz gelmedi bana; yalnızca sürekli bir olağandışı durumu yaşadım. Gördüklerime, tanıdıklarıma, yaptığım işe, her şeye yabancıydım, ilgisizdim. Sık sık duyduğum şaşkınlık, hayranlıktan değil, bir türlü yenemediğim yabancılığımdan ileri geliyordu.” Bu ve buna benzeyen iki mesele, Baran’ın öykülerinde kâh bir anlatıcının kendisine ve etrafındakilere dair çözümlemelerle kâh sınıfsal bir ayrımla ortaya çıkıyor. Bazen de kadınerkek ilişkisinde veya eşitsizliğinde… Kitaba adını veren “Tortu”nun anlatıcısı, kendisinden yola çıkarak bu iki hayatın sınırını çiziyor: “Benimkisi böyle bir hayat işte. Dibe çökmüş bir hayat. Bunun için ağır. Bunun için hüzünlü. Ama benim hayatımdır; benim, bizim hayatımız. Yaşanan bir hayat belki bir örnek olabilir. Belki duyan birinin işine yarar. Olur ya…” GEÇEN VAKİT VE BÜYÜK SUSKUNLUKLAR Yelkovan Yokuşu’nda ise yaşlılık, zaman ve yaşama tutunma temaları öne çıkıyor. Yalnızlığı ve umutsuzluğu, yine bazı öykülerin fonuna yerleştiriyor Baran. “Hayat tecrübesi”yle açılan kapıdan hatırlama, unutma ve arayış giriyor. Uzun konuşmalar, yanıtsız bırakılan sorular ya da tatmin etmeyen yanıtlar, olgunluk çağında çocuklaşmalar da cabası. Hiçliğin yüceltilişinden gerçekliğe ani dönüşün yanı sıra yalnızlıkla bocalayan karakterlerle buluşturuyor okuru Baran. Arka planda tambur sesinin yer aldığı ve kimi zaman içli bir şarkının söylendiği mekânlarda, anlatılan hayatlardan çıkarılan ve çıkarılmayan dersler de var. Bununla birlikte konuşkan; içindeki her şeyi ortalığa saçıp tükendiğini hisseden karakterler ve sorular da çıkıyor karşımıza: “Bitti, dedim o zaman nedense. Bitti işte, hepsi tükendi. Belleğimi ne kadar zorlasam, yirmi yıl önceki söğüt ağacını, (köprünün hemen orada, suyun başında göğe tutunmak üzere boy vermiş sanki), bu kente ilk geldiğimde eski bir İstanbul evinin demir parmaklıklı penceresine sıralanmış sardunya saksıları arasında gezinen kediyi, tablasında taşıdığı yoğurt tepsileriyle bir ihtiyarın yokuştan inişini, otuz beş yıl önce pencereden sarkıp seyrettiğim yeni yeşillenmiş ağaçlar üzerine inen nisan yağmurunu duyuyorum. İçime işlemiş binlerce şey... Ama hepsi eski; eskiden, taa eskiden kalma. Yani bitmiş, tükenmiş bir yaşamdan arta kalanlar denilebilir mi? İlgisizliğimi bile tüketen ben... Biten, tükenen ne? Gençliğim mi? Oysa zaman güneşli bir tarladır. Öyle olmalıydı. Nereden bakarsan bak, her şeyi görebilirsin; uzaktır biraz belki, işte hepsi o kadar ama.” HÜZÜNLÜ VE ŞİİRSEL Küçük gevezeliklerin ardına gizlenen büyük suskunluklar, hayatı anlayıp anlatmanın bir yolu oluveriyor kimi karakterler için. Bir evliliği, yolculuğu, olmamış yaşamları, son bulan şeyleri veya bir tutsaklıktan ötekine geçişi aktarmaya yarıyor bu sessizlikler. Tüm kitaplarındaki gibi Tortu ve Yelkovan Yokuşu’nda da Baran’ın anlatımına özgü bir hüzün, umutsuzluk, şiirsellik ve anlık mutluluklarla yoğrulmuş öyküler bulunuyor. Bir başka deyişle yaşamın içinden dışına, dışından içine taşıyor okuru Baran. Öykülerdeki karakterler, benliklerindeki kalabalıkta boğulurken kalabalığın ortasında kendilerini yalnızlaştırıyor. Bu da Baran’ın bireyi anlatımındaki bir başarı ve okurla kurduğu bağ olarak çıkıyor karşımıza. n Tortu / Selçuk Baran / YKY / 98 s. / 2020. Yelkovan Yokuşu / Selçuk Baran / YKY / 100 s. / 2020. 4 10 Eylül 2020