Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İRFAN YALÇIN İLE YAPITLARI ÜZERİNE... ‘Acı ve mutluluk diyalektik bir bütünlük’ Kitaplarının yeni basımları yayımlanan İrfan Yalçın’la, toplumsal gerçekçi düşünce ve yazın tavrı; yazınsal dil; romanda öz ve biçim sorunu; romanlarının iç ve dış yapısını kurduğu nesnel temel anlayışı; anlatım tekniğinin dayandığı davranış psikolojisini konuştuk. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr Y azınsal dilde öncelikle kendinizden beklentiniz nedir? Yazınsal amacınızı nasıl tanımlarsınız? Doğal dil konuştuğumuz gündelik dildir; alışkanlıklarla, kalıp deyimlerle oluşur. Yazın sanatının dili, yani yazınsal dil, bu doğal dilin içinde oluşur. Düşünceyi, duyguyu yani iletiyi en yalın en doğru, en güzel biçimde aktarır. Her nitelikli roman, yazınsal bir dile sahiptir. Öyle olmasaydı bütün mahkeme tutanakları roman sayılabilirdi. Akşit Göktürk’ün dediği gibi, yazınsal dil, sanat iletisi yerleşik yani doğal dilde gerçekleştirilemeyeceği için vardır. n Yapıtlarınızda mimariyi kuruşunuzu ayrıca şiirin yazınınıza etki ve katkısını, kurduğunuz dil mimarisindeki yerini, önceki söyleşimizde ifade ettiğiniz ‘şiirin billurlaştırıcılığına olan inancınızı’ açar mısınız? Romanda öz ve biçim sorunu bu. Yenilikçi yazarlara göre; özellikle de 1920 Moskova Biçimcileri’ne göre, biçim özü belirliyor. Benim yazın anlayışıma çok ters bu. Bence sanat bir olabilirlikler alanı. Bir dünya görüşünüz yoksa yani belirli bir perspektife göre kısaca insanı tarihsel toplumsal bir varlık olarak değil de, tanrısız varoluşçu Heidegger’in dediği gibi, madde içine fırlatılmış bir varlık olarak görüyorsanız bu olabilirliklerden yalnız kendi özel iletilerinizi seçersiniz. İşte Kafka, Musil, Faulkner, Beckett, Joyce… ‘ŞİİRSEL SÖYLEYİŞ ROMANIN İÇERİĞİNE UYGUN OLMALI’ Kafka’ya göre oldum olası ters dönmüş yatan, kalkamayan bir böcektir insan. Samuel Beckett’e göre insan pis bir bataklıkta oluşan bir süre sonra sönen hava kabarcıklarıdır. James Joyce bilinç akımına göre anlatır insanlarını, yani aklına gelen her şeyi yazar. Düşler, imgeler, iletiler. Ben Marksist bir yazarım. Öz’ün biçimi belirlediğine inanıyorum. Bana göre roman hastalanmış bir toplumda, yaşamı bozulmuş bir bireyi anlatırken bütün toplumu yansıtır. Romanlarımın iç ve dış yapı sını bu nesnel temel anlayışa göre kurduğuma inanıyorum. Şiirselliğe gelince, bazı nitelikli duygular düzyazıyla anlatılamıyor. O zaman şiirsel söyleyiş giriyor araya. Gerçek de bu değil mi? Şiir, düz yazıyla anlatılamayanı dile getirmek değil mi? Tabii şu var, romanın içeriğine uygun olmalı şiirsel söyleyiş. Günümüzde, şiirsel romanın en seçkin temsilcisi, Sevmek ve Moderato Cantabile gibi romanları olan Fransız kadın yazar Marguerite Duras’dır. ‘KÖY ROMANI ARTIK YAZILMIYOR’ n Yerel dilin ifadedeki yeri, gücü; o mührün, o etkileşimin edebiyata kalıt ve katkıları konusundaki vargılarınız nelerdir? Sanırım yerel dil sözüyle şiveyi kastediyorsunuz. Az ya da çok feodal ögeler içeren toplumların yazarları kırsal kesimin insanlarını romanlarında ya da öykülerinde anlatırken şiveyi kullanırlar. Bu okuyucuda inandırıcılık duygusu yaratmak için zorunludur. Gerçekte şiveyi kabul etmiyorum ama 1980’de yayımlanan Ölümün Ağzı adlı romanımda köylü maden işçilerini anlatırken şiveyi zorunlu olarak çok kullandım. Çünkü çoğu ilkokulu bile bitirmemiş bu işçileri ve onların yakınlarını bir kentli gibi konuştursam gülünç olurdu. İnandırıcılık yaratamazdım. Klasikleşmiş bazı romanlarda da örneğin, Amerikan edebiyatının en büyük romanı saydığım John Steinbeck’in Gazap Üzümleri’nin pek çok yerinde şiveyi kullandığını görüyoruz. Yine 19. yüzyıl romanlarından biri olan Emile Zola’nın, Germinal romanında da şive var. 195060 yıllarında yazılan köy romanları baştan aşağı şivedir. Günümüzde köy nüfusunun kentlere akın etmiş olmasının bir sonucu olarak köy romanı artık yazılmamaktadır. ‘ANLATIM TEKNİĞİM DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİNE DAYANIR’ n Yazında geçmiş ifade biçimleri; varılmış dil hakkında size neler düşündürür? Türk edebiyatına gelecek olan anlatım biçimlerini bilemem tabii. Geçmişe gelince, 1950 öncesi sıradan bir anlatıydı roman ve öykü. 1950’li yıllardan sonra, nitelikli bir dil ve biçime tanık oluyoruz yazınsal yapıtlarda. n Uluslararası yazında karşılıklı etkileşimler hangi anlatı biçimlerinin içselleşmesine kapı açmıştır denilebilir? Size hangileri yakın duruyor bu noktada? Lucaks’ın çağdaş öznellik dediği akımlar Türk edebiyatında bazı yazarları etkilemiştir. Özellikle bilinç akımı, bunun dışında Kafka’ya özenti; kapalılık, birçok sözle hiçbir şey söylemeyen yapıtlar türetmiştir. Öznel bir yaşantıyı gerçekliğin kendisi gibi gören Virgina Woolf gibi yazmak moda olmuştur. Sovyet Rusya’daki gibi sosyalist realizme öykünen yazarlar da vardır tabii bu arada. Bana gelince, benim romanlarımdaki anlatım tekniği davranış psikolojisine dayanır. Romanlarımın hiçbirinde olayları, durumları, psikolojik süreçleri, içsellikleri kişilerin >> 8 14 Kasım 2019