Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖNAY SÖZER’DEN ‘SARSILANLAR’ ‘Aradığım içimdeki biricik!’ Önay Sözer Türk felsefesini yeniden yapılandırmak için öncülük etmiş Macit Gökberk, Bedia Akarsu, Nermi Uygur gibi düşünürlerle birlikte çalışmış bir felsefecimiz. Yazın serüveni boyunca Öteki, Sonradan Yaşamak, İsis’in Düğümü, Piri Reis’in Kayıp Adası adlı romanları, Çıplak Gülüş adlı bir öykü kitabı var. Önay Sözer’le yeni romanı Sarsılanlar ’ı konuştuk. MUKADDER ÖZGEÇ / ŞÜKRAN SABANUÇ n MUKADDER ÖZGEÇ Sarsılanlar, Sarp Ener’in ilk kez ayrımına vardığı ayrıntılar ya da ilk kez yaptığı edimlerle başlıyor. Roma’da kaldığı odaya bir başka gözle bakmaya başlıyor, hiç geçmediği sokaklardan geçiyor, daha önce girmediği kafelerde oturuyor. Bu değişikliklere benzer şeyler öteki üç roman kişisinde de adım adım gerçekleşiyor. Sonra onları sarsılanlar olarak adlandıracaksın. Nedir burada sarsılmak, kimler sarsılır? Bu soru için teşekkür ederim, ilginç bir rastlantıyla 2 gün önce arkadaşım Ülkem Özdenak bir öyküsünü gönderdi. Anlatıcı, öyküler yazan, ceplerinden öyküler çıkaran yaşlıca bir adamla karşılaşıyor. Başından bir sürü olay geçmiş bu adam ona öyküler anlatıyor. Büyük bir savaştan ve bir askerden söz ediyor. Anlatıcı “Bu sizin öykünüz mü?” diye soruyor, “Hayır, diyor, onu sen yazacaksın bir gün”. Sonra adamı izliyor. Bir garaj kapısının önünde duruyor adam ve yatmak üzere giriyor oraya. Ertesi gün karşılaşınca anlatıcı, “Siz işte o öykünüzdeki askersiniz ve hâlâ o geçmiş dünyada yaşadığınız için bir garaja sığınmışsınız”. “Hayır”, diyor adam. “Bu benim öyküm değil” GÖRÜNENDEKİ GÖRÜNMEYEN Çok şaşırtıcı bir şekilde bitiyor öykü. Bir çelişkiye dayanıyor gibi gözüküyor fakat çelişki çok derinde. Şöyle düşünüyorum: Hepimiz aslında büyük olasılıkla kendi yaşam öyküsünü reddeden o adam gibiyiz. Olduğumuz ve bulunduğumuz durum karşısında olduğumuz şeyi olmadığımızı anlıyoruz. Büyük bir paradoks var. Olduğum şey ben değilim, nasıl oluyor bu? Bende bir başkası var, ben aslında bu başkasını reddederek kendimi bulmalıyım. Asıl olabileceğim şeyi olmalıyım. n ÖZGEÇ Yani hepimizin düşlerinde ulaşılabilecek böyle bir nokta var aslında… Düş hayal edilmiş bir geçmiştir. O da bizi sarsar. Sarsılanlar her biri kendine özgü arayış içinde bulunan kişiler. Sarsılmayı felsefi bir bakışla yakalıyoruz. Aynı zamanda yaşanan bir olgu. n ŞÜKRAN SABANUÇ Sanat: Görünendeki Görünmeyen adlı kitabında, eşsü remlilik, zaman, çatlak ve ara kavramlarına ilişkin değerlendirmeler var. Bu romanında da aynı kavramlarla karşılaşıyoruz. Romanını güçlendiren bir yapı olarak mı değerlendiriyorsun bu kavramları, romanın yapısal yöntemi içinde mi bunlar? Bu kavramlar benim felsefe yazılarımda da işlediğim kavramlar. Burada da bir şekilde yansımasını bulmaktadır. Ben bu romanı belli bir yöntemle yazmaya çalıştım. Bu yönteme müzik biliminden aldığım bir deyimle çeşitleme (varyasyon) diyorum. Çeşitleme müzikte bir izleğin tekrar gelmesi fakat değişmesi; değişerek gelmesidir. Böylece o izlek çeşitlenir. Ben bunu romanın birçok yerinde, kilit noktalarında yapmayı denedim. Örneğin Sarp’ın eski sevgilisi İlge’yle ilişkisi, onunla tekrar karşılaşması bir çeşitleme örneğidir. Yani, roman doğrudan doğruya bir eylemle değil, dolaylı olarak çeşitlemeler yoluyla ilerliyor. Okur anlıyor ki eski sevgili şimdi yeniden geliyor ve o kişi de aynı kalmamış. İster istemez ilişki de değişiyor. Bu durum memnuniyet verici bir şey mi, yoksa yeni bir sorun mu ortaya çıkıyor, bunu düşünmeyi okura bırakıyorum. Mukadder’in de altını çizdiği betimlemeler bu çeşitlemeyi yapmak için güzel bir yol oluyor. Yeni bir betimde aynı şey başka bir biçimde beliriyor. Bruno’nun heykeline bakıyor Sarp, sonra heykelde başka bir şeyi algılamaya başlıyor. Bu yöntem bana gerçeği yansıtıyor gibi geldi. Yaşam da böyle bir şey… Bakıyoruz hiçbir şey aynı kalmıyor, aynı gibi gözüküyor fakat değişmiş. Bir insanla ilgili önce anlayamadığımız bir şeyi birden bire anlamaya başlıyoruz. Ama sonra o da öyle kalmıyor, anladığımız şeyin pek de doğru olmadığını görüyoruz… KENDİNİ ARAMAK n ÖZGEÇ Esenlikli bir bakış bu belki… Esenlikli, çünkü başka türlüsü mümkün değil. Hep o insanın aynı kaldığını düşünüyorsun, belki bir süre sonra yanıldığını anlayacaksın. Yaşlanmalar var, hastalıklar var… Birbirimizi daima değişik durumlarda algılıyoruz. Bu da önemli bir etmen, harika bir gece geçirdiğin insanla üç yıl sonra karşılaştığında bakıyorsun ki her şey geride kalmış. Ama bir yandan da burada sizlerle oturuyoruz, konuşuyoruz. İstanbul benim için çeşitlendi… n SABANUÇ Sarsılma ile biriciklik arasında bir ilişki var romanda. Buradan “kendini aramak” sorununa dönecek olursak, biricikliğe ulaşmak için mi? diye sormak istiyorum. Hayatımız bize yetmiyor ve sarsılıyoruz. Peki, bunun ötesinde bir şey olamaz mı? Ben burada biricik olma düşüncesini savunuyorum. Biricik tekrarı olmayan şeydir. n ÖZGEÇ Yani, içimdeki ben biricik aslında, diyebiliriz. Diyebilirsin tabii, ama bu çok iddialı. Aradığım kendim şüphesiz içimdeki biriciktir, ona erişmek istiyorum. Oysa kendimin dışında ben dediğim şey tekrar; kendimi değil ama benliğimi tekrar ediyorum. Biricik olanı nasıl yaşıyorum? Şu örneği vereceğim; Cumhuriyet Bayramını her yıl 29 Ekim’de kutluyoruz. Şimdi Cumhuriyet’in kuruluşu tekrar mı ediyor? Değil. Kuruluşun bende uyandırdığı, yeşerttiği duygular yeniden geliyor. Aşkta da duyguların biricik olduğunu söyleyebilirim. ‘GEÇMIŞ TEKRARDIR!’ n SABANUÇ “Bütün sevgililerimi terk ettim” tümcesiyle başlayan roman sevgilinin ya da sevgililerin dönüşüyle bitiyor. Şu belirlemeyi yapabilir miyiz? Bu buluşmayla yaşamlarında yinelenen her şey sevgilinin bu gelişinin gerisinde kalıyor ve ansızın geçmiş geleceğe dönüyor. Bu saptama bana çok doğru görünüyor, ama o kadar kolay bir şey de değil. Geçmişteki özün, bize ait olan şeyin geri gelmesi, bu çok önemli, çünkü geçmiş tekrardır, dedik. Olduğum şeyi olmak istemiyorum artık ama olduğum ve reddettiğim şeyde de kendim bir noktada varım. Bu özümüzde var. Biz sıradan bir hayvan değiliz. Biriciğin peşinde bir hayvanız. n ÖZGEÇ Ben havaalanının bir “ara uzam” olduğunu düşündüm. Romanın sonunda özellikle mi seçildi bu uzam? Çünkü havaalanı insanların bir geçiş yeri, ne orası, ne burası, ara bir yer. Haklısın, bilinçsiz bir durum. Bunu sen ortaya çıkardın, bilerek yapmadım. n SABANUÇ Romanda, Perizat’ın arkadaşı olan, söylediği şarkılarla hüznün perdelerini açan, güzelim şiir bestelerini yapan sanatçı Ömer Özgeç bizim içimizden biri. Bu durumda biz de görünmeyen roman kişilerinden olabilir miyiz acaba? Evet. n Sarsılanlar / Önay Sözer / T. İş Bankası Kültür Yayınları / 248 s. / Şubat 2020. 14 19 Mart 2020