30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Dil aynamız Dilbilimciler, bir insanın konuşmasını, yazısını inceleyerek onun yaşını, cinsiyetini, eğitimgelir düzeyini, ilgi alanını, alanında bilgili ya da uzman olup olmadığını, dünya görüşünü, hoşgörülü mü, tutucu mu; tüm özelliklerinin belirlenebileceğini ileri sürüyor. Ç oktandır her kesimden yurttaş konuşurken zorlanıyor. Yazmak da zor; dil öğretimini yaşamdan ve edebiyattan kopararak kurallara boğan, dil bilinci vermeden üstüne bir yabancı dilin mantığını ve kurallarını konduran eğitim anlayışı, okulda gözle ve kulakla dili öğretemiyor. Elimden geldiğince yazankonuşan gençleri izliyorum. Dil yanlışlarını irdeleme amacım gençleri gömmek değil katkı için; kitaplardan, TV’lerden akan yanlışlar önce gençlerin diline yapışıyor. Genç yazar, “Kitaplarım adına koşturmaktan mutluyum” diyor. Genç muhabir, “YSK, yasal normlar adına bir karar almış gibi…” diyor. Yazarı, “Kitaplarım için koşturmaktan mutluyum” diye düzeltebiliriz de muhabirinki zor... Fransızca norm sözcüğünü kullanması, buna “lar” çoğul ekini yapıştırması gereksiz; düzeltilmesi olanaksız bu tür kullanımlar çoğaldı. Muhabir, haberi olduğu gibi aktarmış ya da anlamını bilmediği (az bildiği) norm sözcüğünü kendisi eklemiş olabilir. Son zamanlarda özellikle konuşma dilinde için ilgeci yerine çok sık ve [email protected] çok yanlış kullanılan adına, “(bir şeyin ya da bir kimsenin) adına o şeyin ya da o kimsenin namına, onun hesabına” anlamındadır; “Yargıç, Türk ulusu adına hüküm verir. Kızım adına konuşuyorum. Demokrasi için ulus adına savaşım veriyoruz” benzeri örneklerde için anlamı içermez. DE / DA – DAHİ / DÂHİ Konuşma dilinde de/da, bile anlamlı dahi bağlacının da sık sık yanlış seslendirildiğini duyuyoruz. Yanlış seslendirilince Arapçadan gelen, “olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan (kimse)” anlamındaki dâhi ile karıştırılıyor. Bağlaç olan dahi’deki /a/ kısa okunur. Kimi yerde ad kimi yerde önad (sıfat) işlevi gören dâhi’deki /a/ ise uzundur, bu uzunluk düzeltme imiyle belirtilir: “İstikbalde dahi seni bu hazinenden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Atatürk, eşi olmayan bir dâhidir.” Seslendirme yanlışının anlam yanlışına yol açtığı sözcüklerin çoğunu ArapçaFarsçadan gelen ve kullanımda olan, “hakimhâkim; alemâlem; adetâdet; karkâr…” gibi sözcükler oluşturuyor. Bu tür sözcüklerin anlamını bilmek ve Türkçesini kullanmak, seslendirme ve anlatım yanlışlarını önler; ancak 1516 yıldır öncelikle gençler anlamını bilmedikleri sözcüklerle konuşup yazıyorlar. Yine bir genç muhabir olay yerinden bildiriyor: “Çökme tehlikesindeki apartman tahliye oldu.” Aynı kanalda ana haberin görmüş geçirmiş sunucusu haberi aynı yanlışla aktarıyor. Haber, “Çökme tehlikesi bulunan apartman tahliye edildi” olmalıydı. Muhabirle sunucu, “tahliye etmek ya da edilmek” yerine “boşaltıldı” deseler, yanlışa düşmeyeceklerdi. Böyle örnekler özellikle gençlere sözlük kullanma alışkanlığı kazandıramadığımızı kanıtlıyor. Birkaç örnekle uyarıcı ve yol gösterici olamayız. Yalnız ArapçaFarsça sözcükleri kullanırken değil; “süresüreç; etkitepki; olasıolasılık…” gibi Türkçe olanları; “performans, vizyon, misyon…” gibi batılıları kullanırken de anlatım yanlışı yapılıyor. Dil, zihin gücünün yakıtı gibidir. Öğrenmek, yaratıcı olmak isteyen gençlerin beyin gücü yıllardır boşa harcanıyor. Düşünce özgürlüğünün, her türlü üretimin kısıtlı olduğu 2019 Türkiyesinde Türkçe de yaratım açısından sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Bedeli gençler ödememelidir; çünkü ülkeyi, eğitimi yöneten gençler değil. Ben gençlerden yanayım! n HANS FALLADA’DAN ÖYKÜLER: ‘KAMBUR’ Yoksul halkın buruk resmi 1920 1940 yılları arasındaki; işsizlik, yoksulluk ve zorluklarla başa çıkmaya çalışan alt sınıf insanını öykülerine konu eden Fallada gerçekçi bir bakış açısı ile okuru sakince o anlara götürüyor. SACİDE ALKAR DOSTER Yaşıtları sokaklarda oyun oynarken, o kafasında öyküler kurmaya başlamıştı. O öykülerin kahramanı; becerikli, güçlü ve akıllı Hans Fallada’ydı. Annesinden duyup etkilendiği masallarla çıkıyordu yola. Şanslı, korkusuz ve yenilmez oluyordu istediğinde. Önce Gulliver’in Seyahatleri ile tanıştı. Sonra Don Kişot, Dostoyevski, Tolstoy ve kendisine benzettiği Jeramias Gotthelf’i keşfetti. O da tıpkı Dostoyevski gibi insan ruhunun karanlıklarına inmeyi seviyordu. Ve Jeremias Gotthelf gibi anlatmayı. Yaşam ne yazık ki sadece romanlardan ve öykülerden ibaret değildi. Asıl adı Rudolf Ditzen olan Hans Fallada, 1911 yılında arkadaşıyla girdiği bir düelloda arkadaşını öldürmüş ve tutuklanmıştı. Yaşamındaki büyük kırılmanın da bu olduğu varsayılır. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı tüm yaşamını ele geçirir. 1944 yılında boşan dığı eşine bir el ateş etmesi, akıl hastanesine kapatılmasına sebep olur. Ama o, ne hastanedeyken ne de sonrasında yazmaktan hiç vazgeçmeyecektir. 1946’da sekiz yüz yetmiş yedi sayfalık Herkes Tek Başına Ölür’ü bir ay gibi kısa bir sürede yazmıştı; “Belki şu anda çok bitkinim, fakat ortaya böyle bir eser çıktığı için de çok mutluyum.” Fallada, onu etkileyen, yaşamını katlanılır kılan ve cesaretlendirmiş tüm yazarların dünyasına ‘Özgür Düşünceler Cemiyeti’ne üyedir artık. YAŞAMAK SANATI İki dünya savaşına tanık olmuş insanların içinde yaşadıkları çevre zamanla o kadar daralıyor ki… “Yitirilenin yerine yenisi gelmiyor, insanlar yaşamayı sürdürüyor, fakat gittikçe fakirleşiyor.” (s. 176) Fallada, Kambur’da savaşın yarattığı yıkımı, özlenenleri, yoksunluğu bir tarafa, umudu, gelecek inancını öteki yanı na koyuyor. Evet, yoksulluğun görünmediği tek bir öykü bile yok. Ama aynı zamanda hayallerin, yaşam inadının olmadığı bir öykü de... Yaşamak için kurulan hayaller karakterlerin dayanak noktası olmuş haliyle. “Kaçırılan Pren ses Blanka” öyküsü örneğin. Yılbaşı gecesi doğan buzağı bir mucize olarak anlamlandırılmış. Hem kutsal bir günde doğması hem de al nındaki taca benzer leke, çocuk karakter Alwert için buzağıyı benzersiz kılmış. Ona göre “Blanka” uzak ülkelerin birinden gelmiş büyülü bir prensestir. Yoksulluğa karşı geliş, çocuğun tüm sevgisini ve umudunu mucizevi bir prensese bağlamasıyla mümkün kılınmış. Hayvanlar ve insanlar arasında kurulan güçlü bağlar, Hans Fallada’nın yaşama tutunacak yollar arayışından kaynaklanıyor. Bazen de bu bağlar, bir amaç ve yön bulmak için, tıpkı “Lieschen’in Yengisi” öyküsünde olduğu gibi kullanılmış. Şehirli ve şımarık çocuklarla, köylü bir kızın arkadaşlığını konu alan öyküde hayatlarında ilk defa bir buzağının doğuşuna tanık olan şehirli çocukların bakış açılarının nasıl değiştiği anlatılır. “Zor mu Kolay mı”, “Kitaplara Dikkat” ve “Atalarım” Hans Fallada’nın edebiyat ve yaşam üzerine yazdığı denemeler... Yazar “Kitaplara Dikkat”te şöyle der; “Kitaplar tehlikeli dostlardır da. Onlar insanı değiştirir, talepkâr biri yaparlar.” Yazarın çocukluğundan itibaren kitaplarla kurduğu yakın ilişki onu savaşın yıkıcılığından korumuş olsa da, orta yaşlarının başında söylediği şu sözler dikkat çekicidir: “Kitaplar size her şeyi verebilir; insanlardan nefret etmeyi, insanları sevmeyi… Dostluklar getirir. Veremedikleri tek şey yaşamdır. Bunun için bizim çaba göstermemiz gerekir… Ben bu gerçeği çok geç kavradım.” (s. 83) 19201940 yılları arasındaki; işsizlik ve yoksullukla başa çıkmaya çalışan alt sınıf insanını öykülerini konu eden Fallada, okuru o günlere götürüyor. n Kambur / Hans Fallada / Çev: Ahmet Arpad / Everest Yayınları / 178 s. / 2019 10 13 Haziran 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle