23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilimden kurmacaya kadın yaratısı... ÖYKÜDENLİK… Murat Erşahin; “Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen!”… Yeni bir 8 Mart önündeyiz. Kadınımız, “Göğ ekin” gibi biçilse de bilimdesanatta yaratısal öncülüğünü sürdürüyor hep. Çünkü doğanın diyalektik işleyişi kadından yana. Biçen o zalimlere karşın kadın varlık yaratıcı gücüyle akıllı adamların da yolunu açıyor... Ozamanlar dünya henüz çok büyüktü. Uzaklara, başka seslere, başka denizlere gitmek mümkün gibiydi. Şimdiki gibi sonsuz internet ağları falan yoktu, facebook bile yoktu, çekip gidebilirdi insan. Şöhret ise, çok sonra, bütün bunlar yaşandıktan sonra gelecekti, yazarak. Yazarak? Evet, yazarak, ama yazabilmek için, önce terk etmek gerekiyordu. Bir de, bir de belki hiç anlatılamayacak bir gizli öyküye, bir başlangıç öyküsüne sahip olmak.’ “Ama şu da var, kırık bir aşk öyküsünden daha belirleyici ne olabilir o yaşlarda, alışıldık hatlarda gidip gelen yeni yetme bir kızın yaşamında?” “Yaşamı kuran, öyküleri kuran yalnızca kırık aşk hikâyeleri miydi?” “Hüzün ve giz, beni ben yapacaktı.” Yukarıdaki satırlar, anlatıcı öznenin anlatı zamanından yarım yüzyıl önceye giderek 1960’ların hemen başlarına gelen yeniyetmelik eşiğindeki Nisan’ın, kendini kurma çabalayışlarını aktarıyor. “Nisan’ın kurtulamadığı soru buydu, yazabilmek için mutlaka önce yaşamak mı gerekiyordu? Önce yaşanır, sonra yazılır, sonra yazılanlar ve yaşananlar silinir, sonra önce yazılır, yaşanabilsin diye. Sonra hepsi silinir. Ve başka bir şey yazılır, başka bir şey yazılmış olur.” Öyle mi? Alıntıları, yazınbilimci konumunda metinleriyle bizleri besleyen, geniş verim dağarından tanıdığımız Fatma Akerson’un Nisan (YKY, İkinci Basım, 2017, 54, 39, 55, 145) adlı romanından aktardım. Bundan önce yine YKY tarafından “üç anlatıdan oluşan” Kırmızı Motosiklet (2013) yayımlanmış. Nisan’ın ilk bölümünde bunun görece izine rastlamıştım sanki. Derken ikinci romanını okudum: Düğmeler ve Başka Şeyler (2016). O da üç bölüm. İlginç. Yazarın bu son romanı üzerinde ayrıca duracağım zaten. Bu arada belki Kırmızı Motosiklet’i de bulmuş, okumuş olurum, kim bilir. YAZINBILIMDEN KURMACAYA FATMA AKERSON… Fatma Akerson, zengin açılımlı iki romanla yazınımızın kapısından içeri bu kez bilimci değil kurmacacı olarak girip kanımca hatırlı bir yer de ediniyor. Nisan’da, çocukluktan ergenliğe, yetişkinliğe, insan üzerinde baskılayıcı, çeldirici, alıkoyucu ne denli öğe varsa bunlara karşı anlatıcının kendine dönük çabasına, adımlarına yöneliyor yazar. Bu doğrultuda oyunsu eğlence öğesini asla göz ardı etmeden anlatıcının kendini gerçekleştirmesine, iletişimleriyle iletişimsizliğine, biricikleşmesine veya yaşadıklarını biricikleştirmesine alan açıyor geniş yelpazede. Serüven duygusunu da tetikleyen bir açık biçimle, bunu enikonu kışkırtan biçemle, tutumla. Kendi biricikliğini kurma çabasıyla yola çıkmış herhangi yazar adayının edebiyat aracılığıyla verdiği “kendini yapma” uğraşının bir ana sorunsal olarak yapıta dağılışı, yeniden yeniden sarılıp sonra makaranın farklı biçimlerde dürülerek yeniden açılışı, katmerli okuma tadı yayıyor. Öte yandan bu varoluşsal bağlamda sürekli bir doğumölüm sürecini de dürtüklüyor tabii. Alımlama olanaklarının üst seviyede sunulduğu anlatı örnekleri bana göre Fatma’nın romanları. Okur kadar, kendine Batı tarzı romancılığımız içinde yol arayan yazarların da özellikle okuması zorunlu yapıtlar bunlar. ROMANCILIĞIMIZA KATILAN FARKLI BIR “NISAN”… Fatma Akerson, dıştan yazar rolü üstlenen anlatıcı bağlamında “kendi(sin)e rağmen büyümüş” (35) olan bu anlatıcıyı yapılandırma biçimiyle, anlatı evreninde gezindirişiyle farklı bir işe girişiyor. Hayat yollarındaki Nisan’ın bütün çaba sı da kendini var etmeye dönük zaten. Artalandan akan oluntular aracılığıyla bir döneme, 1960’lara70’lere toplumsalruhsal perspektifle bakma denemeleri de bunlar kuşkusuz. Bu nedenle anlatıcının kendini arayıp kurması yönündeki süreçle ilgili serüven zinciri olarak bakılabilir anlatıya. Nitekim “bilinen dünyanın o yıpranmış dili ve simgeleri”nden (27) kurtulmanın da yoludur bu. Öyle ya, anlatıcı “hangi dilde anlataca(ktır)” bunu? (163) Yazarın, âna dönük ileri geri sardığı olguya, farklı açılarla yeniden yeniden bakan tutumu, herhangi filmden ağır çekim havası yayıyor görüntüsü verse de, boğuk bir atmosfere yol açmıyor asla. Fatma, ânı yapılandırmaya girişirken da bu yaklaşımın ipuçlarını seriyor. Öykü türündeki yazılabilirlik çoğulluğunun yanı sıra öykünün farklı açılara dayalı yapılandırılabilmesi ölçeğinde, anlatan kadar alımlayan adına sanal birer müdahaleci konumundaki öteki anlatıcılara da rol veriyor yazar. Böylelikle yazınsal metnin, yaşananı değil, ancak kurulanı, yani kurmacada yaşananı anlatabileceğini gösteriyor bize. Anlatıcı yazar şöyle söylüyor sözgelimi: “Şunları yazarken bile, doğru dürüst uyduramıyorum. Pekâlâ daha hoş sahneler koyabilirim değil mi araya? Ama hayır, bir şey yazıyorum, sonra okuyunca, yok tam da böyle değildi, diye silip atıyorum.” (47) Bu bağlamda, “yaşadığını anlaması için edebiyata ihtiyacı” (61) olan yeniyetmeyle başlayan serüven giderek farklı bir eğri çiziyor. On altıon yedi yaş genci kadar ileri yaştaki veya farklı düzeylerde gezinen okurun da kendince alabildiğine estetik haz dereceği, üstelik tüketmeye yönelmeden alımlayıp yaşamının okuma artıları arasına koyabileceği bir yapıt Nisan. Büyük yazarlık kumaşı sergileyen Fatma Akerson, anlatı hayalhanesini de yine kadının döşediğini gösteriyor bize. Evet efendim, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz, düz söyleyişle Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun! M urat Erşahin, on yıl önce yayımladığı ilk öykü kitabının ardından yeni öykü kitabıyla geliyor: Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen! (h2o kitap, 2019). Kimi yerleri düzyazı/şiir olarak okunabilecek bu öykülerde, yazarın bizi kült bir Kadıköy gerçekliğiyle yüzleştirdiği söylenebilir. Daha doğrusu kendine özgü dille yapılandırılmış, ötesinde notaya geçirilmiş bir Kadıköy, Moda anlatısı bu. Ancak bir çalım da olsa görece yer yer deneme havası yaydığı söylenebilir yapıtın. Öte yandan Haldun Taner çelebiliği, Ferhan Şensoy cinliğiyle iştahlı bir atak da yakalanabilir anlatıda. Yazar, alaysamadan farklı, bıçkın, eğlenceli dille ürettiği bir enerjiden yararlanıp bu arada artalandan sızdırdığı derin hüzünle dikkati çekiyor. Gerçekten öylesine sıcak ki bu metinler, öykü kişilerinin her biri, bizlerin de tanıdığı eş dost, ahbap, yakın komşu olup çıkıyor bir anda. Kimileyin gözleri nemlenerek okuyor insan bunları, biraz gülesi biraz ağlayası duygularla. Bu nedenle Murat’ın öykülerindeki bu artalan koygunluğu üzerinde özellikle durulmalı derim. Çünkü sessizliğinde genişleyen öyküler bunlar. Nasıl mı? “Ölüm en zoru. Bir daha ‘olmaz’ çünkü ölen şey. Yoktur artık.” “Bir sanat kılmalı insan hayatta olmayı.” (31) Murat’ın öyküleri, bize bunu fısıldıyor. Hayattaki güzelliğin çoğulluğunu. www.sadikaslankara.com , her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 10 7 Mart 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle